DÜNYA
Kabil Konferansı'nın gösterdiği
Emperyalist cenah Kabil’de toplandı, Afgan emekçilerin geleceğini çizdi: Yıkım!
40 ülkenin dışişleri bakanının, BM ve NATO Genel Sekreterlerinin da dahil olduğu 70 ülkeden bürokrat ve uluslararası örgüt yöneticisi, dünyaya ve Taliban‘a “yıkılmadık ayaktayız” mesajı vermek için Afganistan’ın başkenti Kabil‘de bir araya geldi.
Tüm basın yayın organları verilmek istenen mesajı cafcaflı görüntülerle, yaldızlaya paketleye geçtiler. Fakat pek azı “yıkılmayan” ama “sürünen” emperyalist cenah temsilcilerinin toplantı için geldikleri Kabil’de sadece 7 saat kaldıklarını, konferans biter bitmez de pılılarını pırtılarını toplayıp, apar topar kaçtıklarını yazdı. Yine pek azı konferansın sürdüğü sırada Taliban’ın Kabil havaalanına roketatarlarla saldırdığını, toplantıdan bir gece önceyse Kabil’in merkezinde, 4 ayrı bomba patlattığını yazabildi.
Sonuç Bildirgesi’nin konferanstan önce basına “sızdırıldığı”, dolayısıyla çıkacak sonuçların önceden bilindiği konferanstan sürpriz herhangi bir karar çıkmadı. Çıkan dikkat çekici iki karardan ilki 2014 yılında ülkenin tüm yönetiminin Afgan hükümetine devredilmesi, ikincisi ise ülkeye gönderilen yardımların yüzde 50’sinin Karzai hükümeti tarafından dağıtılması oldu. Bu oran şimdiye kadar yüzde 20 idi.
Geçtiğimiz Ocak ayında Londra‘da yapılan konferanstan sonra emperyalist devletlerin sözünü verdiği 40 milyar dolarlık yardımı beklerken avucunu yalayan Karzai’nin bundan sonra yardım alıp almayacağı bilinmez ama payının yüzde 50’ye çıkmasının anlamı, çevresindeki devlet çetesiyle birlikte cebe indireceği payın yükselecek olmasından başka bir şey değil.
Savaş şiddetlenecek
Konferansın en çok tartışılan yanını, kuşkusuz Afganistan’da yönetimin ve güvenliğin 2014 yılında Afgan hükümetine devredilmesi kararı oluşturuyor. Zira, buna emperyalist devletler de dahil hiç kimse inanmıyor. Şu an Afganistan’da bulunan 150 bin NATO askerinin, son teknoloji araç-gereç ve savaş teknikleriyle sağlayamadığı güvenliği, Afgan ordusunun sağlaması inanılacak bir şey değil çünkü. Peki öyleyse neden alındı bu karar?
Birincisi, peş peşe gelen asker tabutlarının Afganistan’da asker bulunduran ülkelerin halklarında ciddi bir huzursuzluk yaratması, işgalin bir üst düzlemden sorgulanıyor ve çatlak seslerin giderek daha net seslendiriliyor olması, bu devletleri ciddi şekilde zorlamaya başladı. Bu zorlanma, Nisan ayında 6 askeri ölen Almanya Başbakanı Merkel tarafından “Yanlış ve gerçekleştirilmesi zor hedefler seçtik, yanlış yaptık” sözleriyle de açıkça dile getirilmişti. NATO güçlerinin, işgalin başladığı günden bu yana 103 askerle en fazla kayıbı verdiği Haziran ayı da söz konusu zorlanmanın en dolaysız göstergesi.
9 yıllık savaşa, ülkenin baştan sona yıkılmasına, binlerce sivilin katledilmesine rağmen Taliban güçlerine ciddi kayıpların verdirilememiş olması, asker bulunduran ülkelerin halkları tarafından işgalin ciddi şekilde sorgulanmasını da beraberinde getirdi. Üstelik bu sorgulama, Taliban’a karşı askeri zafer kazanılamaması üzerinden ülkelerin askeri yeteneklerinin sorgulanmasına doğru da derinleşti.
9 yıllık savaşın ardından gelinen noktada Taliban güçlerinin başkentin merkezindeki bakanlıklara saldırıp günlerce çarpışarak çok da büyük sayılamayacak kayıplar vermeden geri çekilebilmesi, konferansın yapıldığı anda dahi katılımcıların kullandığı havaalanına roketlerle saldırı düzenleyebilmesi ve 9 yıl öncesinden daha güçlü olması gibi etkenler üzerinden düşünüldüğünde, açıkça ortada duran askeri zaafiyetin sorgulanmaması garip olurdu zaten.
Birinci nedeni işgal ülkelerinin halklarını rahatlatıp ağızlarına bir parmak bal çalmaya -ki kocaman bir yalandan ibarettir, aşağıdaki satırlardan da görüleceği gibi geri çekilme planları yok- yönelik olan kararın ikinci nedeni ise, önümüzdeki 4 yıl boyunca Afganistan’da yürütülecek bugünkünden çok daha vahşi saldırganlığa zemin hazırlamaktır. Yönetimin bugünkü şartlarda kukla Karzai yönetimine devredilemeyeceği herkesçe açık bir gerçek. Buna kimse itiraz etmiyor. Öyleyse ülke en kısa zamanda işgal askerlerinin geri çekilmesine ve yönetimin hükümete devredilmesine uygun hale getirilmelidir! İyi de nasıl?
