Manşet

Filistin’in özgürleşmesi Arap halklarının da özgürleşmesidir

İsrail’in işgal saldırıları ve bölgedeki genel durum üzerine Filistinli aktivist Ghasan ile konuştuk

Yaşanacak Dünya: Seni tanıyabilir miyiz?

Ghasan: 2013 yılında Almanya’ya geldim ve elektrik mühendisliği okudum. Şu anda bir tıbbi teknoloji şirketinde çalışıyorum üç yıldır. Aynı zamanda siyasi bir örgütte aktif olarak yer alıyorum. Tüm Filistinli mahkûmların özgürlüğü için bir araya geliyoruz. Zamanla çalışmalarımız gelişti ve artık sadece Filistinli mahkûmlara odaklanmakla kalmayıp özgürlükleri için mücadele eden tüm mahkûmlar için de savaşıyoruz. Örneğin, 40 yıldır Fransa’da hapsedilen Lübnanlı komünist savaşçı Joji Bahim Abdullah gibi… Sol geleneğimize ve özellikle sol Filistin geleneğine dayanıyoruz. Uluslararası dayanışma bizim için büyük önem taşıyor.

Yaşanacak Dünya: “Aksa Tufanı Hareketi”ne dair neler söylersin? Batılı emperyalistlerin desteğinde İsrail buna karşılık işgal ve katliam saldırısı başlattı. Bu saldırıların kapsamı ve Batılı emperyalistlerin oradaki niyetleri hakkında da görüşlerini almak isteriz.

Ghasan: Aksa Hareketi’nin neden ortaya çıktığını anlamak önemlidir. Bu, Filistin halkının onlarca yıl süren sömürgecilik, uzun süreli işgal ve Gazze’nin kuşatılmasıyla beş savaşın sonucunda ortaya çıkan bir askeri stratejik saldırıdır. Bugün Gazze’deki durum, temel yaşam koşullarının eksik olduğu bir durumdur. Almanya veya Batı’da normal kabul edilen elektrik, su, gaz ve diğer şeylerin hepsi işgalciler tarafından kontrol edilmektedir.

Son raporlara göre, 13 bin şehit olduğu söyleniyor. Bu gerçeklikle birlikte baktığımızda, Gazze’deki insanların ortalama yaşam süresinin 30 yıldan fazla olmadığını açıkça görebiliyoruz. Hayâl edelim, 2006 yılında bir savaş var ve sen Gazze’den gelen biri olarak tüm aileni yok olmuş durumda görüyorsun. Belki bir yaşındasın, belki beş yaşında, belki altı yaşında ve şimdi 17 yıl sonra direnişe katılma fırsatın var. Artık sadece Filistin’in özgürlüğüyle ilgili değil, bir kişisel boyut da var. Bugün Gazze’de savaşan Filistinliler için de geçerli olan bir durum bu ve sadece Gazze halkını değil, tüm Filistin’i savunuyorlar. Hamas başlangıçtan beri açıkça ifade etti, bugün Filistinlileri savunuyoruz diye. Bugün Oslo Anlaşması sonrasında ortaya çıkan ‘Filistin Otoritesi’ var. Bu, Filistinlileri kontrol etmek için kurulan bir yapıdır. Bu otorite, işgalci bir araçtır ve Filistin halkı üzerinde egemen olan bir sınıfa hizmet etmektedir. Böylelikle, eğitim sistemini, bankaları ve yaşamın tüm olası yönlerini, ekonomiyi kontrol ederler. Filistin halkı işgal altında dayanılmaz koşullar altında yaşıyor.

Gördük ki, tüm Filistin halkı dünyanın her yerinde sokaklara çıktı, mücadele etti ve bugün Gazze’deki direnişin hepimizi savunduğunu açıkça gördük, çünkü hepimiz doğrudan veya dolaylı olarak işgal altındayız. Ama yasanan her şey aynı zamanda zihniyeti de değiştiriyor. Açıkça söylüyoruz, ırkçılığı deneyimliyoruz, doğrudan veya dolaylı olarak, işyerlerinde veya üniversitelerde…

