
Gelin bu durumu “fırsat” bilelim. “Şimdi değilse ne zaman” ya da “Tam sırası” diyerek, fabrikalardan ve semtlerden başlamak üzere bulunduğumuz her yerde kendi öz örgütlenmelerimizi oluşturalım
Ege Deniz
‘Sokağa çıkma yasağı’ rezaletinin gösterdiği: Kaderimiz yapacaklarımıza bağlı!
Hükümet ‘garip’ bir “sokağa çıkma yasağı” uygulamasına imza attı. Eğer kafalarının arkasında haince bir başka plan yoksa, bu gece yaşananlar tam bir beceriksizlik örneği olarak tarihe geçti!
Konuyla ilgili Alınteri Gazetesi’nde sıcağı sıcağına çıkan değerlendirmede denildiği gibi, “Tek derdi üretimin sürmesi olan burjuva devletin pandemi politikası da buna göre şekilleniyor”.
Salgının Çin’den patlak vererek yayılmasına, bunun olası sonuçlarından biri olarak kendi rakiplerinin ekonomik-siyasal açıdan geriye düşebilecek olmasına açıktan sevinen bir tutum sergileyen, iki de bir “ülkemiz bu süreçten üretmeye devam ederek, güçlenerek çıkacak” diyen Türk tekelci burjuvazisinin devleti ve hükümetinin, bu utanmaz/arsız tutumudur gece yaşanan rezaletin sorumlusu.
Baştan aşağı ahlaki düşkünlük ve utanmazlıktır bu yaklaşımın özü! Çin’den İtalya’ya, salgının boyutları arttıkça ve yüz binlerce insanın ölecek olması ihtimalinin yanında milyonlarcasının işsizlik, yoksunluk ve belki de açlık tehlikesiyle karşı karşıya kalacak olmasını fırsat bilip “rakiplerimizi geçebiliriz” düşüncesiyle hareket etmek, rakip ülkelerin coğrafyalarında gerçekleşecek ölüm, yıkım ve sefalet beklentisine dayanarak strateji geliştirmek utanmazlık değil de nedir?
Bu utanmazlık, izlenen bu stratejidir dün geceki rezaleti doğuran.
Tekelci burjuvazinin devletinin, Tayyip ve avanesinin izlediği politikalara yön veren bu stratejide halk, işçiler ve emekçiler ‘hiç’tir. Aynı zamanda, devam ettirilmesi gereken üretimde kullanılacak ‘şey’dir. Aynı zamanda, 2 saat öncesinden duyurulan 48 saatlik yasak karşısında ekmek gibi temel ihtiyaçlarını edinmek için sokağa döküldükleri için ‘cahil’dir.
Onların zihninde halk koca bir ‘hiçlik’tir. Üretim alanlarında, fabrika ve işyerlerinde ‘üretim girdisi’ olarak görünen işçi ve emekçiler, bunun dışındaki anlarda ‘kaybolan nesneler’dir. Yaşayan bireyler değildir onlar. Ölümleriyle ‘tane’ olarak geçerler arşive. Ailesine, çoluğu çocuğuna ekmek götürmek, bu nedenle çalışıp didinmek zorunda olan özneler değildir. Bırakalım birey, özne olmayı ‘insan’ bile değildir onlar. Fabrikalarda ve işletmelerde insanlıktan çıkaran koşullarda çalıştırılan, üstüne üstlük maliyeti olan ve kaslardan oluşan ‘işgücü’, yaşamın diğer alanlarında, anlarında ‘yitip giden’ ‘görünmezleşen’, kaderlerine terk edilen ‘varlıklar’dır.
Gene de kabul edilmesi gereken birer ‘varlık’tır onlar. Çünkü üretimin sürmesi için işe koşulmalarına ihtiyaç ‘var’dır. Ha, kuşkusuz hepsi için geçerli değildir bu. Sermayenin ve üretimin düzeyi, çapı, hacmi ölçüsünde geçerlidir. Sayıları her geçen gün artan işsizler mi? Gereksizleşmiştir onlar. “Koronaya yakalansalar da ölseler” temennisinde bulunulacak ‘varlık’ kesimlerini oluştururlar, bu nedenle tümden ‘yokluğa gitmeleri’ beklenir. Tıpkı, geçenlerde bir burjuva bürokratın söylediği gibi “geber”meleri istenilir bir durumdur.
Gelgelelim, burjuva devletin ve hükümetinin izlediği strateji pandeminin yarattığı “kriz” durumunun “sürdürülebilir” olması koşuluyla “başarı”ya ulaşabilirdi ancak. Görünen o ki, iş kontrolden çıktı. Toplumsal yaşamın bütününde olduğu kadar, kendi kapitalist düzenlerinde de alt üst oluşlar yaratacak bir eşiğe doğru freni patlamış kamyon misali bir devinimin içine girdiler.
Biz işçi ve emekçiler şundan emin olalım: Bu kontrolsüzlüğün ‘kontrol altına alınması’ sürecinde bize, bizim yaşamımıza, güvenliğimize ve acil ihtiyaçlarımıza yer vermeyecekler! Pandemi sürecinin başından beri işçilerin patronların insafına terk edilmeleri gibi, işten çıkarılmış emekçiler, işsizler tümden kendi kaderlerine terk edilecekler.
Bundan dolayı, gelin hep beraber bu durumu “fırsat” bilelim. “Şimdi değilse ne zaman” ya da “Tam sırası” diyerek, fabrikalardan ve semtlerden başlamak üzere bulunduğumuz her yerde kendi öz örgütlenmelerimizi oluşturalım.
“Sınıf savaşı”nın şu veya bu biçimde sürdüğünü, burjuvazi ve devletinin izlediği politikalara bu sınıfsal karşıtlığın yön verdiğini ve sınıf savaşını yakın gelecekte açıktan yürütmemiz zorunluluğu ile karşı karşıya kalacağımızı görelim. Şimdiden buna göre davranalım. İşçi ve emekçiler olarak, sürecin üzerimizde yarattığı gerginliğin, biriken öfkenin birbirimize yönelmesine izin vermeyelim. Bir araya gelerek, aynı ezilen ve sömürülen, aynı zamanda ‘hiçleştirilen’ sınıfların parçaları olduğumuzu bir an olsun akıldan çıkarmadan, biriken tepki ve öfkemizi önce örgütlenme çabalarımıza, ardından sınıf düşmanlarımıza yöneltelim!
Değişik ülkelerden emekçilerin dediği gibi, asıl “virüs kapitalizmdir, burjuva hükümetlerdir”. Bu nedenle, Fransa’dan yine bir emekçinin, balkonundan sallandırdığı pankartta hatırlattığı gibi “Bizi hasta eden bu sisteme diz çöktürmek için salgından sonra sokağa çıkacağımızı” unutmadan hazırlıklarımıza bugünden başlayarak girişelim; her alanda dayanışalım, bununla yetinmeyip değişik yol ve yöntemlerle hızla bir araya gelelim, örgütlenelim, kendi kaderimizi kendi ellerimize alalım!
Geleceğimizin, kaderimizin kendi öz gücümüzle yapacaklarımıza bağlı olduğumuzu unutmayalım. Ve inanın, eğer bu yola girmezsek çok daha kötü günlere uyanacağız..