Genelde kapitalist işletmelerle pazarlama şirketleri aynı yaş grubunda olanların ortak özelliklerine bakarak strateji oluşturmaya çalışıyorlar. Bütün dert “gençlere nasıl ulaşabiliriz”de düğümleniyor. Belki de en başta söylenmesi gereken Z kuşağı olarak tanımlanan genç kitlenin genelde homojen bir grup olarak ele alınmasının sakatlığı
Zehra Hasan
Bir “Z Kuşağı” edebiyatıdır gidiyor.
Genelde kapitalist işletmelerle pazarlama şirketleri aynı yaş grubunda olanların ortak özelliklerine bakarak strateji oluşturmaya çalışıyorlar. Bütün dert “gençlere nasıl ulaşabiliriz”de düğümleniyor.
Bütün bu yönelimlerde, sosyolojik çalışmalar ve piyasa araştırmalarında, aynı yaş kuşağının üyeleri olarak gençlerin ortak yönleri üzerine odaklanma söz konusu.
Belki de en başta söylenmesi gereken Z kuşağı olarak tanımlanan genç kitlenin genelde homojen bir grup olarak ele alınmasının sakatlığı. Bütün ortak yönlerine karşın homojen bir topluluk olmayan gençlik içinde de kendisini çarpıcı biçimlerde gösteren sınıfsal ayrım ve farklılıklar es geçiliyor. Örneğin bu kuşak “bilgisayarla haşır neşir, iletişim teknolojilerine hakim, vb” bir kuşak olarak tanımlanıyor ama hem dünyada hem de gelişmiş olanlar dahil bütün kapitalist ülkelerde milyonlarca gencin bilgisayar ya da tableti hayatlarında görmedikleri gerçeğinin üzerinden atlanıyor.
Zaten daha çok pazarlama ve reklam amaçlı bu kuşak tanımlamalarında orta sınıf gençliği baz alınıyor. Gerek bu kuşağın “ortak özellikleri” olarak çizilen profillere gerekse medyada ve sosyal medyada öne çıkan/çıkarılan “temsilcilerine” dikkat edin hepsi hali vakti yerinde ailelerin çocukları.
Diğer yandan her kuşak kendinden öncekilerle kıyaslanıyor. Kullanılan ölçülerin öznelliği de bir yana, her kuşağın yetiştiği dönemin tarihsel koşullarındaki farklılıklar bir tarafa bırakılıyor bu düzleştirici idealist yaklaşımda. Daha önce “Y kuşağı” olarak adlandırılan 1980 sonrasının kuşağı gibi “Z kuşağı” olarak adlandırılan 2000’li yıllarda doğmuş kuşak da mutlaka ’68 kuşağı gibi tarihe damgasını vurmuş politik bir kuşakla karşılaştırılıyor. Kuşakları birbiriyle tokuşturmanın kendisi saçmalık. Ayrıca sonrakileri ’68 kuşağıyla karşılaştırarak bu nesillerin “yeterince politik olmadığı, siyasetle ilgilenmeyen, kendine dönük yaşayan, vurdumduymaz ve kayıtsız gençlik” olarak tanımlanması gerçeği yansıtmıyor. O zaman “Gezi nereden çıktı” diye sormak gerekiyor. Gezi’nin omurgasını “yeterince politik bulunmayan Y kuşağı” oluşturmadı mı? Şimdilerde de Şili’de, Lübnan’da, dünyanın dört bir yanına yayılan Floyd isyanları sırasında “Z kuşağı”nın öne çıkışına tanık olmuyor muyuz?
“Z kuşağı” olarak tanımlanan kuşağın da -tıpkı öncekiler gibi- kendine özgü çizgileri var. Bu kuşağın siyaset algısı ve tarzı çok farklı örneğin. Asıl olarak sosyal medyayı kullandıkları bir siyaset yapma biçimi var. İçlerinde siyasetle ilgilenmemenin de bir başka siyasi duruş olduğunu söyleyen kesimler “eğlenceli bir siyaset arayışı” içindeler. Kendilerini ifade etme araçları sosyal medya’dan hip-hop’a, graffiti’den rock’a uzanıyor.
