DÜNYA
Faşist devlet terörü merkezileşmesi

Faşist rejim “iç güvenlik”te yeni düzenleme ve kurumsallaşmalara gitmenin hazırlıklarını yapıyor.
Son yıllarda bu yapılanmanın ilk biçimi olarak faaliyet yürüten Terörle Mücadele Yüksek Kurulu, İçişleri Bakanlığı bünyesinde oluşturulacağı açıklanan yeni bir yapıyla (müsteşarlık), Emniyet müdürlüğü, Jandarma, MİT ve Genelkurmay temsilcileri tek elden koordine edilecek. Bu eksenli MGK da dahil son bir ay içerisinde devletin tepesinin bir araya geldiği altı “terörle mücadele” zirvesi yapıldı. Bu zirvelerin toplamının sonucunda ise Genelkurmayın komuta merkezinin, hükümeti toplayarak brifing vermesi oldu. Öyle ki bu brifing liberal kalemşörler tarafından bir “demokratik açılım” olarak okundu. Neden öyle okundu, çünkü hem oluşturulacak müsteşarlıkta hem de bu brifingde “sivil idarenin öne çıkarıldığı”na dair beklentiler konuştu. Kuşkusuz bunu faşizmin cilalanması olarak görmek ya da bunun ‘Kıt-a Dur’a uygun bir “demokratik açılım” olduğunu söylemek de mümkün…
Bu özünde devletin bir zor aygıtı olarak yeniden örgütlenmesi ve güçlendirilmesini, beraberinde “sivil kıtalar“ın bu örgütlenmeye yedeklenmesini öngören bir uygulamadır. Aynı zamanda ordu, aslen operasyonel bir güç olarak, sınır dışı alanlarda görev alan ve şiddetlenen emperyalist hegemonya çatışmasında, bölgesel güç teraneleri içerisinde uşaklık-işbirlikçilik ilişkisinin ihtiyaçlarına yanıt verecek bir konuma çekilmeye çalışılmaktadır. İçeride ise devlet yeniden örgütlenirken önceki kitle desteği ve popülaritesinde erime olan, konumu zayıflayan kurumların bu yeni durum içerisinden kendi konum ve prestijini güçlendirmek istemesi artık bir kaçınılmazlık halini aldı. Şimdi bunun uğraş ve çabası verilmektedir.
Fakat burada asıl sorun sınıf egemenliklerinin bekası için bir güç merkezileştirmesinin sağlanmaya çalışılmasıdır. Çünkü bir tarafta Kürt ulusunun, özgürlük özleminin kamçılayan etkisi ile de onur olarak gördüğü simgelere el uzatılmasıyla sınırlı taleplerle de olsa, serhildanları çağrıştıran eylemleri, diğer yanda keskinleşen sınıf çelişkileri ile birlikte krizin yaratacağı toplumsal yıkımın işçi emekçi hareketini tetikleme olasılığı… Rejim açısından ortaya çıkan bu eğik düzlem içerisinde yoksulluk ve özgürlük yoksunluğunun derinleşmesine paralel olarak ortaya çıkan, çıkacak olan sarsıntının dizginlenmesi, rejimi sarsmasının önünün alınması o göz boyayan liberal açılımların karakterini ve sınırlarını da belirleyecektir.
Kasımpaşalılık…
Bugün Polis Vazife ve Salahiyetleri Kanunu (PVSK) ile de yasalaştırılan faşist devlet terörünün, emekçilerin en küçük hak alma mücadelesi ve basın açıklaması gibi eylemlerinde bile nasıl pervazsızca kullanıldığına, insanların sokakta kurşunlanmasının önünün nasıl açıldığına tanık oluyoruz. Keza ceza yasalarındaki yeni düzenlemelerle toplantı ve gösteri hakları da faşist rejimden aman dilemeyenlere neredeyse kapatılır hale getirildi. Bununla sınırlı olmayan neofaşist kudurganlığın, devlet politikası olarak şaha kaldırılışının düzeyini Başbakan Erdoğan’ın Kürt emekçilere karşı pompalı tüfek kullanmasını kutsayan ve benzer çıkışları teşvik eden “sivil kuvvetler”e “hazır ol” komutunu içeren konuşması, “Ya sev ya terk et!” tekerlemesini diline dolayan hezeyanları üzerinden gördük. İşte faşist rejimin cilalanması ve “demokratik açılım” hamleleri, bu politikalarla iç içe örülen bir düzlemdir.
Bu düzlem, ki kriz koşulları ile de birleşen yoksulluk ve özgürlük yoksunluğunun derinleşmesine paralel olarak, bırak Kürt ve Türk emekçiler arasında kardeşlik ve birleşik mücadele hattını, İstanbul gibi metropollerde dahi yaşamın her alanında emekçiler arasında bir kopuş ve karşı karşıya gelişi keskinleştiren tehlikeli bir yönelimdir. Öyle ki bu, tescilli faşist Bahçeli’yi bile aşan bir söylem kullanılarak yapılıyor. Rejim hazır kıta “sivil kuvvetler”ini yeni durum içerisinden kurgulayıp örgütlüyor.