Bugün diasporadan baktığımızda tamamen farklı bir hikayeyle karşılaşıyoruz. Evlerinden ve ülkelerinden 75 yıldan daha uzun süre önce sürülen insanlardan ve Ürdün, Suriye, Lübnan’da veya mülteci kamplarında yaşayanlardan bahsediyoruz. Bu insanlar, bu ülkelerde de hakları olmadığı için sadece Filistin’e ‘sahip oldukları’ hissiyle yaşıyorlar. Örneğin Lübnan’da Filistinliler 73 meslekte çalışamazlar. Bir Filistinli olarak Lübnan’da doktor olamazsınız. Tüm bunlar, 1982’de Lübnan’a yapılan Siyonist saldırısının bir sonucudur. Söylemek istediğim şey, 7 Ekim hakkında doğru bağlamı gözlemlemeden konuşamayacağımızdır. 100 yıl önce sömürgecilik vardı ve Hamas’ın 7 Ekim’deki saldırısını terörizm gibi analiz edemeyiz. Çünkü bu, 75 yıllık gerilimin ardından geliyor. Gazze gibi koşullarda yaşarken direnmek ve ülkesini nasıl özgürleştireceği konusunda stratejik düşünmek tamamen normaldir. Uluslararası hukuka göre işgal altında yaşayan bir halkın kendini savunma ve her türlü direniş hakkı vardır. Filistin halkı sadece barışı değil, aynı zamanda barışçıl direnişi de denemiştir. Örneğin ilk televizyon kanalı deneyiminde açıkça gördük ki bu barışçıl bir girişimdi.

Yaşanacak Dünya: Bir tarafta Batılı emperyalistler var. Diğer tarafta ise İran, Çin ve Rusya gibi ülkeler var. Onların duruşu nedir ve bu tüm savaş sürecinden ne kazanmak istiyorlar?

Ghasan: Rusya ve Çin’in Filistin konusundaki tutumları, daha ziyade çıkarlarla ilgilidir. Çin hala İki devletli çözümü desteklerken, Rusya biraz daha Filistinlilerin yanında yer almıştır. Ancak her iki ülkenin de kendi çıkarları vardır ve geleceklerini farklı şekillerde görmektedirler. Bu, devrimci bir tutum değil, insanca hareket etmeme kendi çıkarlarını takip etme anlamına gelir.

Çin, önde gelen ekonomik güçtür ve gelecekte de öyle olmaya devam edecektir. Bölgede Çin’in çıkarları olup olmadığı şüphelidir. Rusya ve Çin, Afrika’da Batı emperyalizmine karşı çalışmakta ve oradaki ülkelere destek vermektedir. Başkan Chaim İsrail’i tanımamaktadır. Rusya, Çin ve İran’ın tutumlarını ayırt etmek önemlidir.

Bugün Filistin’i destekleyen tüm güçlerin farklı çıkarları var. İran, Hamas’a silah ve askeri tatbikatlarla destek veriyor; sadece Filistin’de değil Lübnan’da da. Çıkarları var, ancak gerçekten Siyonizme karşı adım atmak için ne kadar hazırlar? Medyada Hamas genellikle İran’ın vekili olarak gösterilirken, İsrail için ilk düşman her zaman İran oldu. 10 yıl önce biz İsrail’in gündeminde değildik, onun gündeminde her zaman İran vardı. Rusya ve Çin net ilişkilere sahip. Bu nedenle İran, Çin ve Rusya’yı aynı seviyeye koyamayız.

Yaşanacak Dünya: Arap ülkelerinin de Filistinlilere sözümona destek verdiklerini fakat pratikte pek bir şey yapmadıklarını biliyoruz…

Ghasan: Devrimci sol bir perspektiften konuştuğumuzda, Filistin solcuları 60’lı ve 70’li yıllarda net bir analiz yapmışlardır. Düşmanımızın kim olduğunu ve dostumuzun kim olduğunu tanımlamak önemlidir. Bugün bu analizin doğru olduğunu görüyoruz. Onlar o zamanlar düşmanımızın sadece İsrail veya Siyonizm olmadığını, aynı zamanda ABD liderliğindeki Batı emperyalizmi olduğunu söylemişlerdir. Bölgedeki Arap reaksiyonerler de düşmanımızdır. Filistin dahil olmak üzere 23 Arap ülkesi vardır. Bugün hükümetler, iktidar sahipleri ve halk arasında net bir ayrım yapabiliyoruz. Arap halkları milyonlar olup sokaklara çıkıyor ve açık sınırlar talep ediyor, Filistin için mücadele ediyor. Ancak ilk veya ikinci soruda da belirtildiği gibi, bu Arap ülkelerinin bölgede İsrail’in güvenlik nedenleriyle kalmasında da çıkarları bulunmaktadır.

