GENÇLİK

Gençlik Hareketinin Ruhu

mutze2Gençlik hareketi, yılların durgunluğundan silkelenmeye hazırlanıyor adeta.

 

Kitlesel olsun/olmasın son dönemde gerçekleşen eylem ve protestoları ile, burjuvaların olduğu kadar, emekçilerin de önemli gündemlerinden biri oldu. Bu süreci, Tayyip’le rektörlerin toplantısının protesto edildiği gösterilerle (Dolmabahçe protestoları) başlatabiliriz. Ardından,Süheyl Batum ve Burhan Kuzu’ya dönük Ankara Siyasal Bilgiler Fakültesi’nde yaşananlarla (8 Aralık), süreç belirginleşti. Sonra, Tayyip ve kalabalık bir AKP heyeti Bilim ve Teknoloji Yüksek Kurulu toplantısını bahane ederek, ODTÜ’ye çıkarma yapmaya kalkıştı. Adeta 8 Aralık’a yanıt niteliğini taşıyan bu çıkarma, öğretim görevlilerini de kapsayan bir kitlesellikle ve militan bir tavırla yanıtlandı.

Tüm bu eylem ve protestolarla kamuoyunun gündemine oturan gençlik hareketi, hükümet ve YÖK’ün, “demokratik açılım” gösterilerine neden oldu. Önce Cumhurbaşkanı Ankara’daki üniversitelerin ÖTK’ları ile görüştü, hemen ardından YÖK Başkanı ve sonra da taa Erzurumlar’da Tayyip-ÖTK buluşması gerçekleştirildi. Ardı ardına gerçekleşen tüm bu “açılım” perdesi, komünist ve devrimci gençlik örgütlenmelerinin militan protestoları ile karşılandı. Tabi ki vahşi polis saldırısı ile birlikte… Artık cılkı çıkan o “demokratik açılım” söylemlerinin ne menem bir anlam taşıdığı, bu defa gençlik hareketi tarafından, bizzat sokağın dili ile teşhir edilmiş oldu!
Sermayenin temsilcilerinin tüm bu sürece yaklaşımı; bir taraftan, gençliğin biriken öfkesini emecek göstermelik kanallar açmak; bir taraftan da, vahşi polis terörü, soruşturma ve uzaklaştırmalar ya da üniversiteyi kışlaya dönüştürecek sayısız düzenlemeye yenilerini eklemek oldu (Mesela İstanbul Ünivesite’sindeki üst arama genelgesi gibi).

Aslında sermaye temsilcilerinin gençlik hareketindeki bu çıkışlara hazırlıksız yakalandığını söyleyebiliriz. O yüzden de hem dizginsiz bir devlet terörü ile püskürtmeye çalıştılar, hem de artık karikatüre dönen “açılım” politikasını apar topar bir de bu alanda “açmak” zorunda kaldılar. Fakat ortaya çıkan tepkinin niteliğini iyi okuyamadıklarından, her iki yaklaşımda da çuvalladılar. Çünkü her ikisi de henüz sınırlı bir kesimle, daha çok komünist ve devrimci gençlik örgütlenmelerinin ilk elde ulaşabildikleri gençlik kesimleri ile sınırlı olsa da, militan bir duruşla püskürtüldü. Sermaye cephesinden atılan adımlar bizzat sokağın dili ile bozuldu! Sadece bozulmadı! Gençlik hareketi henüz sınırlı da olsa bu ilk kıpırdamalarla, aslında küçümsenmeyecek kazanımlar da elde etti, her şeyden önce de uzun süredir yitirdiği bir şeyi, kendisine olan güveni kazanmanın ilk adımlarını atmış oldu! Sermaye temsilcilerinin “açılım” gösterilerine başvurmak zorunda kalması bile bu noktadan okunmalıdır. İhtilalci gençler olarak süreçle ilişkilenmemiz bu bilinçle oldu. Tüm süreç içindeki tavrımız, gençlik hareketinin yeniden özgüven kazanmasında ön açıcı bir rol oynama bilincinden beslendi. Tüm dünyayı sarsan “Hak verilmez alınır” gerçeğini, gençlik hareketi şahsında yeniden hatırlatmak, diriltmek anlayışından…

Bu kısa sürecin genel bir muhasebesi bile bu gerçeğin sonuçlarının görülmesi için yeterli veriler sunmaktadır: Gençlik hareketi bu kısa sürede, birkaç hamle ile azımsanmayacak kazanımlara imza attı. Bu tespiti, onun iç zayıflıkları ve sınırlarını da bilerek yaptığımızı belirtelim. Her şeyden önce bu hareket, hem kendi alanındaki daha geniş gençlik kitleleri ile; ama hem de sınıf hareketi ile birleşmek, bütünleşmek zorundadır. Bunu başaramadığımızda yakalanan ruhun hızla kırılması da zor olmayacaktır. Bunu bilerek süreçle ilişkileneceğiz. Fakat bu zayıflıklarımızı bilmek, kısa sürede elde ettiğimiz maddi ya da manevi kazanımların üzerinden atlamak anlamına gelmiyor. Tersine, bu kazanımları görmek, sonraki yürüyüşümüze güç katacaktır, bunu biliyoruz.