Bugün rüzgar ne yandan esiyor ki izlenen politikaların karekterini, bugüne kadar AKP tayfasının “demokratikleşiyoruz”, “liberalleşiyoruz” görüşlerinin kurucusu ve propagandacısı konumunda olan Fehmi Koru; “Obama gibi başladılar bugün Bush noktasına geldiler“, Ali Bayramoğlu; “Bu bakış en basit ifadeyle ’siyaset ve demokrasiden vazgeçmiş, kendisini askeri dil ve mantığa bırakmış bir tutum’u resmetmektedir.” biçiminde tanımlıyor. Yine Hasan Cemal gibi liberaller “Demokratikleşme süreci, Çillerleşmeye dönüştü” tespitleri yapıyor. Velhasıl bu tablo rejimin faşist karakterinin yerleşik halini ele vermenin yanında bunun içinden hareket eden herkesi ona uygun politika yapmaya zorunlu kılıyor. Kasımpaşalı olmak sökmüyor yani… Bu Kasımpaşalının delikanlılığı, sırtını yasladığı sermaye gruplarının, bir bütün olarak işbirlikçi tekelci burjuvazinin, efendisi emperyalist güçlerin sadık hizmetkarı, emekçilere karşı ise arsızlığı ve saldırganlığı ile öne çıkıyor.
Bu gelişmeler sermayenin birikim koşullarının eski biçimleriyle sürdürülemez hale gelmesi ile birleşik, yeni bir birikim sürecinin olanaklarını sağlamaya çalışırken, ucuz emek sömürüsünü derinleştirecek olan, parçalı üretimin yaygınlaştırılması, bölgesel asgari ücret gibi uygulamaların hayata geçirilebilmesinin koşulu olarak, politikalarda, devlet erkinde yeni bir güç merkezileştirmesine gidişin yoludur bu. AKP’nin iç atraksiyonları da asker-hükümet gelin güveyliği de bunun işaretlerindendir.
Bu dikiş tutmaz
Faşist rejimin geleneksel yapısındaki kırmızı çizgilerin giderek renk kaybettiği (Kıbrıs, Ermenistan meseleleri gibi), kimi yerlerde silindiği izlenimi veren bir süreç yaşandı. Tekelci sermayenin iç rekabetinin, siyasal erkin içerisinde temsil edilme, güç olma, o erki yeniden paylaşma savaşımına yansımaları son bir yıl içerisinde alışılagelmiş kimi dengeleri yerinden oynattı. Bu 22 Temmuz seçimleri, Gül’ün cumhurbaşkanı yapılması, Ergenekon operasyonu ve AKP’nin kapatılma davasının sonuçları üzerinden görüldü. Bütün bu süreçlerin içerisinden geçilerek gelinen noktada rejimin patlayan dikişleri yeniden onarılmaya, güç merkezileştirmesinin yeni biçimleri ortaya çıkmaya başladı. TMYK’nın yerine geçecek olan müsteşarlık bu yönelimin ürünü olarak şekillendi.
Bu durum rejim içi iktidar ve güç paylaşımının, dolayısıyla kavgasının tamamlandığı anlamına gelmez. Tersi bu çatışma artık ringin çevresinde değil tam üzerinde daha şiddetli biçimlerde seyretmeye devam edecek. Onarılmaya çalışılan her dikiş yeniden patlayacak. Tıpkı meclisten çıkan “başörtü serbesti”sinin, Anayasa Mahkemesi kararıyla iptal edilmesi gibi… Anayasa değişikliği, referandum, yerel seçimler vs. bu arenada siyasal gücün paylaşımı konusunda çatışma mevzuları olmaya devam edecek.
Faşist rejimin dikişlerini patlatan özgürlük, demokrasi ve sosyalizm mücadelesinin öznesi işçi sınıfı ve emekçiler, onların devrimci gücünü açığa çıkartıp büyütecek olan devrimciler olmayınca, “demokratik açılım” gibi görülen ya da yansıtılan şeyler, sistemin kendisini yeniden yapılandırmasının ötesine geçmiyor, geçemez. Tıpkı bugün Kürt halkına, işçi sınıfı ve emekçilere onların mücadelelerine karşı, merkezileştirilip yeni kılıflara büründürülen saldırı konsepti gibi. Bu konsepti, faşist zoru ancak ve ancak, işçilerin birliği-halkların kardeşliği eylem ve bilincini geliştirecek olan militan mücadele hattının örülmesi püskürtecektir. Başka yolu yok!..