Biz, devrimci Filistin solcuları olarak, Filistin’in özgürleşmesinin aynı zamanda Arap halklarının da özgürleşmesi anlamına geldiğini görüyoruz. Arap halkının Filistin’i özgürleştirmeye büyük bir ilgisi vardır. Filistin’in özgürleşmesi Ürdün’ün kralından, Mısır’daki faşist rejimden kurtuluşu da beraberinde getirecektir. Reaksiyoner Arap güçleri bugün “Soykırımı durdurun, Filistin halkının kendi kendini yönetme hakkı var” diyorlar, ancak hepsi “barış” sürecine dayanarak yapılıyor. Filistinliler sadece bir devlet istemiyor, halkın özgürleşmesini istiyor. Ancak bu reaksiyoner güçler gerçek bir destek sunmuyor.

Latin Amerika’da dört ülke İsrail Büyükelçisi’ni kovdu. Onlar açıkça geçmişte antikoloniyal ve antikapitalist mücadeleyi yürüttüler ve baskı altında olmanın ne anlama geldiğini anlıyorlar. Brezilya, 20 ton insani yardımı Mısır’a gönderdi, ancak içeri giremiyorlar. Mısır rejimi sınırları kapatıyor. 8 Ekim’de bir Mısırlı polisin Mısır’da bir Siyonist yerleşimciyi koruduğunu ve iki Filistinliyi öldürdüğünü gördük. Suudi Arabistan medyası bugün bunun soykırım olduğunu ve İsrail’in durması gerektiğini söylüyor, ancak Filistin’in özgürleşmesine yönelik gerçek adımlar yok. Sadece sözler var, eylemsiz sözler. Ancak durumun değişeceğine ve her şeyin daha da kötüleşeceğine inanıyoruz. Ürdün’de devasa gösteriler var ve halk sınıra gitmeye çalıştığında Ürdün tankları ve Mısırlı polis veya asker orada insanlara ateş ediyor. Güney Lübnan’da direniş var, roket saldırıları ve askeri rotasyonlar var. Direniş, Filistin’e komşu olan ülkelerde gerçekleştiriliyor, özellikle Güney Lübnan’da.

Yaşanacak Dünya: Avrupa’nın emperyalistleri de İsrail saldırılarını destekliyor. Diğer taraftan, Avrupa’da Filistin direnişine paralel olarak birçok gösteri düzenleniyor. Başta Almanya olmak üzere Avrupa devletlerinde Filistin’e destek veren örgütlere karşı saldırgan bir tutum da var. Bunun yanı sıra kimi sol eğilimli örgütler de yasaklandı. Bu konuda neler söylersin?

Ghasan: Yani bu anlaşılabilir bir durum. Bu güçlerin çıkarları açıkça İsrail’i destekliyorsa, o zaman bu ülkelerin iç politikası da buna göre şekillenir. Ancak bunu yeni bir şey olarak görmüyorum, özellikle burada Almanya’da. Şimdi örnek olarak Berlin’de olan biteni alalım. Örneğin Sonnenallee, Berlin’de uzun bir bulvar, birçok Filistinlinin ikinci evi olarak kabul edilen bir yer. Orada günlük yaşamlarını geçiriyorlar ve kahve içiyorlar. Orada yasaklanmış olan örgütler de dahil olmak üzere farklı örgütlerin harekete geçmesini engellemeye çalışıyor polis.

