DÜNYA

Çürümenin sonu yok!..

deniz-baykal-resim-001Burjuva siyaset sahnesinde politikanın hangi rezil yöntemlerle yapıldığının yeni örneklerine tanık oluyoruz

Üsluba yansıyan aşağılamalar, hakaretler ve karalamalar yerini belaltı vuruşlara bıraktı.

Sermayenin farklı kesimlerinin temsilcileri arasındaki iktidar savaşları bağlamında referandum ve seçimlere doğru bakalım daha hangi rezilliklere tanık olacağız…

Her sınıf kendi doğasına uygun yöntemlerle savaşır. Çürüyen bir sınıf olarak burjuvazi ve onun uşaklarının yöntemleri de konumlarına ve karakterlerine uygun. Birbirlerinin açığını aramak, yoksa bile üretmek, sahte tanıklar ve iftira üretmek, burjuva siyaset sahnesinde doğallaşmış ve neredeyse meşruiyet kazanmış “eylemler”… Politik rakibinin işini bitirecek açığı bulmak başta Amerika olmak üzere burjuva demokrasilerinin hepsinde günümüzde artık bir sektör. Çocukluktan -ellerinden gelse “ana karnından”- başlayarak mercek altına alınan siyasi kişiliklerin hiçbir anları bu “titiz” gözetim ve denetimin dışına çıkamaz. Hiçbir şeyi kaçırmamak için adeta bir ordu seferber edilen bu alan, her sınıfın mizacına uygun olarak tahkim edilir, işletilir ve sonuçta doğasına uygun karakterini yansıtan sonuçlar üretir: Politik mücadelede her sınıf kendi yöntemleriyle savaşır! Bu açıdan durumda şaşılacak bir şey yoktur; “dosyalar savaşı” adı verilen “birbirinin kıçını açma” rezilliği, dünyanın her yanında işçi ve emekçiler arasında bile kanıksanır hale getirilmiş, onlara da benimsetilmiş durumda. Teknolojik destekteki yardım elinin bu pislik yarışını hayli kolaylaştırdığı ise ortada…

Baykal vakası

CHP Genel Başkanı Deniz Baykal, malum kasetin piyasaya düşmesinin ardından üç gün boyunca sustu! CHP kurmaylarının bütün zavallı çırpınmalarına rağmen ortalık çalkalanmaya devam etti. Yıllara ve iktidarlara “meydan okuyan” Baykal’a gelince, yeterince beklediğini düşünmüş olmalı ki, bugün basının karşısına geçti: “…Bu kara kampanyaya teslim olmayacağım. Bu hukuksuz ve ahlaksız komplo nedeniyle kimsenin beni sorgulamasına izin vermeyeceğim. Eğer bunun bir bedeli varsa ve bu bedel, CHP Genel Başkanlığı’ndan ayrılmaksa, o bedeli de ödemeye hazırım. Benim CHP Genel Başkanlığı’ndan istifa etmem, hiçbir şekilde bu komploya teslim olmak ya da kaçmak anlamına gelmez. Tam tersine bu bir meydan okumadır. Bu anlayışla bugün CHP Genel Başkanlığı’ndan istifa ediyorum” diye kendince bir şeyler söyledi.

3 gün bekledikten sonra nihayet basının karşısına çıkıyorsun… Olayın varlığını yalanlayamıyorsun! “Yok böyle bir şey!..” diyemiyorsun. “Bu tümüyle aşağılık bir iftira…” diyemiyorsun! Hala kuyruğu dik tutmaya çalışıyor, “Bu komploya boyun eğmeyeceğim!” külhanbeyliği taslıyorsun. Oysa günlerdir, “önümüzdeki günler açısından en karlısı hangisi olur acaba” hesabı içinde olduğun, anında tepki vermeyişinle de ortada.

Deniz Baykal, rezilliklerinin bedelini “koltuktan feragat” ederek ödeyebileceğini sanıyor.

Yaptığı iddia edilen rezilliğin tek bedeli -ya da en ağır bedeli- koltuk mu ki, CHP Genel Başkanlığı’ndan istifa etmekle “en ağır bedeli ödemiş şövalye” pozlarına bürünüyorsun!..

Evliliğin(iz) sürerken eşini sekreterinle aldattığın iddiası ortada duruyor. Üstelik bu sekreter, paraşütle listelere sokulup milletvekili yapılmış. Sen en başta sana yıllarca omuz vermiş eşini ve çocuklarını aldattın!.. Sana inanıp güvenen, seninle aynı dünya görüşünü ve ortak etik değerleri samimiyetle savunan kitleni aldattın. Onlar sorguluyorlar en başta seni!.. Onlara tek söyleyeceğin, onlara vermen gereken hesabın tek bedeli koltuğundan vazgeçmek mi?

Ondan bile ne kadar vazgeçtiğin, ne zamana kadar vazgeçtiğin belirsiz. Hele karşılıklı çıkarların bir “gereği” ve sonucu olarak yıllar içinde oluşturduğun(uz) CHP kastının daha şimdiden ortalığı kaplayan mağduriyet gözyaşlarına ve yalvarmalarına bakacak olursak; çoktan tarihe geçmiş bu “istifa abidesi” -kendisine “sadece partisinin değil tüm Türkiye’nin” ihtiyacı olduğu bu “zor günlerde”- ısrarlara daha fazla dayanamayarak bu “onurlu” kararından cayabilir! Yani her an her şey olabilir!..

