
Samandağ’da 6 Şubat depremi, depremin engelli çocukları nasıl etkilediği ve deprem sonrası yaptığı çalışmalar üzerine konuştuğumuz psikolog Mehmet Can ile yaptığımız röportajın II. bölümünü yayınlıyoruz.
Depremde engellilere vatandaş muamelesi yapılmadığından yakınan Psikolog Mehmet Can ile 6 Şubat depremi, depremin engelli çocukları nasıl etkilediği ve deprem sonrası yaptığı çalışmalar üzerine yaptığımız röportajın II. bölümünü yayınlıyoruz.
Hükümet eliyle ayrıştırıldığımızı fark ettim
Yardımlar için daha çok sosyal medya üzerinden çağrı yapıyorduk. “Arkadaşlar, şu anda mazota ihtiyacımız var, gıda geldi ama ben bu gıdayı dağıtamıyorum çünkü mazot yok.” Mersin’de bir arkadaş ulaşıyor, bir bakıyorum bana bir kamyonet mazot gönderdi. “Arkadaşlar bakın şu köydeyiz. Burada soba ihtiyacı var.” Sağolsunlar çıkıp buraya getiriyorlar. O kadar güzel insanlarla tanıştım ki… Biz çocukluğumuzdan beri ayrımcılığa uğradığımızı düşünüyorduk ama sadece siyaseten ve hükümet nezdinde ayrıştırıldığımızı fark ettim. Avusturya’dan, Japonya’dan, Almanya’dan, Rizelisidir, Kürdüdür, Ermenidir… hiç tanımadığım kültürden, milletten insanlar gelip burada benimle ağladılar. Yani o insanlar benim yanımdaydı ve ben aslında bireysel olarak kimseden farklı olmadığını ben o dostlar sayesinde orada öğrendim.
Ayrıştırdığımız nokta farklıydı. Bunu da nasıl fark ettik? 27. gün, Nurdağı’nda 600 ailelik prefabrik yapı kuruldu ve bir video geldi. Prefabrik yapılar bitmiş. Bu İngiliz tarzı, banliyö evleri oluyor ya, arkasında bahçesi vardır. Peyzaj işleri, yani suni çimlendirme yapıyorlardı bahçelerine. Ben bahçede iki tane soba kurmuşum ve oturup ağlıyorum. Çünkü yağmur yağıyor ve mesajlar geliyor bana: “Samandağ’da evi su bastı ve çocuklarımla dışarıda kaldık”. Ben burada oturup böyle krizler geçirerek ağlıyordum, okulu halka açmışım yardım dağıtıyorum bunu da birey olarak yaparken devlet bir tarafta kendi yandaşlarına prefabrik evler yapıyor. Burada 350-400 kişi kaldığı da oldu bir gecede. Böyle bir süreç atlattık. Sağolsun buraya gelen her tır şoförü dahi bizim yaptıklarımızı verdiğimiz çabayı görünce bir diğerini yönlendirdi. Gelen bir gönüllü, diğerini yönlendirdi.
AFO’cular (Architekturforum / Mimarlık Forumu) her odayı ayrı ayrı böldüler. Numaralandırdılar. Benimle yardımlara çıktılar. İhtiyaçları belirleyip buradan Adana’ya gidip malzeme doldurup gelmeye başladılar. Hollanda’dan biri geldi. Kimi arkadaşlarım günübirlik Antep’e, Adana’ya gidip erzak alıp getirdiler. Bunu 20 gün boyunca yaptık. Biri mesela yarbayımız gelmişti. Serinyol’da görevli. Adam şahit olmuş çalışmalarımıza. Her gün Serinyol’dan habersiz -sorumluluk alarak- üç askeri kamyonla buraya geldi. 1,5 ay boyunca her gün adam buraya erzağından battaniyesine, umumi tuvaletlerinden çadırlarına… askerleriyle birlikte geldi. Nurdağı’nda her şey 27. gün bitmişti. Orada o insanlar yirmi yedinci gün o prefabrik yapıya taşındılar. Sosyal marketleri vardı, eczaneleri vardı. Her şeyleri vardı. Nurdağı dediğimiz AKP’nin tabanı. Antep Belediyesi yıllardır AKP’de. Fatma Şahin eski bakanlardan ve orada sanayici de çok. Misal bizim burada bu kesimden çok siyasetçi yoktur. Mesela şu an devlet nezdinde daha çok Reyhanlı, Kırıkhan, Serinyol, Altınözü taraflarından siyasiler mesela bu yardımları yönlendirirken ben de olsam önceliği kendi topraklarıma, kendi köyüme veririm. Ama önce orası, oradan dönenler bize geldi.