Öte yandan kapitalizmin yapısal krizindeki derinleşme, eğitim sisteminin yaşadığı kriz, öğrenimin ve diplomanın giderek anlamsızlaşması, gelecek belirsizliğinin yarattığı endişe hangi sınıftan gelirse gelsin günümüz gençliğini baştan sona kesiyor. Dünyanın her yerinde genç işsizliği genel işsizlik oranının çok üstünde.
Ömrünü doldurmuş çürüyen bir sistem olarak kapitalizm en fazla genç kuşakları boğuyor, en başta her şeyi metalaştırıp paraya endeksleyerek, bu barikatı aşanların karşısına devlet terörü ve yıldırıcı önlemlerle çıkarak onların kendilerini özgürce ifade edebilmelerinin önünü kesiyor; yeteneklerini köreltip tek yanlılaştırıyor, umutlarını ve potansiyellerini öldürüyor. Sadece gençliği değil insanlığın genelini çürüten bu kahrolası sistemi tarihin çöplüğüne süpürebilmek için bu gençliğin kazanılması gerekiyor. Daha doğrusu onları anlayarak onlarla omuz omuza dövüşülecek yolları onlarla birlikte arayıp bulmamız, sabırla ilmek ilmek örmemiz gerekiyor. Bunu başarabilmenin ilk koşulu ise genç kuşaklara ilişkin önyargılarımızı, tutucu anlayış ve alışkanlıklarımızı bir yana bırakarak arkadaşlaşmaktan geçiyor. Bunu başaramadığımız sürece “Gençlik gelecektir” sloganını tekrarlamayı sürdürür ama o geleceği bir türlü kucaklayamayız!
***
“Ego Nesli” 2013, genç Almanlar ve Avusturyalılar arasında hayatlarının anlamı üzerine bir soru sordu, cevap: “Hayattaki amacım her gün yaşamak.”
Gençlik araştırmacıları Bernhard Heinzlmaier ve Philipp Ikrath, “Ego Nesli” adlı çalışmalarında 21. yüzyılda gençliğin değerleri hakkında yazıyorlar: “Bugün, gençler genelde düşünüldüğü gibi bir değer boşluğunda yaşamaktan ziyade yeni değerler geliştiriyor.” Araştırmacılar aynı zamanda değer değişikliğinin değer kaybından daha belirleyici olduğunu vurguluyor.
Heinzlmaier ve Ikrath değer değişikliği olgusunu, gençlik için artık neredeyse hiç rol oynamayan siyasi sorunların yerini moda, müzik, spor ve sosyal medyanın aldığını söyleyerek açıklıyor.
En iyi sporcuların, pop müzikçilerin, aktörlerin ve mankenlerin rol model olarak görüldüğünü ifade eden araştırmacılar, son yıllarda yapılan bazı gençlik çalışmalarına göre, ebeveynlerin, büyükanne ve büyükbabaların gençlik rol modelleri arasında hala güçlü bir şekilde temsil edildiğini de ekliyorlar. Boşanmayla sonuçlanan evliliklerin sayısının giderek artması, gençlik için aile uyumunun önem taşımasında büyük rol oynuyor.
“Gençlik ve Politika” başlığında, “eski 68’liler” olarak faaliyet gösteren aktivistlerin pragmatist/bireyci çocuklar ve gençler üzerinde çok az etkide bulunduğu dile getiriliyor. Örneğin, siyasete karşı az da olsa ilgili olan genç kesim, siyasi hareketlere, sendikalara ve partilere karşı mesafelerini koruyor.
’68 hareketinin öğrenci kesimi, iş piyasasında şansları konusunda neredeyse hiç endişelenmese de bugünün gençleri iş piyasasında pozisyon yarışı halinde: İş piyasası onlardan mükemmel bir CV, yabancı dil bilgisi ve ek nitelikler talep ediyor. Giderek okullaşan üniversite sistemi, zorunlu dersler ve inanılmaz yüklü ders programları gençleri hayattan bezdiriyor. Gençlik araştırmacıları bu durumu şöyle özetliyor: Bütün bunlar sosyo-politik katılımı zorlaştırıyor. Bugünün genç protestocuları, hayal kırıklığına uğramış pragmatistler olarak gelecekleri hakkında ihanete uğramanın, kötü bir dünyadan daha endişe uyandırıcı olduğunu düşünüyorlar.
