İŞÇİ SINIFI
CHP neyin zorlanmasını yaşıyor
Neoliberal birikim politikalarındaki tıkanma sistemin kurumlarını da yeni arayışlara zorluyor
CHP, 2010 yılı içinde ikinci kurultayını yaptı. Bundan 7 ay önce yapılan 22 Mayıs Kurultayı, Deniz Baykal’ı başkanlıktan indirme kurultayıydı. Şimdi yapılan 18 aralık kurultayı ise Kemal Kılıçdaroğlu’nun parti içinde iktidarlaşma kurultayı oldu. Önümüzdeki Haziran’da yapılacak seçimlerin ardından CHP’nin yeni bir kurultay süreci daha yaşaması hiç de zayıf bir olasılık değil.
İdeolojik konum olarak birbirlerinden çok farklı kimi çevreler, bu süreci, işbirlikçi tekelci burjuvazinin talep ve ihtiyaçları doğrultusunda, onun -geri planda da ABD ve AB’nin- teşvikiyle başlatılıp yürüyen bir “değişim” süreci olarak yorumlamakta birleşiyorlar. Parti içinde iktidarı kaybeden bürokratik Kemalist çizgi ve geleneklerin temsilcilerinden tutalım da, “Genel kurmay solu” bayrağını İP çetesinden devralan TKP’sinden TÜSİAD patronlarının ağzına bakarak “teori” üretir hale gelmiş, deforme olmuş kimi Marksistlere kadar uzanan geniş bir yelpazeyi oluşturuyor bu tespitte birleşenler. Bu “değişimin” gerekçesi, amacı, belirleyici dinamikleri, aktörleri ve içeriğine dair aralarında neredeyse hiçbir fark olmayan bu koronun bileşenleri arasındaki tek ciddi fark, ortaya çıkacağını iddia ettikleri sonuca gösterdikleri tepkiden kaynaklanıyor.
“Tak-şak değişim” yüzeyselliği
Bunların hepsi, CHP’yi değişime, işbirlikçi tekelci burjuvazi ve emperyalizmin zorladığı noktasında birleşiyorlar. Bu teze göre; işbirlikçi tekelci burjuvazi ve emperyalizm, ortadoğu çapında yürüttüğü genel bir “değişim” stratejisi kapsamında Türkiye’de de ekonomiyi, toplumu, siyaseti… bu bağlamda rejim yapılanmasını, siyasal gücün dağılımını, siyasal kurum ve mekanizmaları… kendi ihtiyaçları ve planları doğrultusunda yeniden biçimlendiriyor. Bu bağlamda, sıra geçen yıl CHP’ye geldi. Arşivlerde bekletilen bir rezalet kaseti piyasaya sürülerek önce parti içinde kemikleşmiş bürokratik devletçi çizginin temsilcisi Deniz Baykal alaşağı edildi. Yerine, halk içinde popülaritesi görece yüksek olan Kemal Kılıçdaroğlu vitrine konuldu. Kılıçdaroğlu’yla birlikte, partiyi, Kemalist laiklik bekçiliğiyle MHP’yle arasındaki sınırların silindiği şoven milliyetçi çizgide muhalefet etmekten başka hiçbir politika üretmeyen ‘devletçi müzmin muhalefet partisi’ görünümünden çıkarak yeni bir politik söylem benimsendi. Böylelikle, son 30 yılın neoliberal birikim politikalarının eski halleriyle artık sürdürülemez duruma geldiği bir tarihsel kesitte hem AKP karşısında gerektiğinde kullanılabilecek bir “alternatif” yaratılıyor hem de emperyalizmin Ortadoğu stratejileriyle tekelci burjuvazinin ihtiyaç duyacağı yeni sömürü stratejilerine “muhalefet eden” bir CHP yerine onları kolaylaştıracak “yeni bir CHP” dizayn ediliyordu.