Nedir bu kazanımlar?
-Dolmabahçe protestosundan sonraki süreçte, haftalarca kamuoyunun gündeminde kaldık. Bu eylemelerle, burjuva parlamentodan, TÜSİAD da dahil, sermayenin çeşitli kesimlerinin gençliğin sorunları konusunda gevelemeye başlamalarını sağladık. Elbette ki bu durumda sermaye içi çelişkilerin payını yabana atmıyoruz. Ama esas belirleyen dünyada da patlayan gençlik hareketinin yarattığı kaygılardır! Yine bu gündemleştirmenin, bu hareketi sistem sınırlarında tutma arayışlarının ifadesi olduğu gerçeğinin de farkındayız!

-Bu eylemlerle liberal cenahta belirgin bir ayrışmayı tetikledik, liberalizmin gerçek yüzünün teşhirinde üzerinden atlanmayacak bir somutluk yarattık.

-Demokrasi havariliği yapanların gerçek kimliklerini bir de gençlik cephesinden teşhir etmiş olduk! Geniş bir toplumsal kesime, taleplerimizdeki haklılığı ve aynı zamanda bu taleplerin toplumsal karakterini göstermiş olduk.

-Demokrasi oyununda bizzat sistem eli ile oluşturulup, denetlenen ÖTK’ların muhatap alınmasını da aslında biz sağladık! Ve bizzat bu ÖTK’lar içerisinde somut bir ayrışmayı tetikledik! Ülke genelindeki üniversitelerin ÖTK’ları arasından seçilen Ulusal Öğrenci Konseyi içerisinde olumlu fikir ayrılıklarının yaşanmasını sağladık. Çoğunluğunun sistem yanlısı bir tutumla; bizleri, “marjinal gruplar”, “provakatörler” olarak damgalaması ve sistem yanlısı kimliklerini bilinçlerde perçinleyen açıklamalar yapmaları, bu “demokratik kurulların” demokratikliğinin niteliğinin teşhirini sağladı. Öğrenci gençlik hareketinin tarihsel basıncı ile YÖK tarafından atılan bu “demokratik” adımın, hem sınıfsal karakterini; ama hem de bütünsel niteliğini ortaya koymuş olduk. Eski YÖK Başkanı Doğramacı tarafından YÖK’ün yüzünü değiştirmek ve gençlik hareketini denetim içinde tutmak maksadı ile oluşturulan ÖTK’ların gerçek niteliği, bizzat ÖTK temsilcilerinin açıklamaları, duruşları ve bir bütün olarak sergiledikleri davranışlarla bir kez daha teşhir olmuş oldu! Açıklamaları ile onların demokrasi algılarının sermaye için demokrasi ile sınırlı olduğunu açıktan deşifre etmiş oldular!

Yanısıra ÖTK’yı da içerden sarsıp, ayrıştırdık! Kimi üniversitelerin ÖTK temsilcileri, sistem yanlısı söylemin dışına çıkıp bizlerden yana tavır koydu. Galatasaray Üniversite ÖTK’sı, Yıldız Teknik Üniversitesi ÖTK’sı, Tunceli( Dersim) Üniversitesi ÖTK’sı …vb., devrimci öğrencilerden yana tavır koyarak; ÖTY’yı bizzat içerden teşhir etmekle kalmayıp yapılan edilenin sahtekarlık olduğunu da sergilemiş oldular! ”Hiçbir öğrenci arkadaşımız marjinal olarak nitelendirilemez”, “Polisin şiddeti hiçbir şekilde haklı gösterilemez”, “Oluşturulan yemek ortamlarında sanki YÖK Başkanı lütuf etmişçesine muhatap alındıklarında, teşekkür edilmesi acizliktir”, “Oluşturulan görüşme ortamları samimiyetsiz ve sahtedir”, “YÖK gibi darbe ürünü olan kurumların kapatılması gerekir.” ( GS üniversitesi) … gibi net açıklamalar, sergilenen tiyatronun gerçek yüzünün anlaşılmasında paha biçilmez değerdedir! Yanısıra, “Şerzan Kurtların polis kurşunu ile katledildiği”nin dile getirilmesi, Tunceli Üniversitesi’nde Zazaca ve Kırmançi’nin seçmeli ders olarak alınmasına dönük yapılacak ön toplantının Özel Harekat Timleri tarafından basılması, şiddet uygulayıp terörize etmesi karşısında öğrencilerin taş atmak gibi fiili cevaplar vermesinin meşru olduğunun söylenmesi, ana dilde eğitim talebinin dillendirilmesinin haklı ve meşru olduğunun ifade edilmesi, İstanbul Üniversitesi’nde yaşandığı gibi okullara polisin girmesinin ne gibi sonuçlar doğuracağının somut olarak görüldüğü ve okullarda polis istememekle haklı olduğumuzun ifşa edilmesi, eğitimin parasız olması gerektiğinin vurgulanması… gibi söylem ve talepler de aynı şekilde marjinalize edilmeye çalışılan taleplerimizin ve duruşumuzun toplumsal karakterinin anlaşılmasını sağlayan önemli çıkışlardır .