“Her günü, her anı sonuna kadar yaşamak”
“Ego Nesli” 2013, hayatın anlamını “her günü yaşamak” olarak özetliyor:
2020’de üniversiteli gençlerle yapılan röportajlarda öğrenciler gelecek kaygılarını kabaca bu sözlerle özetliyorlar.
Genel anlamda eğitim sisteminden şikayetçi olan öğrenciler, lise döneminden bu yana eğitim sisteminin sürekli değişmesi ve her dönem “tecrübe tahtası” olarak kullanılmalarından ve hala oturmuş bir sistem yaratılamamasından şikayetçi.
Gelecek sadece belirli insanlar için mi iyi?
Almanya’da öğrencilere geleceğe dönük çok fazla seçenek sunulmasının, gençlerin toplum için aslında hiçbir “getirisi” olmayan dallarda profesyonelleşmesine yol açtığını savunan bazı öğrenciler, artı değer üretemeyenlerin “ruhlarının köreldiğini” ve bu yüzden geleceklerinin çok iyi olmadığını düşünüyor.
Diğer bir deyişle, gençlerin artık üniversiteyi hem sevdikleri hem de kendilerine bir gelecek vadeden bölümleri tercih ederek öğrenim görmedikleri, çoğunluğunun iş bulma olanağı zayıf olduğu için kapitalist üretimin mantığına ve gelinen noktadaki tercihlerine de uygun olarak hızla iş bulabilecekleri bölümler tercih ettikleri gerçeği belirgin.
Örnek olarak öğretmenlik, mühendislik veya eczacılık gibi dalların toplum için önemli, aynı zamanda ileriye dönük düşünüldüğünde “garantili” meslek dalları arasında olduğunu belirten bazı öğrenciler, mesela Latin dilleri ve edebiyatı gibi dalların bu dalı seçen kişiye maddi açıdan bir getirisi ve geleceğe dönük güvencesi olmaması durumundan şikayetçi. Üniversite sisteminin uyguladığı baskıdan da yakınan birçok öğrenci, sınav sisteminin değişmesi gerektiğini vurguluyor.
Ayrıca üniversiteli öğrencilere sunulan maddi destek yasasından (Federal Eğitim Yardımı Yasası, Bafög) her öğrencinin yararlanamaması da büyük bir sorun oluşturuyor. Okul ve üniversitelerde hiçbir şekilde “insan olma”nın öğretilmemesinin, geleceğin “robotlaşma”sına neden olduğunu ve insanların duygusal anlamda köreldiğini de ekliyorlar.
Eğitim sürecinin yanı sıra, iyi bir yerde iş bulabilmek için “adamlarının” olması gerçeği de yine çok büyük bir problem olarak görülüyor. Üniversite döneminin başladığı andan itibaren kafalarını kurcalayan bu sorun nedeniyle sayısız staj yapmak zorunda kalıyorlar. Geleceğin sadece belirli insanlar için iyi olabileceğini düşünenler, belirli iş alanlarının, aslında insanlık için çok önemli olan dalların devlet tarafından desteklenmediğini ekliyor. Gençler, “İnsanlar ömür boyu mutsuz olmamak için sevdikleri ama hiçbir şekilde gelecek vadetmeyen dalları seçiyorlar” diye belirtiyor.
Korku mücadele karşısında büyük bir engel
Eczacılık Fakültesi’nden genç bir kadın öğrenci, geleceğe dönük bir garantisi olmadığını, geleceğin belirsizliklerle dolu olduğunu düşünüyor:
Okulu bitirdikten sonra hangi dalı seçersen seç hep “üstünün” ideolojisine göre çalışmak, onunla ters düşmemek zorundasın. Bu durum bir kilitlenme haline, dolayısıyla körelmene yol açıyor. Çünkü eğer üst kademelerle ters düşmek istemiyorsan yeteneklerini, yaratıcılığını, yeni fikirlerini baskılamak zorundasın.
İş hayatındaki hiyerarşik sistem devlet örgütlenmesinin neredeyse doğrudan yansıması. Bu durumu değiştirmeye kalktığın ya da değiştirme yolunda küçük de olsa adım atıp başkaldırdığın zaman işinden olma riski çok fazla. Bu, birçok çalışanı mücadeleden, mücadele etmek gerektiği fikrinden uzaklaştırıyor.