Daha işin başında, burjuvaziyi ve emperyalizmi, ekonomiyi, siyaseti, toplumsal yaşamı istediği zaman, istediği yönde, istediği gibi biçimlendiren kadir-i mutlak bir güç konumuna oturtan yapısıyla bu tez, 12 Mart sonrasının yılgınlık ortamında, 15-16 Haziran’ların bile arkasında Vehbi Koç’u gören Erol Toy’un “imparator” romanında işlediği mantığın güncel bir versiyonudur. Bir dizi etken ve dinamiğin belirlediği süreçler olan toplumsal-siyasal süreç ve gelişmeleri, sadece sermayenin ihtiyaç ve yönlendirmelerinin tayin ettiği bu kadar düz ve basit bir sürece indirgemekle o, CHP’deki değişimden de önce kendisi burjuvazinin ideolojik hegemonyasına kan taşımaktadır.
Bu yaklaşım, CHP’deki değişimin niteliği ve sınırları konusunda da ‘aydınlatıcı’ olmaktan uzaktır. Bu konuda da, her türlü demagojiden etkilenmeye açık sıradan bilincin bulanıklıklarını paylaşan olgucu bir yüzeysellik taşır. Kuruluşundan beri devletçi bürokratik bir karaktere, bu temelde şekillenmiş bir ideolojik çizgi ve tarihsel geleneklere sahip, sadece ideolojik olarak değil örgütsel şekillenme ve kadro yapısı olarak da işçi sınıfı ve emekçi kitlelerden her zaman kopuk olmuş CHP’deki “değişimi”, hala “sol adına bir kayıp” ya da “sosyal demokrat kimliğe dönüş” ikilemi içinde tartışmak, bu kafa yapısından türeyen bir yanılsamadır.
Kapitalizmin istikrarına bağlı iniş çıkışlar
CHP aslında hiçbir zaman sosyal demokrat bir parti olmamıştır. Bu yanılsamaya dayanak olarak kullanılan Ecevit’in “ortanın solu” yönelimi bile, o yıllarda kabaran işçi sınıfı ve emekçi kitle hareketenin basıncı yanında onun daha fazla radikalleşmesinin önünü alabilme amacıyla apar topar gündeme getirilen türev bir sonuçtur. Zaten CHP’nin klasik sosyal demokrasisiyle benzeşen yönlerinden biri de budur. Sosyal demokrasinin geneli gibi CHP’nin “sol”culuğunun ve emeğe yakınlaşmasının düzeyini, her zaman kendisinin dışındaki etkenler tayin eder. Bunların en başında da, işçi sınıfı ve emekçi kitle hareketinin, kapitalizm ve burjuvazinin sınıf egemenliği açısından oluşturduğu tehlikenin büyüklüğü ve ciddiyeti gelir. Bu gerçeği, sosyal demokrasinin de CHP’nin de neoliberal dönemde geçirdikleri evrimden de görebiliriz. O zamanlar yaşanan -yani sadece bugüne özgü olmayan- “değişim”in yönü, açık ve hızlı bir sağa kayış doğrultusundaydı. Çünkü, ortada korkulacak bir işçi sınıfı ve emekçi kitle hareketi kalmadığı gibi, mali sermayenin “sosyal devlet” gibi uyuşturuculara da ihtiyacı kalmamıştı.
Bu anlamda, genel bir “değişim” gevezeliğinin sınırları içinde belirli kalıpları yineleyip durmak yerine, işçi sınıfı ve emekçi kitleleri, yeni yanılgı ve hayallerden uzak tutacak anlamlı bir “yeni CHP” çözümlemesi ve tartışması, CHP ve sosyal demokrasi konularında her şeyden önce bu parametrik esaslar baz alınarak yapılmak zorundadır. Ve bunlar, dar bir Türkiye, hatta Ortadoğu çerçevesi içine de sıkışıp kalmadan, sistemin bütününde genel bir yeniden yapılanma ihtiyacı ve zorunluluğunu ortaya çıkaran neoliberal birikim modelindeki tıkanma (çok yönlü kriz) gerçeğiyle birlikte düşünülüp ele alınmak zorundadır. Neoliberal dönemde oluşmuş genel ve yerel güç dengelerini sarsan, o temelde oluşturulmuş strateji ve politikalarda, kurumsal ve ideolojik yapılanmalarda radikal değişiklikler mecburiyetini beraberinde getiren, yani sistemde ve onun işleyişinde yeni bir tarihsel yapılanma ihtiaycını ortaya çıkaran koşullarla karşılıklı bağımlılık ilişkisi içinde somutlanıp yorumlanmalıdır.