Kısacası, çoğunluğun sınıfsal karekterlerine uygun olarak sistemle aynı literatürü kullanmalarına rağmen, bizler gibi düşünen/düşündürdüğümüz ya da en azından düşüncelerini açıklamalarında dolaylı yollardan cesaret verdiğimiz ÖTK’lar da oldu. Kazanım elbette ki üç beş tane ÖTK’nın ağzından çıkan olumlu sözlere indirgenemez. Ancak mücadelemizle onların düşüncelerine de sirayet etmiş olmamız, en azından cesaretlendirmiş olmamızın önemi de yabana atılamaz!

Burada kazanımın bir ayağı üniversiteleri sisteme yedeklenmeyi hedefi ile oluşturulan ÖTK’ların gençlik hareketinin gerçek taleplerini ifade edip bizlerin meşruiyetimizi vurgulamalarıyken; bizim mücadelemizin somut etkilerini taşıyan bir gencin, biz devrimci ve komünist gençlerin kullanamadığı TV gibi geniş kitle iletişim aracı üzerinden bizim taleplerimizi dile getirmesidir.

-Bir diğer kazanımız da, üniversite yöneticilerine, ayaklarını denk almaları gerektiğini hatırlatmış olmamızdır. Şöyle ki; soruşturma, uzaklaştırma terörüne başvururken, bir kez daha düşünmeleridir. ÖGB’ lerin eskiden olduğu gibi her istediklerini yapabilmelerinin önüne geçilebilmesidir. Daha somut olarak konuşursak eğer, ODTÜ Rektörü’nün çatışmanın yaşandığı anda okula polisi sokmaması/sokamamasıdır. Bu hem ODTÜ’nün geleneğinden kaynaklanır; hem de öyle bir şeye yeltendiğinde karşılaşabileceği rektörlük işgalinden korkmasından…

-Farklı bir kazanım ise üniversitelerde sivil faşist-ırkçı-Ergenekoncu… içerikte çalışma yürütenlere, ayaklarını denk almalarını hatırlatmış olmamızdır. Sermayenin ve devletin tahrik etmek için, nabız yoklamak için girmeye çalıştığı üniversitelere TGB, ADD gibi temelinde faşist yapılanmalarında bu fırsattan nemalanmak isteyerek girmelerinin önüne geçildi. Gerek fiili müdahaleler ile gerekse onların yükselen hareketten korkarak ayaklarını denk almaları ile.

-Adeta bir turnusol kağıdı misali renk atan reformist grupların maskelerini bir kez daha düşürmüş olduk. En son YÖK protestosunda somut olarak görüldüğü gibi, kavga kaçkınlıkları gözler önüne serildi.

Gençlik hareketinde son yaşananlarla, kitlesel ve militan bir mücadele hattında ısrarcı olduğumuzda ‘68 ya da ‘78 gençlik kuşaklarının ruhunu yeni koşullarda yeniden üretmemizin mümkün olduğunu bir kez daha hissettik. Dünya gençlik hareketinin kitlesellik ve militanlıkla öne çıkan eylemlerine baktığımızda, henüz yolun başında olduğumuzun farkındayız. Ancak Türkiye gençlik hareketinin uzun yıllara yayılan drugunluğu ile düşündüğümüzde bu sürecin önemini ve anlamını kavramamız da mümkün olacaktır. Kısa sürede bilinçlere kazınan, “En küçük bir kazanım bile dişe diş bir kavgayla mümkündür” gerçeğinin bilinçlerimize kazınması bu koşullarda tarihsel önemdedir.

Tüm bunlarla birlikte bu süreçte geleneğimiz ve kimliğimizle tutuğumuz yerin altını da çizmek gerekiyor. DPG isminin gerçek sahibi ve temsilcisi olduğumuzu bizzat hayatın içinden göstermiş olduk. Bu yolda yürüyecek, büyüyecek, fethedeceğiz!

http://www.komunarca.org

Daha fazlası

İlgili

Close