Korku mücadele karşısında büyük bir engel. Korkunun yanı sıra insanlarda bir bıkkınlık da söz konusu. Çünkü devlet örgütlenmesini andıran bu hiyerarşik durum kendini her anlamda hissettiriyor, hayatın her alanında bu dikenli çemberlere takılıyoruz. Biri bitse diğeri başlıyor… İnsanlar bir süre sonra yorgun düşüyor ve herhangi bir değişikliğin yaşanabileceğine inanmamaya başlıyor. Belki de başlarda daha kolay, ama gençler bu noktaya geldikten sonra bir şeyleri değiştirmek bayağı zor.
Gençlik ve sokak
Bir İşletme öğrencisi, bir şeyleri değiştirmek için mücadeleden, geniş gençlik kitleleri olarak sokağa çıkmaktan uzak durmanın nedenleri şurada görüyor:
Gençlerin sokağa çıkmamasının sebebi bugünkü modern yaşam imkanlarının genişliği. Dijitalleşme, virtüel yaşam ve sosyal medya sayesinde gençler her dakika çok fazla bilgiye ulaşabiliyor. O kadar çok enformasyonla karşı karşıya kalıyor, o kadar çok haber bombardımanına uğruyor ki, gerçekten ciddi ve önemli konulara karşı bir bağışıklık geliştiriyorlar –Politikverdrossenheit. Bunu en somut olarak küçük kardeşimde gözlemliyorum. Elinden telefon düşmüyor, gün boyunca internetle haşır neşir oluyor. Özellikle TikTok’un instagram sayfalarında çok vakit geçiriyor, çünkü bütün yaşıtları bu sayfalara üye… Yani medya ve internet insanların ruhlarını ve bilinçlerini yönlendiriyor.
Mesela siyahlara dönük ırkçı yaklaşım -George Floyd’un vahşice katledilmesi- karşısında birçok genç sokaklara çıktı. İnsanlar senelerdir sokakta ve hiçbir konu bu kadar fazla sayıda genç tarafından ciddiye alınmadı. Böyle olmasının en önemli nedeni bütün dünyada gençliğin geleceksizliği ise bir diğeri de instagramın da bu konuyu bloggerler, stilistler ve makyözler aracılığıyla paylaşması. Bu cinayet bir anda trend haline geldi.
Çok net olarak söyleyebilirim ki, genel olarak medya gençlik üzerinde çok etkili. Mesela Afrika’daki açlık sorununu dile getiren videolar izlediğimde çok üzülüyorum ama bunun için sokağa çıkmayı düşünmüyorum.
Nedeni açık değil mi? Genel olarak insanlar yakınlarında olmayan, bizzat yaşayarak canlarını yakmayan şeyler için sokağa çıkmanın pek bir şey değiştirmeyeceğini düşünmeye eğilimliler.
Öte yandan, Almanya’da ırkçılığın gençliğin içinde bulunduğu neredeyse her alanda kendini gösterdiğinin altını çiziyorlar. Bir “yabancı” olarak sürekli dışlanmayla karşı karşıya olunduğunu söyleyen birçok öğrenci, iyi bir sonuç elde edebilmek için bir Alman’la kıyaslandığında çok daha fazla efor sarfetmek zorunda.
Röportajlar arasında Türkiyeli bir öğrenci bu konuya yönelik şunları söylüyor:
16 yaşlarımda içinde bulunduğum sistemin kötülüğünün farkında değildim ama şimdi düşündüğüm zaman bir yabancı olarak Alman öğrencilere göre çok daha fazla çaba göstermeliydim okulda. Yabancı öğrencilerin tembel ve yaramaz olduklarına dair bir önyargı gelişmişti öğretmenlerde ve bunu kırmak çok zordu. Yaşlı Alman öğretmenler çok acımasızdı ve ırkçı eğilimleri de vardı ama bunların normal olduğunu varsayıyordum ve o yüzden hiçbir zaman bir şeyleri değiştirmek gibi bir düşüncem olmadı. Çünkü ailem de bu konuda hiçbir zaman çaba göstermedi, ben de üstelemedim.
Başka bir öğrenci bir “yabancı” olarak geleceğini Almanya’da görmemesini, seçtiği meslek ve içinde bulunduğu ortamdan bağımsız olarak hayatı boyunca “ikinci sınıf insan muamelesi” görmek istememesiyle açıklıyor.