CHP somutunda “değişim”in hangi sınırlari içinde, nereye kadar gidebilecek bir değişim olduğunu teoriden vazgeçtik ortadaki somut olgulardan bile görüp çıkarabilme olanağı vardır. Kemal Kılıçdaroğlu’nun bizzat kendisi, vizyon ve strateji adına bugüne kadar çizdiği profil, altının boşluğu daha ağızdan çıkarken farkedilen sloganlara dayalı sığ mı sığ bir halkçı söylemin ötesine geçmeyen sözde açılımlara karşın özellikle Kürt ve Alevi sorunları konusunda hala süren titrekliği ve nihayet bugünkü Kurultay’da önerdiği PM Listesi bu konuda fazlasıyla açık veriler sunmaktadır.
CHP, ne geçmişine, yapısına ve tarihsel misyonuna “ihanet eden” bir geriye gidiş ve liberalleşme sürecine girmiştir ne de Cumhuriyet’in eski halleriyle sürdürülme olanağı kalmayan paradigmalarının sadık koruyucusu “devlet partisi” kimliği ve görünümünden bütünüyle kurtulmaya karar vererek yüzünü emeğe ve halka dönen sosyal demokrat bir yönelim içine girmiştir. Bunların her ikisi de dünkü ve bugünkü CHP gerçeği hakkında yanılsamalara dayalı gerçekdışı, yanıltıcı iddialardır.
Sosyal demokrasinin kaderi işçi sınıfına bağlıdır
CHP’yi değişime zorlayan temel dinamik, toplumsal kutuplaşmayı, sınıfsal eşitsizlik ve dengesizlikleri olağanüstü boyutlarda derinleştirmekle kalmayıp keskinleştiren neoliberalizmin duvara toslamasıyla birlikte toplumda artmış, yayılmış ve yoğunlaşmış olarak kendini gösteren yeni yollar, yeni alternatifler, yeni sentezler arayışıdır. Sadece tekelci burjuvazi ve emperyalizme has bir arayış, daha doğrusu onlarla sınırlı bir arayış değildir bu. İşçi sınıfı ve emekçi kitleler başta olmak üzere onların dışındaki toplumsal güçler arasında da -tabii değişik içerik, yön ve yoğunluklarda- kendini gösteren bu arayışa CHP de, kendi cephesinden, tarihinin, çizgisinin, misyonunun, kadro ve örgüt yapısının, dayandığı toplumsal kesimlerin beklenti ve alışkanlıklarının elverdiği sınırlar içinde “yeni bir sentez” üreterek yanıt oluşturma arayışına girmiştir. Fakat “Kürt” ya da “Alevi” sözcüklerini ağzına dahi almaktan hala korkan Kılıçdaroğlu’nun “sloganlar ve vaatler yığını” olmaktan öteye geçmeyen son Kurultay konuşmalarıyla parti içi ve dışı “dengeleri” gözeten PM Listesi, bunun nasıl bir “değişim” olup nereye kadar gidebileceğini göstermektedir.
Toplumun ezici bir çoğunluğunu oluşturan işçi sınıfına ve ezilen emekçi kitlelere güven veren bir bütünlük ve açıklık taşımayan, en önemlisi pratik tutum ve eylemlerle desteklenmeyen söylem ve sloganlarla kitleleri etkileyip sürükleyebilmenin artık mümkün olamayacağını, siyasi bir iddia taşıyan bütün güç ve aktörler gibi CHP’de yaşayarak görecektir. Ve bu deneyim büyük olasılıkla, onun kemikleşmiş bürokratik devletçi örgüt ve kadro yapısıyla kentli orta sınıflara doğru daralan tabanında yeni sürtünme ve kırılmalar doğuracaktır.