Alınteri: Oradan dönenler size geldi?
Mehmet Can: Evet aynen öyle oldu fakat devletin yönlendirmesinden çok tır şoförleri beni arıyordu. “Ya hocam burada ben sokaklara döküldüğünü görünce içim acıyor. Ben oraya gelirsem ceza yerim. Sen buraya gelebilir misin?” diyordu. Ben de adamın yanına gidiyordum. Dolduruyor arabaya buraya getiriyordum. Sosyal medyada paylaşım yapıyordum. Görenler destek oldular sağolsun gönderdiler buraya.
Alınteri: Peki depremde ailesini kaybetmiş engelli çocuklar var mı burada?
Mehmet Can: Yok burada bunu yapamıyoruz ama aileleri var. Aileleriyle mesela o sürede psikososyal yardım desteği verdik. Bunları akrabaları sahiplendi bizler de onların yanında destek olmaya çalıştık.
Doksan yaşımızda bile uyuduğumuzda o depremin sarsıntısını hissedeceğiz
Alınteri: Şimdi ben biraz dolaştım, baktım. İnsanların psikolojisi iyi değil. Onu atlatabilmek de kolay değil. İlk hengameyi atlattıktan sonrası size psikolojik destek talebi geldi mi?
Mehmet Can: Çok çağrıda bulundum ama dediğim gibi öyle bir yıkım ki burada ne psikolog kaldı, ne uzman… Benim şansım kardeşimin olması o da aileyi toparlayıp Mersin’e gitti. Ben de burada rahat bir şekilde koşturabildim. Bir de çevre geniş olduğu için çok yerden destek geldi. Gönüllü ekipler de geldi. Gönüllü psikolog da geldi fakat insanlardan öyle bir talep gelmedi. Çünkü çoğu şehir dışındaydı ya da kendi acıları vardı, kendi travmaları vardı. Bunlarla uğraşırken şunu yapıyordum. Yardıma çıkarken mesela bir köye gidiyordum. Oradaki çadırlarda ya da arabalarda kalıyordu insanlar. Dağıtım yapılırken kalabalık geliyordu. Arkadaşlar dağıtımı yaparken ben o kalabalıkla oturup “Bakın gelecek haftadan itibaren sizde uyuz başlayacak. Çünkü hijyen konusuna dikkat etmiyoruz. Evet sularımız yok ama sürekli erzak istiyorsunuz. Temizlik maddeleri isteyin. Mesela çocuklar için bit şampuanı…” diyordum. Elden geldiğince temiz kalma yönünde onları uyarıyorduk. Mesela gittiğimiz yerde çöplük vardı. Onlara anlatıyorduk: “Arkadaşlar, Samandağ’da şimdiye kadar turizm olmadı. Sanayi olmadı. Tamam canlarımız gitti. Evlerimiz gitti. Ama narenciyelerimiz duruyor. Topraklarımız duruyor, denizimiz duruyor…” diyorduk. Zaten normalde ekonomik olarak dışa bağımlı bir yerdeyiz. Yani bizim orada on yedi yaşında, on altı yaşında çocuklar Arabistan’a gönderilirdi. Ve o dönemden itibaren çocuklar çalışarak buraya döviz kazandırırdı. Burada kalanlar da çiftçilik ya da balıkçılık yapar. Biz geçimimizi böyle sağlarız.