Sistemin “birbirinin tıpkı aynısı olmak/aynılaşmak üzerine kurulduğunu” söyleyen bazı gençler, bunu değiştirmenin sistemi çökertmek anlamına geldiğini, içinde yaşadıkları sorunları insanlara anlatmanın çok zor olduğunu ve “zaten bir yabancı olarak ciddiye alınmadıklarını” savunup, “bir şeyleri nasıl değiştirebiliriz ki, kim bizi dinler?..” diye yakınıyor.
Sisteme karşı mücadele açısından bugünkü neslin geçmiş nesillere nazaran “aslında” daha avantajlı olduğunu söylüyor kimi öğrenciler. 14-18 yaş arası gençlerin birçok şey hakkında bilgi sahibi olabileceklerine vurgu yapan öğrenci gençlik, sosyal medyanın bu konuda önemli bir rol oynadığını belirtiyor. Milyonlarca takipçiye ulaşan “influencer”ların* gençliğe ulaşabilmek için başvurdukları yaratıcı yöntemler de bu konuda büyük önem taşıyor.
Televizyonun objektif olmadığını ve gençliğe kesinlikle hitap edemediğini belirten bir Hukuk öğrencisi, asıl olarak bu nedenle gençlerin kendi “habercilerinin” sesine kulak verdiklerini, bilgilenmek için onlara başvurduklarını söylüyor:
Influencerlar gençlerin ilgisini çekebilmek için kafa yoruyor, yaratıcılıklarını konuşturuyorlar. Çünkü reklam gelirleriyle şirketlere para kazandırdıkları gibi kendileri de bu işten para kazanıyorlar. Influencerlar milyonlara ulaşabilmiş insanlar ve ne deseler kabul görebilecek bir statüleri var. Aslında gençleri kitlesel olarak mobilize edebilecek potansiyele sahip tek grup diyebiliriz.
Motivasyon, mobilizasyon ve potansiyeller
Bugünkü nesli mobilize edebilecek potansiyele sahip tek grup olarak görülen influencerlar hakkında ise “kendilerini dinletiyorlar” ifadesini kullanıyor üniversiteli. Günümüz gençliğinin motivasyonunun diğer nesillere oranla daha yüksek olduğunu gözlemleyen üniversiteli arkadaşlarımızdan biri, özellikle 16-18 yaş grubunun istedikleri hayatı yaşayabilmek, ilgilendikleri alanda aktifleşmek için gereken her şeyi yapabilmek uğruna bütün güçlerini harcayacaklarını da ekliyor:
…Çünkü kendi isteklerini çok önemsiyorlar. Yani insanın bir fikrinin olması adeta bir zorunluluk haline geliyor, bu nedenle bu nesil bir önceki kuşağa göre bence çok daha politik. Sosyal medya sayesinde siyasetle ister istemez karşılaşıyor gençler. Bizim dönemimizde bu türden konuları sadece okulda konuşabiliyorduk ama orada bile aktifleşmek, harekete geçmek için hiçbir şey söylenmiyordu. Olayların ciddiyeti bu nedenle silikleşiyor, kayboluyordu.
Sadece hobiler ya da genel yaşam tarzı anlamında değil, siyaset gündemi açısında da influencerlar çok büyük önem taşıyor. Şahsi fikirlerini açık açık şöyleyebilen influencerlar, gençleri bir şeyler yapılması konusunda motive ve mobilize edebiliyorlar, örneğimiz ise çok yakın bir dönemden: George Floyd eylemleri…
Röportajlara bakınca, bugünün gençlerini başka nesillerle kıyasladığımızda en büyük farkın günümüz gençlerinin çeşitli seçenekler ve yaşam alternatiflerinin bolluğuyla baş etmek zorunda olduğunu görüyoruz. Birçoğu, en azından geleceği engellenmeyen orta sınıf gençleri (eğitim, iş ve işgücü piyasaları açısından), yaşamını göreceli olarak uyumlu ve çatışma olmadan gayretle ve hırsla sürdürüyor. Sınırsız, geniş, güvenilir bir dünyada yaşama arzusu, farklı stiller ve çeşitlilikle çarpışıyor. Dünyanın daha belirsiz, dağınık ve kırılgan hale geldiğini, giderek artan şekilde kısa ömürlü moda fenomenleri haline geldiğini ve gençlerin bununla baş etmekte zorlandığını görebiliyoruz.
(*) Influencer: Etkileyici, etkileyiciler