İŞÇİ SINIFIKADIN
Çürümeye karşı!..
Bir yandan çürüme ve yıkım… Ama bir yanda da, tekil örneklerle de olsa bundan çıkışın yolu… Bize düşen görev bu tekil örnekleri çoğaltmak, birleştirmek, saldırılara karşı topyekun mücadeleyi yükseltmektir
İnsanın insanı sömürmediği bir dünya için mücadele ederken, her zamankinden daha da fazla uyanık ve algılarımızın açık olması gerektiği bir dönemde yaşıyoruz dersek abartmış olmayız herhalde.
Toplumsal ve siyasal olarak pekçok olay gelişiyor, bunların hepsi sermayenin kalemi ve sözcüleri olan basının elinden geçerek bizleri tam bir olay bombardımanına tutuyor. Akan suyun bulanık olmadığı söylenir ama yaşam akmasına rağmen suyun kendisi bulanıklaştırılıyor. Tam olarak çürüme de işte budur. Sermaye egemenliğinin kültüründen, bize dayattığı yaşamdan, yoksulluktan ve asıl olarak insanın insan üzerindeki sömürüsünden kaynağını alan bu çürüme artık öyle noktalara ulaşmıştır ki, toplumun tüm hücrelerine nüfuz eder hale gelmiştir. İşçi sınıfı ve emekçilerin de hayatlarına, ruhlarına yerleştiği noktada ortaya uç örnekler çıkmaktadır. Mesela cinayetlerin son dönemlerde aldığı şekil bunun çarpıcı göstergelerinden biridir. Artık sadece öldürmek yetmemekte, cesetleri parçalamaya varan bir vahşete uzanarak toplumsal ruh halinin gelebildiği uç noktaları göstermektedir.
Antagonizma… İşçi sınıfının ideolojisi olan Marksizm-Leninizm’de “uzlaşmaz çelişki” demektir. İşçi sınıfı ile sermaye yani proletarya ile burjuvazi arasındaki çelişkinin uzlaşmaz olduğunu anlatmak için kullanılır. Bu çelişki uzlaşmazdır, çünkü sermayenin varlığı bizlerin yani işçi sınıfı ve emekçilerin emeğinin sömürülmesine bağlıdır. Bizim emeğimiz olmazsa onlar olmaz. Bizler günde 14 saat ter dökerek çalışmazsak onların yatırımları, fabrikaları ve holdingleri, banka hesapları ve borsadaki payları büyümez. Bu çelişki daimdir; ta ki işçi sınıfı kendi örgütlülüğüyle söz hakkını kullanmaya başlayıp, kendi iktidarını kurana kadar. Bu dünyanın en zengin ve demokratik ülkelerinden gösterilen Kuzey Avrupa ülkelerinde de böyledir bu; burada da böyle!
Ne var ki şu aralar ciddi bir çürümenin üzerinde yükselen ilginç olaylara şahit oluyoruz. Burjuva siyasetinde, kapitalizmin hiçbir değerinin kalmadığını bizzat burjuvazinin kendisi de görmüş olacak ki, işçi sınıfı mücadelesinde kan ve can pahasına yaratılan/yarattığımız değerler üzerinden prim yapmaya çalışıyorlar. Burjuva partileri içinde, diğer partilerle arasında neoliberal yıkım politikalarına ve ekonomiye yaklaşımda hiçbir fark olmamasına rağmen, CHP, toplumsal ve politik söylemlerde, işçi sınıfı ve devrimci hareketin mücadelesinin yarattığı değerler üzerinden kendisine bir “sosyal demokrat” imajı çizerek eski “Karaoğlan’lı” yılları yeniden canlandırmaya çalışıyor. Bunun için hayatını ve sanatını sömürünün olmadığı bir dünyaya adamış Yılmaz Güney‘in mezarı ziyaret edilirken, yeni başkan Kılıçdaroğlu, “yoldaş” hitabını kendisiyle ancak “çıkardaş” olabilecek partili arkadaşlarına seslenirken kullanabiliyor! Asgari ücretin bölgesel olarak değiştirilmesi için mecliste tartışmalar sürer ve pekçok bölge insanı asgari ücretle sefaletin en derinine mahkum edilirken, “sosyal demokrat”lık eğreti bir kabuk gibi üzerlerinden dökülüyor ve biz çürümenin en berbadının kokusunu alıyoruz.