Samandağ’da insanlar belki de şoktan kaynaklı olsa gerek, o psikolojiye çok kolay girdiler ve çok kolay benimsediler. Oysa aradan 4 ay geçmiş. Sabah mesela siz gelmeden önce ben dağıtım yapıyordum. “Biz nasıl toparlayalım? Bittik hocam, bir daha toparlanamayız” diyorlar. Durdum, “Bak, şu anda burada evinin yanında yirmi metrekarelik bir alan var. Bir sıra domates, bir sıra patlıcan, bir sıra biber ekeceksin. Bunları yaparken toprakla oynadığın için rehabilite olacaksın. Aynı zamanda da meşgalen olacak” dedim.
Profesyonel bir danışmanlık olmadı çünkü bu dönemde yapılmaz. Önce insanların bu acılarla yüzleşmesi gerekiyor. Bu öyle ağır bir şey ki. Yani bundan kaçamayız. Biz doksan yaşımızda bile uyuduğumuzda o depremin sarsıntısını hissedeceğiz o atlatma dediğin şey değil. Atlatamayacağız. Onunla yaşamayı öğreneceğiz. O acıyla, o travmayla yaşamayı alışacağız, öğreneceğiz. Herkes “geçecek” diyor, mümkün değil. Psikolog olarak söylüyorum bunu. Gece uykularımız gitti, bizim o panik durumumuz ya da daha da önemlisi o ilk üç gün yaşadığınız şeyleri hiç kimse unutamayacak.
Herkesin çıkardığı ders
Ben psikoloğum, bu kadar travmayla çalıştım ama bu öyle öğreticiydi ki… Depremin tabii ki güzel tarafı yoktur. Ama bir ders çıkardı halkımız. O da şuydu: Hepimizin aslında eşit olduğunu gördü. S 90 ile bir adam geliyor mesela restorantın önüne geçtiğinde herkes kapısını açardı. En ön sıra ona ayarlanır. Herkes saygı duyar önünü ilikler. O adamın kendini anlatmasına gerek yoktur. Şimdi geliyor. Torpil yok. Herkes eşit sıraya giriyor. Çünkü çorba alması gerekiyor bu sefer kendini anlatmaya çalışıyor. Anladım. Yetkili, güzel bir insansın. Ama sıraya girmen gerekiyor. Burada bir dayıyı gördüm. Dediğim gibi arabası belki yirmi milyonluk arabaydı. Önce kuyruğu göze alamadı ve gitti. Ama gidecek yer yok. Ekmek alması gerekiyor. Tekrar döndü ve mecburen o sıraya girdi. Sanırım hayatı boyunca alamayacağı bir dersti. Arabasında belki de bir on milyonluk daha para vardı. Parayı saklayacak yeri yok. Arabasında saklıyor parasını. Ama o adam bir ekmek almak için bir saat boyunca bekledi. Belki de onun iki katını koysa yine alamayacaktı.
Ya da burada çok sevdiğimiz arkadaşımız -psikolog odası verdiğimiz- iki ay önce evlenmişti. Ailesi zengindi. Depremin onuncu saniyesi herkes yatağında yakalandı. Yani yeni bir apartman ve adamların kaçmaya fırsatı bile olmadı. Herkes yatağında yakalandı. Oraya gittiler. Beş kat pres olmuş, Sadece kolonlar oturmuş böyle. Babasının kepçeciye bir saatliğine elli bin dolar teklif ettiğine şahit oldum. Benim annem enkazda, benim çocuklarım enkazda. Ben oraya gidiyorum. Bildiğin tehditle, parayla şudur, budur. Yok. Ben kendi enkazımı kaldıracağım dedi. O adamda şunu gördüm. Paranla bile bazen çaresiz kalabiliyorsun, güzel bir öğretiydi aslında hepimiz adına… Şu anda bizimle en basitinden Mersin arasında en azından yüz yıl fark var. İlkel bir dönemdeyiz. Bu ilk dönemlerde daha bariz hissediliyordu. Neden, para geçmiyordu burada, her yer kapalıydı.