Cemaat-imam

Sahi bu arada cemaat ne yapıyor? Olay medyanın diline döküldüğünde, “CHP kurmayları” denilen taşlaşmış bürokrasinin ilk refleksi -yalanlayamayacakları için- olayı daha skandal bir başkasıyla karartmaya çalışmak oldu: Baykal’a suikast yapılacaktı! Ne talihsiz bir açıklamaydı! Umutsuzluğun beslediği çaresizlikle böyle önünü arkasını düşünmeden attıkları “elim sende” refleksi, suikaste ilişkin verilerin bir süredir ellerinde olduğunu açıklamalarıyla birlikte boşa düştü. Böyle bir bilgi bu kadar süredir neden saklanırdı… Aptal zannettikleri herkes bu soruyu sordu ve kolayca yanıtlandı!

İstifanın ardından kulislerde, parti meclisinde gözyaşlarını tutamayan ya da sinir krizleri geçiren sadık partili görüntülerine tanık olduk. Bu sahneler insani bir duyarlılığın ürettiği tepkiler duygusu uyandırmıyor! Etik değerler ve ilkelerden nasibini almamış bir topluluğu göstermenin yanında birbirleri ve birileri olmadan ayakta duramayacaklarını bilenlerin zavallılığını sergiliyor sadece. Bu taşlaşmış kast, varlıkları karşılıklı olarak birbirine bağımlı sabık genel başkanlarını şimdi de yalvar yakar geri dönmeye çağırıyorlar.

İnsan “hak ve özgürlükleri

Yaşananların bir cephesinde “kişisel özgürlükler”in sınırlarının nerede başlayıp nerede bittiği, “kişisel mahremiyet” ya da “insani tutkular ve zaaflar” gibi değerlerin de bir yeri var ve olmalı. Yalnız özellikle kimi köşe yazarları ve liberal aydınlar tarafından gündeme getirildiği biçimiyle değil, tam aksi yönden… “Ahlak”, “etik”, “onur”, “aşk”, “kadın erkek ilişkisi” gibi her biri postmodern bozunuma uğratılmış ilke ve değerlerden söz edilecekse, Baykal’ın bunlardan da sınıfta kaldığı teslim edilmelidir.

Toplumsal hayatın etik ve moral değerleri söz konusu olduğunda siyasi parti liderleri bundan muaf değildir. Aksine, ideolojik olarak sosyal demokrat dünya görüşünün savunucusu olduğunu, emekten ve insan haklarından, kadın haklarından, doğruluktan ve dürüstlükten yana olduğunu söyleyen bir siyasinin toplumsal hayattaki varlığı ve duruşu da buna uygun olmalıdır. Gözler önündeki sahnede farklı, kuliste ve kapalı kapılar ardında farklı davranmak; burjuva politik arenada siyasi parti kisvesi altında toplumsal bir “dava” için savaşıyor görünürken kendi kişisel çıkarları için debelenmek tam da burjuva partilerin özünü gözler önüne serer.

Burada ikilik olmaz; ya dünya görüşüne ve savunduklarına uygun bir yaşam sürer, sözlerinle eylemin birbirini sahtekarca yalanlamaz ya da lafta da olsa savunduğun toplumcu duygu ve düşüncelerinden vazgeçersin. Evliysen evli olmanın gerektirdiği görev ve sorumluluklara uygun bir yaşam sürersin; başka hevesler ve birliktelikler peşindeysen evli olmaktan vazgeçersin. Söz konusu olayda onurları hiçe sayılan her iki eşe, onların duygu ve düşünce bütünlüklerine yapılan saldırıdan ise nedense kimse söz etmiyor.

O görüntüler gerçekse -anında yalanlanmadığına, hatta hala yalanlanmamış olduğuna bakılırsa gerçektir- orada her iki taraf açısından da en yakınlarını ve sevdiklerini hiçe sayarak aldatan bir ahlaksızlık sırıtmaktadır. Verilerin komplocu yöntemlerle ele geçirilmiş olması bu gerçeği ortadan kaldırmaz. Her şey ayan beyan ortadadır ve bunun “kişi hak ve özgürlükleri”yle değil, çürüme ve düşkünleşmenin -bir de önemsizleştirme gayretiyle- düpedüz meşrulaştırılmaya çalışılmasıyla ilgisi vardır.

Kimileri Deniz Baykal’ın yaptığını “özgür bir ruhun kaçamak kanat çırpışı” olarak gösterip “insanileştirmeye” çalışıyor. Siyasi çizgisi başta olmak üzere tutuculuğun ve statükonun sembolü haline gelmiş Baykal, sadece bu konuda mı “özgürleşip” sınır tanımaz bir anarşizme kayıyor? Bunu anlamamız ve içimize sindirmemiz neden bu kadar çok isteniyor? Yapmayın! Ortadaki gerçeği eğip bükerek ondan işimize gelen yanları cımbızlayarak bu rezaleti meşrulaştırabilme imkanı yok! O zaman Hüseyin Üzmez‘lere ya da AKP‘nin gırtlağına kadar rüşvete ve yolsuzluğa batmış yiyicilerine söyleyeceğimiz olmaz!

Daha fazlası

İlgili

Ayrıca bak..

Close
Close