İtalyan polisinin şiddet kullanarak tahliye ettiği işgal merkezlerinin yeniden açılması için 9 Eylül’de 20 bin kişi yürüdü
YAŞANACAK DÜNYA– İtalya’nın Bologna kent merkezinde geçtiğimiz Cumartesi (9 Eylül) günü yaklaşık 20 bin kişilik dev bir yürüyüş yapıldı.
Politik aktivistler, otonomlar, göçmenler, evsizler kendi kurdukları ‘yaşam alanları’nı korumak için yürüyüş çağrısı yapmışlardı. Ülkenin dört yanından bir çok insan Bologna’ya gelerek eyleme katıldılar.
Ne olmuştu?
İtalyan devleti “kentsel dönüşüm” adı altında Bologna kentindeki işgal merkezlerini 8 Ağustos’ta zor kullanarak tahliye etti. Polis, işgal edilerek kurulmuş Labas ve Crush adındaki ‘sosyal merkezleri’ne sabah saatlerinde saldırdı. Orada yaşayan insanlar direndiler. Yaşam alanlarını savunmaya çalıştılar. Polisin tavrı saldırgandı. Gaz bombaları attı. Bir çok insan yaralandı. Binalardan dumanlar yükseldi.
Aynı gün, Bologna’nın merkezinde, yaklaşık 300 kişinin katıldığı spontan bir basın açıklaması yapıldı. Polisin saldırısı protesto edildi.
Bologna Belediye Başkanı Virginio Merola da basın açıklamasının yapıldığı yere geldi ve eylemcileri yatıştırmaya çalışarak “boşaltılan sosyal merkezler için alternatif bir yer bulma konusunda güvence verdi”. Oysa, işgal merkezlerinin savunucuları güvence filan istemiyorlardı. Zorla ellerinden alınmış merkezleri geri istiyorlardı.
İşin aslı, devletin, Bologna’nın “kızıl şehir” olarak anılmasında büyük pay sahibi olan ve mücadeleci muhalefet kesimleri için öenmli birer mevzi haline gelmiş bu mekanları tasfiye etmek için düğmeye basmış olmasıydı.
Aynı zamanda “kentsel dönüşüm” saldırısının bir parçası olarak saldırı gerçekleştirilmişti. Yeni alanları rantasal dönüşüme açmaktı devletin isteği. Nitekim, İtalya’da güçlü bir tekl olan Cassa Depositi e Prestiti adındaki bankacılık ve yatırım grubu Labas’ın merkezinin sahibi ve bölgede lüks oteller ve otoparklar yapmayı planlıyor!
Labas: Neoliberalizme -kendi sınırlarında- alternatif bir mekan
Bologna’nın kalbindeki Labas sosyal merkezi, İtalya’nın yakın tarihindeki kentsel aktivizmin en önemli örneklerinden biri. Dayanışma binası ve özerk anti-kapitalist örgütlenme için bir alan olarak ortaya çıkan bu işgal edilmiş alan, Bologna’da kamusal hakları savunmanın simgesi haline gelmiş bir yer.
Ancak Làbas aktivistleri, teslim olmaz ve her Çarşamba ev sahipliği yaptıkları geleneksel biyo-pazarı yakınlardaki bir meydanın içine taşırlar. Bu hareket bir başarıdır ve başka bir boşluk bulunana kadar her hafta tekrar devam etmeye karar verirler.
13 Kasım 2012’de, bir grup genç aktivist, Santo Stefano’nun zengin ve merkezi semtinde yer alan eski askeri barakaların bulunduğu 9 bin metrekarelik alanı uzun uğraşlar sonucunda sosyal merkezlere dönüştürdüler. İki kez devletin saldırısyla tahliye olmasına rağmen, kolektif binayı onarmış ve çok sayıda sosyal-kültürel projeyi hayata geçirdi: anaokulu, yerel bir çiftçi derneği bulunan haftalık bir biyo-pazar, bira fabrikası, kent sebze bahçesi, bisiklet dükkanı, marangoz atölyesi, göçmenler ve evsiz insanlar için bir yurt. Bu alan, genç öğrencilerden çevre sakinlerine, göçmenlerden sanatçılara kadar bir çok insan için hem barınacak konut ve hem de kentsel mücadeleleri için üs haline geldi. Neoliberal kent yapılanması ve işleyişine karşı -kapitalizme karşı bütünsel olmaktan çok parçalasal bir çözümü öngören sınırlı ufkuna rağmen- bir alternatif olma özelliği taşıyordu.
Kapitalist devletin ve neoliberal kentin buna bile tahammülü yoktu. “Kentsel dönüşüm” adı altında, ne zamandır fırsatını kolladığı saldırıya geçti.
İtalyan devleti, 20 Ağustos’ta, Roma şehrinde Piazza dell indipendenza’daki ‘işgal evi’ ni de polis zoruyla tahliye etti. Binada yaklaşık 1.000 kişi yaşıyordu. Aralarında Eritre ve Etiyopya’dan gelmiş bir çok göçmen da vardı. Hamile kadınlar, çocuklar zorla dışarıya çıkarıldı.
Avrupa’nın diğer ülkelerinde de bu tür otonomcu ya da politik aktivistlerin işgal ederek kurdukları sosyal-kültürel merkezler saldırı altındalar.
Özellikle Almanya’da ülkenin bir çok şehrinde bulunan bu tür “bağımsız” ve muhalif mekanlar her fırsatta polisin saldırısına uğruyor. Temmuz ayında yapılan G20 zirvesi sırasında yaşanan protestoların ardından Alman devleti bu konuda daha saldırgan davranıyor.