9 yıllık çatışmalardan sonra acıtıcı bir şekilde gördük ki; ödediğimiz bedel başta düşündüğümüzün çok üstünde. Özellikle de uluslararası gücün ve Afganistan askerlerinin ölümü boyutuyla. Fakat belirtmemiz gerekir ki bundan sonraki sert askeri operasyonlarda da kaçınılmaz olarak ne yazık ki daha fazla kurban vereceğimiz de bir gerçek!
Konferanstan sadece bir gün önce Alman Hamburger Abendblatt gazetesine verdiği demeçte böyle diyordu NATO Genel Sekreteri Ander Fogh Rasmussen. Hiçbir yoruma mahal vermeyecek açıklıkta konuşuyor NATO Genel Sekreteri. Önümüzdeki birkaç yıl Afganistan’da neler olacağını, 9 senede taş üstünde taş bırakmadıkları ülkeyi nasıl daha fazla yıkacaklarını, Afgan emekçileri ne denli bir sefalete ve yokluğa mahkum edeceklerini açıkça söylüyor savaş generali! Karar, bundan sonra en üst seviyesine yükseltilecek savaş barbarlığına karşı yükselecek olası sesleri bastırmanın bahanesi haline getiriliyor.
Emperyalizmin “çekileceğiz” yalanı
Emperyalist cenahın Afganistan’dan çekileceği ise, kocaman bir yalandan ibaret. Çekilmenin yalan olduğunu, Rasmussen kadar açık konuşan BM Genel Sekreteri Ban Ki Moon söylüyor:
Bu konferansın amacı stratejilerimizi gözden geçirmek ya da düzeltmek değil. Afgan hükümetini desteklemek ve uzun vadeli angajman niyetimizi bir kez daha teyit etmek için buradayız.
Önce ABD askerinin 2011 Temmuz’unda geri çekilmeye başlayacağını söyleyen ama peşinden de şu sözleri ekleyen Dışişleri Bakanı Hillary Clinton da BM Genel Sekreteri ile aynı ağızdan konuşuyor: “Ancak, buna rağmen angajmanımız Temmuz 2011 itibarıyla sona ermeyecektir. İstikrarlı, güvenli ve barış içinde bir Afganistan görevini bırakmaya niyetimiz yok”.
Yukarıda yaptığımız alıntıda “Yanlış ve gerçekleştirilmesi zor hedefler seçtik, yanlış yaptık” diyen Merkel de bu açıklamasından yalnızca iki gün sonra “Afganistan misyonumuz sürüyor ve sürecektir” dedi.
“Çekileceğiz” ile “Misyonumuz sürüyor” cümleleri arasındaki çelişki, emperyalizmin kafa karışıklığını değil, bir taraftan sıkıştıkları noktada halklara “iyi niyet” gösteri yapıp diğer taraftan işgal politikalarına devam etme kararlığı üzerinden olsa olsa iki yüzlü politikalarını gösterir. Ki bu da kimyasıyla tamamen uyumludur.
Aynı nakarat: Havuç-sopa politikası
Kabil Konferansı‘nın bunlar kadar dikkat çeken bir diğer noktası ise Afganistan Devlet Başkanı Hamid Karzai’nin, Taliban ile yapmak istediği “barış planı”nın, emperyalist devletler tarafından gördüğü destek oldu. Sonuç bildirgesinde bu, “Katılımcılar Afgan hükümetinin barış ve yeniden entegrasyon programını memnuniyetle karşılamakta ve benimsemektedir” ifadesiyle yer aldı. Karzai’nin önerisinin “şiddeti kınayan, uluslararası terör örgütleriyle bağlantısı bulunmayan, anayasaya saygılı ve barış içinde bir Afganistan’ın inşasına katılmaya istekli olan” direnişçileri kapsadığı ifade edildi.
Elde silah dağda çarpışan kişilerin şiddeti nasıl kınayacakları aymazlığı bir tarafa, bu “masum” görünen çağrının altında asıl yatan; Taliban içinde reformist-radikal bölünmesi yaratma çabasıdır. Filistin‘de de denenen bu yöntemle Taliban içerisindeki reformistlerle radikaller ayrıştırılıp, reformistlerin eritilip sisteme entegre edilmesi radikallerin ise ezilmesi planlanıyor. Yükseltilecek savaşa, iki kesim arasında turnusol kağıdı işlevi yüklense de bu çağrının bugüne kadar ki sonuçları gözlemlendiğinde, Taliban içinde ciddi bir bölünme yaratması zor.
Kabil Konferansı’nın Afganistan’da savaşın yükseltilerek, emekçilere çok daha şiddetli bir yıkım getirmesinden başka bir sonucu olmayacak. Buradan okunduğunda bu sonuç, Afgan emekçiler başta olmak üzere tüm dünya işçi ve emekçilerine duyargaları açıp, harakete geçme görevi yüklüyor…