Başbakan Friedrich Merz kısa bir süre önce “Sosyal devleti şu haliyle finanse etmemiz mümkün değil“ dedi.
Ali Şahverdi
Sosyal yardım (Bürgergeld) alanların sosyal sistemi kullanarak tembellik yaptıklarını söyleyerek, alınacak önlemler sonucu yaklaşık 150 Milyon Euro kar yapacaklarını açıkladı. Sistemdeki tıkanıklığın, ekonomik krizin, işsizliğin suçlusu sosyal devletin bonkör olması imiş!
Oysa Almanya’da 3.900 zenginin finansal varlıkları Üç Trilyon Euro. Bunlardan yılda sadece yüzde bir servet vergisi alındığında 30 milyar Euro bütçeye girmiş olacak. Fakat buna yanaşan yok. Zenginlerden vergi alınması yerine yoksulları tartıştırmak işlerine geliyor.
Sosyal Demokrat Parti (SPD) servet vergisini her seçim öncesi programlarına alsa da, 1998 yılından beri kurulan bütün hükümetlerin (biri hariç) ortağı olmalarına rağmen seçimlerden sonra gündem konusu bile yapmıyor; bugüne kadar da birşey yapmadılar. Hatta büyük sermaye lehine miras vergisi değişikliği SPD’li Maliye Bakanı Peer Steinbrück tarafından hazırlandı. 2016 yılında Merkel hükümeti tarafından yürürlüğe kondu. Bu gelişmeler karşısında seçmenlerin SPD’ye olan güvenini kaybatmesi kadar doğal birşey olamaz. Hükümet ortağı olma sevdası ile elitlerin partisi durumuna gelen SPD sosyal demokrat çizgisini uzun yıllardır terk etmiş durumda.
Sol Parti’nin (Die Linke) oylarını yükseltmesi, sosyal demokratları ne kadar sola çeker henüz belli değil. Fakat, önümüzdeki dönem tarafların netleşeceği ve sorunların sertleşeceği bir süreç olacağa benziyor.
Almanya için Alternatif’in (AfD) Kuzey Ren-Vestfalya (NRW) deki 14 Eylül yerel seçimlerinde oylarını (%14,5) üçe katlaması ve Duisburg, Gelsenkirchen ve Hagen şehirlerinde belediye başkanlıkları için ikinci tura kalması, Almanya’nın batısında ilk defa yaşanıyor.
Seçim sonrasında CDU genel sekreteri Carsten Linnemann özellikle Gelsenkirchen ve Duisburg şehirlerinde Avrupa Birliği ülkesi olan Romanya ve Bulgaristan`dan gelen göçmenlerin sosyal devleti nasıl sömürdüklerini gündeme getirerek, AB serbest dolaşım hakkının değiştirilmesi gerektiğini, “Yoksulların göçü„-” ile mücadele edilmesini savundu. Haftalardır ana akım medya bu ülkelerden gelen göçmenler hakkında yayınlar yapmakta.
13 yıldır Duisburg Belediye Başkanı olan SPD`li Sören Link, AfD’li Carsten Groß`u ikinci turda geride bırakarak tekrar belediye başkanı olurken, Romen ve Bulgar tartışmasına o da katıldı.
Der Spiegel`in Die Linke ile yaptığı röportajda 500 bin kişinin yaşadığı Duisburg`da 26 bin Romanya ve Bulgar kökenlilerin toplumsal huzuru nasıl bozduklarını ve sosyal devleti nasıl kullandıklarını tartışmaya “soldan” katılarak anlatıyor.
Ekonomik krizin sebepleri, gelir dağılımın haksızlığı gibi konular yerine, toplumun en alttakiler üzerine yaratılan gündemler yoksulları, emekçileri de biribirine düşürmekte.
Göçmenler arasında da yerleşik hayata sahip olanlar ile yeni gelenler arasında ayırımcılık baş göstermekte.
Göçmen kökenliler dendiğinde, bunların da homojen bir topluluk olmadıklarını görmek gerekir. 25,2 milyon (Nüfusun %30,4) göçmen kökenlinin yaşadığı Almanya`da siyasi eğilimlerinin de farklı olacağı açık bir gerçek.
Kuzey Ren-Vestfalya (NRW) yerel seçimlerinin yapıldığı gün aynı zamanda (Uyum Meclisi) Integrationsrat seçimleri yapıldı. ilk defa AfD’nin liste oluşturarak katıldığı Integrationsrat seçimlerinde Bochum, Essen, Duisburg, Gelsenkirchen, Herne ve Bottrop’da ikinci, Hagen ve Paderborn’da birinci sırayı aldılar.
Göçmenler arasında AfD’nin oy alıyor olması, gündeme “Toplumun her kesimini kucaklayan halk partisi” mi oluyor biçimindeki tartışmalar ile normalleştirme faliyeti sürdürülmekte.
CDU yakınlığı ile bilinen Konrad Adenauer Vakfı’nın yaptığı bir araştırmaya göre Polanya kökenliler ve Spätaussiedler (Polanya ve Romanya dan sonradan gelen Alman kökenliler) seçmenleri arasında AfD birinci parti tercih ediliyor. Türkiye`den gelenler ve Rusya kökenli Almanlar arasında SPD birinci sırayı alıyor.
Bu tür ankentler önümüzdeki süreçde daha fazla yapılacak gibi, çünkü göçmen kökenliler ciddi oy potansiyelini oluşturmakta.
Önümüzdeki yıl beş eyaletde seçimler yapılacak. Hükümetin karnesi oldukça zayıf. Bir yandan Almanya sanayisi savaş sanayisine evrilirken, yaratılan savaş havası, halkda, gelecek ve güvenlik korkusu yayarak, güvenlik adı altında sosyal haklar budanmakta, “güvenlik” güçlerinin yetkilerini artırmakta, silahlanma ve ordunun güçlendirilmesi en önemli konu olarak yerini almakta.
Bu durum tam da AfD’nin işine gelmekte. Çünkü zaten polis içerisinde ciddi bir taraftarı olan AfD herhangi bir eyalette hükümet ortağı olduğunda, alacağı iç işleri bakanlığı sayesinde kendisine göre biçimleme meşruluğuna ve yetkisine sahip olacak.
Sistemi içerden ele geçirme işini en iyi Türkiye ve Macaristan örneğinde görmek mümkün. Amerika`da Trump nasıl olabileceğini pratiği ile göstermekte.
AfD’nin Almanya’da normalleşmesi demek bütün göçmenlerin ve demokrasiden yana olan herkesin başına nelerin gelebileceğinin hiç bir garantisinin olmayacağı anlamına geliyor.
Bu gerçekliği görerek hükümetin aklını başına toplayıp AfD söylemlerini yerine getirmekten vaz geçmeli. Merkez olduklarını iddia edenlerin ne kadar merkezin sağında olduklarını görmeleri, kendilerine gelmeleri gerekir. Hiç değilse sosyal demokratların.
Yoksa kendilerinin de sonu olacak. Anketlerde görüldüğü gibi …
Duvar Yazısı
Almanya`da sosyal haklar budanıyor, AfD kazanıyor! Ali Şahverdi