İhtiyacım olan çoğu şeyin aslında ihtiyaç değil de lüks olduğunu fark ettim
Biz ateş yakıyoruz… Yolda yürürken misal her şey yollara saçılmıştı. Kıyafetler, patlayan bir duvardan dışarı sarkan koltuk, sandalyeler, çamaşırlar, buzdolabı falan… yürüyoruz böyle enkaz arasında. Bakıyorum ihtiyacım olan şeyler televizyon dışında her şey dışarıda. Maşa. Bildiğimiz maşa. Çünkü ben burada soba yakarken maşa yoktu, elim yanıyordu. “Deprem sana ne kattı?” diye sorarsanız… ihtiyacım olanı almayı ben orada öğrendim. Daha önce olmazsa olmaz dediğim ya da ihtiyacım olduğunu düşündüğüm çoğu şeyin aslında ihtiyaç değil de lüks olduğunu fark ettim. Sadece ihtiyacın olanı alıyorsun.
Mesela kişisel gelişim uzmanlarıyla psikologlardan “fazlalık bunaltıcıdır. Hayatımızda sadece ihtiyacımız olanları tutalım” diye duyarız. Ben onu gördüm. Spor ayakkabım yoktu atılmış bir spor ayakkabısı gördüm sokakta, onu aldım giydim. Maşaya ihtiyacım vardı. Onu aldım. Odun yoktu. Dışarıda gördüğümüz kırılmış, mobilyaraları alıp parçaladı, yaktık. Para geçmiyordu, takas usulü geçerliydi burada. Başka bir dağıtım noktasından beni arıyor, “ya hocam bizim mercimeğe ihtiyacımız var” diyordu. “Benim de nohuta ihtiyacım var” diyordum. Ben ona mercimek o bana nohut gönderiyordu. Biri odun istiyordu. Nohut karşılığında ben ona odun gönderiyordum. Bu şekilde biz bir takas usulüne geçmiştik.
Hatta ben bir buçuk ay sonra ailemi görmeye gideceğim Mersin’e. Alışmışım, dağıtım noktasında suyu alıp yürüyorum. Ya da market patlamış, suyu alıyorum. Alıyorum, açıyorum, böyle bir kafadayım. Giderken Belen taraflarında meyve pazarı kurulmuş. Bir baktım muz, muzu unutmuşum ben. Arabadan indim alıp yiyeceğim. Patates versem karşılığında muz verecek mi bana? Yok burada para geçerliydi. Takas usulü daha güzeldi. Çok daha güzeldi. Ben şu ana kadar para harcamadım. Çünkü para geçerli değil. Geçerli olan her şey takas. Benim öğrendiğim, hayatımdaki fazlalıkların beni nasıl yorduğu oldu.
Alınteri: Bizim aracılığımızla iletmek istediğiniz bir talebiniz var mı?
Mehmet Can: Şuna ihtiyacımız var. Arkadaşlar soruyor hala, çok sağolsunlar. Mesela AFO grubu beş aydır yanımızda, Afyon’dan mesela Şuhut grubu var. Beşiktaş Kabataş Okulları arkamızda. Bunun yanında gönüllü birçok arkadaşımız, “Hocam ne gönderelim?” diye soruyorlar. Bir şey gönderin diyemiyorum. Bir noktada halkımızın artık kendi potansiyelini keşfetmesi gerekiyor. Yani sürekli yardım gelmeyecek. Artık senin kendi potansiyelini keşfedip sorumluluk alman gerekiyor.
Ama bir de işin ikinci yönü var. Burada çoğu kişi işsiz kaldığı için alım gücü düştü. Bir de bunların yanında insanlar çoğu narenciye işinde olduğu için narenciyenin satışı vs. daha ileriki tarihlerde. Alım gücümüz de zayıf. Daha da önemlisi, burada daha önce içme sularımızı normalde yemeklerde kullanabiliyorduk. Ama şu anda içme sularını siyah aktığı için ya da pis olduğu için kimse artık onları yemekte kullanamıyor. Artık her şeyi damacanalarla yapıyoruz. Bazen sular kesiliyor. Lavaboya bile damacana ile girmek zorunda kalıyorsunuz, yemek için keza aynı. Her çadırda 10-15 kişi kaldığını varsayalım. Bu insanların su ihtiyacı var. Ve maalesef Samandağ’da çok ciddi bir su sıkıntısı var.