Bugün Almanya’da veya Avrupa’da eskisine göre tamamen yeni bir gerçeklik var. Almanya’ya 70’lerde ve 80’lerde gelen Filistinlilerle bugün gelenler arasındaki farklar bir yana, burada yaşamaya devam ettik ve Alman toplumuna katıldık. Ancak bugün Suriye savaşından sonra özellikle Berlin’de en az 90 bin Filistinli olduğunu görüyoruz. Bu, Avrupa genelindeki en büyük Filistinli topluluğudur. Buraya 70’lerde ve 80’lerde gelen insanları ikinci kez sürgün edilen gençlerden ayırt etmek önemlidir -önce Suriye’deki mülteci kamplarından ve ardından Berlin’deki yeni bir mülteci kampına. Berlin’de bugün gözardı edilemeyecek yeni bir mülteci akını var. Lübnan ve Suriye’den gelen mülteciler bugün tamamen yeni bir gerçeklik yaşıyorlar. Berlin, adeta Suriye’den gelenlerin toplanma noktası haline gelmiştir. Bu insanlara baktığımızda, tamamen farklı bir sınıftan bahsediyoruz -onlar ezilenler, mülteciler ve artık kaybedecek bir şeyleri olmayanlar.

Bunlar yoksul olan ve Filistin’e açık bir ilgisi olan insanlardır, çünkü başka bir vatanları yoktur. Kişisel olarak, “Buradayım, ebeveynlerim Suriye’de veya İsveç’te olsa da ebeveynlerimi görmek için Suriye’ye geri dönmeyeceğim veya İsveç’e uçmayacağım. Ebeveynlerimi özgürleşmiş bir Filistin’de görmek istiyorum” diyen insanlar tanıyorum. Bu aynı zamanda bu insanların politik olarak aktif olma ve fedakârlık yapma konusundaki isteklerini de gösteriyor. Onlar sadece üniversite kampüsünde değil, sokakta da mücadele ediyorlar. Kendilerini harekete geçiriyorlar ve burada rol oynamaları gerektiğinin farkındalar. Biz, Filistin diasporasının mücadeleci ruhunu yeniden canlandırma rolüne sahibiz. Batı da bunu fark etti.

Yaşanacak Dünya: Şimdi Filistinli örgütlerin karşılaştığı yasaklar ve baskılara benzer süreçleri aslında diğer göçmen örgütlerin de kimi zaman artan ölçeklerde ve değişik düzeylerde yaşadığını biliyoruz. Örneğin Türkiyeli ve Kürdistanlı bazı örgütlerin halihazırda yasaklı olduğu biliniyor. Bu noktada, genelde göçmenlere yönelik ırkçılığın, özelde solcu devrimci göçmen örgütler üzerindeki baskıların arttığı bu dönemde, halklar arasındaki dayanışmanın güçlendirilmesi ve bunun sınıfsal bir perspektifle yürütülmesi önem kazanıyor.

Ghasan: Evet, çeşitli ulus ve halklardan solcu, komünist örgütler var ve bunlar sınıf analizine ve kurtuluş mücadelesi perspektifine sahipler. Onlar zaten bir mücadele yürüttüler ve hâlâ yürütüyorlar. Filistin’in özgürleştirilmesi noktasında tutum alıyorlar. Bu sol örgütler bu mücadelenin bir parçasıdır. Onlar, Filistin kurtuluş mücadelesiyle çalışmak, onu korumak ve desteklemek istiyorlar. Uluslararası dayanışmanın ne anlama geldiğini çok iyi anlıyorlar.

Sokaklara çıkıp direnmek demek dayanışma demektir, her ülkede faşizme karşı mücadele etmek demektir ve bugün bu örgütlerin Filistinli örgütlerle birlikte sokaklarda yaptığı budur. Ve tarihsel gelişimi de anlıyorlar. Bugün Almanya’daki devrimci komünistler olarak buradaki rolümüzün ne olduğunu görüyorlar.

Evet tam olarak ve politik çalışmalar sonucunda ortaya çıkan ittifakları da net bir şekilde görüyoruz.

Yaşanacak Dünya: Avrupa devletlerini, Filistin’e destek veren diğer örgütlerle yapılan tüm bu ittifakları bir tehdit olarak gördükleri açık…

Ghasan: Tabii ki. Bu emperyalist güçler Sovyetler Birliği’ni de tehdit olarak gördüler. Bu demektir ki, komünizmi istemiyorlar, burada sol örgütleri görmek istemiyorlar. Tüm girişimleri bastırmak için net çıkarları var, açıkça görülüyor. Filistin örgütlerini yasaklamanın ne anlama geldiğini ve diğer örgütlerin bu mücadeleye katılmalarının neden engellenmek istediğini anlamak önemli. Çünkü Alman devleti bugün bu baskının ne kadar ileri gidebileceğini görmeye, gelen tepkilerin düzeyini ölçmeye çalışıyor. Ve eğer bu konuda başarılı olurlarsa, “Aha, şimdi istediğimi yapabilirim” diyebilirler.