Bir yandan da sınıfın hareketi var. 2 ay önce bağlı oldukları Tek Gıda-İş Sendikası’nın kapısından sendika ağaları yüzünden alınmadıkları için, “Burası bizim evimiz” diyerek sendika önünde direnişe başlayan TEKEL Direnişi var. Sınırlı sayıda direnişçiyle, zor koşullarda başladıkları direnişin ise siyasal ve tarihsel bir önemi. Direnişin kendisi aslolarak sendikal çürümüşlüğe karşı. İşçi sınıfınnın mücadelesinde bugüne kadar, varlık sebebi sınıfın haklarını korumak olan sendikalar, hareket her yükselmeye başladığında bilinçli bir engel oluşturdu. Sermayenin toplumun her alanındaki etkisi, sınıfın özörgütlülükleri olması gereken sendikalarda da kendisini hep hissettirdi ve işçi sınıfı bunun bedelini pekçok kez satılarak, yarı yolda bırakılarak ve mücadeleye güvenini kaybederek ödedi. Bugün Tek Gıda-İş önünde süren mücadele, işte bu yüzden de farklı bir anlam taşımakta ve yeni bir yolun taşlarını döşemektedir. Onlar, sarı sendikaların ihanetine ve sendika ağalarının karşısında, mücadeleden hepten kopmak ya da örgütlülüğünü dağıtmak yerine örgütlü mücadeleyi seçmiştir.
Keza KESK‘de yaşanan taciz olayı, sokakta kurulan bir sendika olarak KESK‘in geldiği noktaya karşı KESK üyelerinin mücadelesi, yayınladıkları metin ve en önemlisi de buna karşı örgütlü mücadeleyi seçmiş olmaları da aynı önemi taşımaktadır. Kısa zamanda değil ama uzun vadede yol açıcı, daha doğrusu yeni bir yolun taşlarının döşendiği adımlardır ve bu yüzden değerlidir bunlar. Sendikal bürokrasiye ve çürümüşlüğe karşı yürtülen mücadelenin yanı sıra, tekil kimi direnişler de yol açıcı olması ve sınıfa cesaret ve umut aşılaması açısından değerlidir. TÜBİTAK, Paşabahçe, Betesan direnişleri, tek bir öncü işçinin, tek başına yürüttüğü buna rağmen mücadelede ısrarcı olduğu direnişlerdir. İşçi sınıfının korkak, sinik ve baskılanmış bir ruh halinden, kendine ve mücadeleye güvenen, kararlı, uzlaşmaz ve ısrarcı bir ruh haline geçişinde bu tekil örnekler yol açıcıdır. Ve önemlidir çünkü “tek başına” olunmasına rağmen tek başına olunmadığını gösterir bizlere.
Sınıf mücadelesinin durgun aktığı, toplumsal ve politik alanda işçi sınıfının örgütsüzlüğünden dolayı etkisiz olduğu dönemlerde, çürüme daha bariz bir hal alır. Bu çürüme sadece sermaye ya da onun temsil ettiği şeylerle de sınırlı kalmaz çoğu zaman, sınıfın mücadele araçlarına ve her kesimine kadar yayılır. İşçi ve emekçilerde daha iyi bir dünya için özlem arttıkça, ve bunun araçlarını ve mücadelesini kendi gücüyle yaratamadıkça, apaçık bariz olan yalanlara inanmak daha da kolaylaşır. İşçi ve emekçilerin köleliğini daha da sağlamlaştıran, zincirlerimizi daha da sıkan yasalar bizleri hiç de temsil etmeyen TBMM‘den geçerken, sosyal demokrat görünümlü imajlar prim yapmak için kullanılır. Ama tablonun kendisi çok farklıdır. Bizler bu farkı yaşamlarımızdan biliyoruz. En yakın ve çok acı bir örnek, Afyonkarahisar‘daki yedi köylünün gözlerini kaybetmesinin sebebinin sağlıkta özelleştirme politikaları olduğunu biliyoruz.
Bir yandan çürüme ve yıkım… Ama bir yandan da bundan çıkışın yolu, tekil örneklerle de olsa açık bir şekilde önümüzde duruyor. Şimdi önemli olan ve bize düşen görev bu tekil örnekleri çoğaltmak, birleştirmek, saldırılara karşı topyekün mücadeleyi yükseltmek!..
[Alınteri‘nin Aralık 2010 tarihli sayısının başyazısıdır]