Kışlık kıyafetler hep geldi. Ama yazlık kıyafetler gelmediği için şimdi insanlar zaten çadır gibi bir yerde kalıyorlar. Havalar da ısınmaya başladı. Havalar ısındığı için o kışlık kıyafetleri kullanamazlar. Yazlık kıyafetlere terliğe ve hijyen malzemelerine ihtiyaç duyuluyor. Bir de kedi ve köpekler için mamaya ihtiyaç var.
Engellilere aslında vatandaş muamelesi yapılmadığını fark ettim
Bizim burada bu çocuklara mental olarak bir destek vermemiz gerekiyor. Ama bu ay yani bir 20 gün önce kurumların açılmasına onay verildi. Ama biz yaklaşık 1,5-2 aydır buradayız. Mesela hocalarım geliyor, hangi hocanın ne gün geldiğini biliyorum. Zihinsel engelli çocuklarımızı buraya getirtiyor, eğitim veriyorduk. Eğitimden kastım şu: Çocuğa depremi anlatıyorduk, sarılıyorduk. Çünkü ailesi sürekli “korkma” diyordu. Adam bunu söylerken titriyordu, çocuk anlaşılmadığını anlıyordu. Ya da fizik tedavi olan, ihtiyacı olanları getiriyorduk ya da sahaya çıktığımızda psikolojik destek veriyorduk. İnsanlara aslında yaşadıkları şeyin ağır ve şu anda yaşadıkları şeyin normal olduğunu kabullendirmeye çalışıyoruz. Engellilerimizle ilgili maalesef Türkiye olarak yani rehabilitasyon merkezleri, dernekleri, federasyonları, engellilerle çalışan ne kadar resmi kuruluş varsa, ne kadar gereksiz ve boş olduklarını gösterdiler. Engelli çocuklarımıza ikinci sınıf vatandaş muamelesi yapılıyor. Daha doğrusu vatandaş muamelesi yapılmadığını fark ettim. Ve lütfen bunun altını çizelim, bu cümlemin de arkasındayım.
Engelli çocuklar için hiçbir adım atılmadı
Bir buçuk ay boyunca engelli çocuklarla ilgili herhangi bir kuruluş, dernek bir adım dahi atmadı. Bu çocuklar çadırda mı kaldı, battaniyesiz mi kaldı… Bu çocuğun ne ihtiyaçları var? Yok. 1,5 ay sonra bana ulaştılar. “Hocam bir şeye ihtiyacınız var mı” diye… Bir grubumuz var ve o grupta yazıyorlar. Oturdum ağzıma geleni saydırdım: “1,5 ay boyunca yoktunuz. 11 ilde toplasam belki de 60-70 rehabilitasyon merkezi var. Sen potansiyellerinin en azından yüzde 20’sini harcasan çadırlarla buraya ulaşman işten değil. Türkiye’nin geri kalan rehabilitasyon merkezlerinin herbirinde belli meblağda para kesip buraya ulaştırırsan kimse şikayet etme”. Yani çadır sorunlarını çözerlerdi bu çocukların. Maalesef çözülmedi. Bu çocuklara ulaşılmadı.
Aslında bu çocuklar ikinci sınıf vatandaş bile değildi. Hiç görmediklerini, hatırlamadıklarını anlamış olduk. Normal bir dönemde haftanın iki günü bu çocuklar buraya getiriliyor. İki saat eğitimle bu çocukları hayata hazırlamaya çalışıyoruz. Bunun yetersiz olduğunu, en azından deprem döneminde bu insanların şunu kavramalarını istiyoruz. Deprem bölgesindeki rehabilitasyon merkezleri bu çocukları haftadan beş gün alsın ki en azından aileler biraz rahatlasın. Çünkü sürekli o sorumluluğu almak… kendi travmasını yaşamıyor aile. Bu çocuklar en azından burada kendilerini daha iyi hissedebilirler. Çünkü sosyal aktiviteler bir tek bu kurumlara kaldı. Biz kendi imkanlarımızla haftanın beş günü bu çocukları getirmeye ve onlarla ilgilenmeye çalışıyoruz.