Emperyalist güçlerin, Arap reaksiyonerleriyle birlikte bizi, Arapları ve dünyadaki tüm özgür insanları bastırmak için siyonizmle işbirliği yaptığını görmeli, ortak çıkarlarımız için bu güçlere karşı birlikte çalışmalıyız. Örneğin Filipinler’deki devrime nasıl bakıyoruz? Keşmir veya Güney Amerika’daki fakir mahallelerdeki durumu nasıl görüyoruz? Burada örnek olarak silah şirketlerini vermek istiyorum. Bugün açıkça görüyoruz ki bu sistemin sahipleri en büyük silah üreticileridir. Bu silahlar Gazze ve Batı Şeria halkına karşı kullanılıyor, insansız hava araçları, diğer silahlar, tanklar, her türlü şey…

Aynı silahların, bugün Güney Amerika’nın yoksul mahallelerinde katliam yapan güçlere satıldığını görüyoruz. Filipinler’de, Keşmir’de olduğu gibi… Yaklaşık 22 ay önce Yunanistan kıyılarında terk edilen mültecileri taşıyan bir gemi olduğunu gördük. Bu geminin üzerinden uçan ve Balkanlardaki mültecilerin hareketlerini izleyen insansız hava araçları, Gazze üzerinde her gün uçan aynı insansız hava araçlarıdır. Bu da Siyonistlerin dünyadaki baskılardan doğrudan sorumlu oldukları anlamına gelir.

Yaşanacak Dünya: Mevcut durumda halklar arasında dayanışmayı büyütmek için neler yapılabilinir?

Ghasan: Söz konusu olan şeyin birlikte mücadele ettiğimiz bir savaş olduğunu ve uluslararası dayanışmanın bugün çok önemli olduğunu anlamak önemlidir. Filistin’i nehirden denize kadar Siyonizmden özgürleştirmek için geniş bir cephe oluşturmalıyız. Siyonizm tüm dünyayı tehdit ediyor. Bu anlayış bizi birlikte mücadele etmeye yönlendirmeli. Nerede olursak olalım, bu dünyanın tüm emperyalist güçlerine karşı birlikte durmalıyız. Yalnızca birlikte çalışarak ve ortak bir politik tutumla gerçekten kazanabiliriz, küçük gruplar halinde tek başımıza çalışmak yerine kendi mücadelelerimizi, güçlerimizi birleştirip ortak bir cephe altında harekete geçmek önemlidir. Örneğin, benim görevim Filistinli mültecileri burada harekete geçirmektir. Eğer başka bir devrimci komünist Türkiyeli örgüt de harekete geçiyorsa, bu ayrı ayrı hareketleri ortak bir mücadeleye dönüştürmeli ve ortak düşmanımıza karşı birleşmeliyiz. Ancak böylece gerçek uluslararası dayanışmayı sağlayabiliriz.

Filistinli devrimci sol olarak, bu durumu dini bir savaş olarak görmeyi reddediyoruz. Bu tam olarak emperyalist güçlerin argümanıdır. Yahudi halkının Filistin’de bir devlet kurma hakkı olduğunu kabul etmiyoruz. Elbette Filistin ve bölgede İslami bir yön var, ancak Filistin kimliği karmaşıktır ve zaman içinde Filistin’e gelen farklı kültürel ve etnik gruplar tarafından oluşturulmuştur. Ben Yahudilik, Hristiyanlık ve İslam’ı politik kimliğin bir parçası olarak görüyorum. Burada olanlarda çelişki görmüyorum. Bu bir sömürgecilikle mücadele, aynı zamanda kapitalizmle mücadele anlamına geliyor. Kapitalizm, doğal kaynakların sermayenin çıkarları için sömürülmesidir. Bu anlayışı yaymalı ve bunun dini bir savaş olmadığını, aksine anti-kolonyalist, anti-kapitalist mücadele anlamına geldiğini açıklamalıyız.

Daha fazlası

İlgili

Close