Hayata Tutun Anılarını Yaşat Platformu
Alınteri: Son olarak eklemek istediğiniz bir şey var mı?
Mehmet Can: Burada şu gün olmuş hala para geçerli değil. Mesela Sühe diye Kadın Dayanışma Kooperatifi’ni kurdum. Şimdi dediğim gibi artık son yirmi gündür bu projeyle uğraşıyoruz. Nar ekşisi, domates salçası, biber salçası, zeytinyağı, sabundur, şudur budur. Biz de kadınlara çağrı yaptık. Onlar buraya gelmeye başladı. Bize getiriyorlar. Biz onlardan satın alıyoruz. O kooperatif üzerinden internet üzerinden satışlarını yapmaya başladık. Burada geliri olmayan gönüllülere bir gelir sağladık. Şimdi mesela karides, ıstakoz ve yengeç çiftliği için Su Ürünleri Fakültesi’yle görüşüyoruz. Onu hayata geçirmek çok zor, bir proje hazırlığı içindeyiz.
Samandağ biberinden Meksika sosuna alternatif pizza ve makarna sosunu üretmek için tesis kurmak için. Onu biz projelendirip sunduk. O gelirse burada, Samandağ’da toplayıp ondan Meksika sosu tarzında bir sos üretmeyi düşünüyoruz. Ayrıca Mustafa Kemal Üniversitesi’yle sağlık köyü kurmak istiyoruz. İçinde fizik tedaviden psikolojik danışmanlığa kadar… zaten ekipler de var. Sanat terapisinden, ergo terapisine, iş atölyelerine, gönüllüler üzerinden yürüyen bir sağlık köyü düşünüyoruz. Çoğu yerde tıkanıyoruz. Devlet yetkilileri destek vermediği gibi maalesef ıncık cıncık şeylerle önümüzü kesiyorlar. Motivasyonumuz düşüyor mu? Düşüyor. Bazen yardım ettiğimiz insanların bile riyakarlığı oluyor. Ama buna rağmen zorlukları aşmaya çalışıyoruz.
Alınteri: Yardım paketlerini dağıtmaya devam ediyor musun?
Mehmet Can: Evet yardım kolilerini dağıtıyoruz. Fakat herkese ulaşamayacağımızı fark ettik. Bir noktadan sonra Samandağ sınırları içindeki 500 aileye odaklandık. 20 günde bir bu ailelerinin evlerine dağıtım yapıyoruz. Bugün beşinci turumuzu düzenliyoruz.
Kooperatife ek olarak şunları söylemek istiyorum. İnsanları harekete geçirip Samandağ’da üretime katarak kendi geçimlerini sağlamayı amaçlıyoruz. Kooperatifimiz kabul gördü, bize bir tesis kuracaklar. Şu an ellerindeki bu malzemeleri satın alıp internet üzerinde satış yapacağız. Daha sonra da kadınlardan oluşan bir ekiple kendi salçamızı, reçelimizi vs. yapıp satacağız. Hayata Tutun Anılarını Yaşat (HATAY) bir platform adı altında gerçekleştiriyoruz. O da SÜHEDİ’ye (SAMANDAĞ) Kadın Kooperatifi’nin kollarından biri.
Bu konuda en azından sizin aracılığınızla satış anlamında ürünlerimizi gönül rahatlığıyla alabileceklerini de iletirseniz Samandağ’a destek amaçlı yardımdan ziyade aslında bunun daha önemli olduğunu düşünüyorum.
Alınteri: Çok teşekkürler.
Mehmet Can: Ben teşekkür ederim.