İŞÇİ SINIFIManşet
Krizin faturasını tekeller ödesin!
Almanya’da yüksek enflasyona ve yoksullaşmaya karşı yapılan eylemlerde öne çıkan sendika şubelerinden IG-Bau Köln yöneticileriyle süreci konuştuk
Almanya’da yaşanan ekonomik kriz, yoksullaşma, enerji fiyatlarındaki artışlar insanları ciddi bir gelecek kaygısına itiyor. Ekonomisiyle güçlü olan Almanya artık halkının karnını doyuramıyor mu? Savaşa ayrılan bütçeyle halkın gözü boyanıp yanılsama yaratılırken, diğer tarafta yeni hükümetin, toplumda içten içe gelişen tepkileri sendikalar aracılığıyla nasıl kestiğini görmek zor olmasa gerek. Almanya’daki çoğu sendikalar merkezi olarak SPD’yi destekler durumdadır. İG-Bau sendikası merkezi olarak SPD’yi desteklerken, alanlarda kimi öncü, devrimci sendikacılar sayesinde gerçekten işçi emekçiden yana tutum alan karşı bir duruş ta uç veriyor. Bunlardan IG-Bau Köln yöneticilerinden Mehmet Perişan ve Erman Orman ile yaptığımız röportajı okurlarımızla paylaşıyoruz:
YD: Almanya’daki hayat pahalılığı, yüksek enerji fiyatları, enflasyon ve yoksullaşma konularında düşüncelerinizi alabilir miyiz?
MP: Evet hayat pahalılığı ve yüksek enflasyon konusunda İG-Bau sendika merkezinin eleştirileri var fakat pratiğe yansıyan bir şey görülmüyor; bu genel olarak diğer sendikalar açısından da böyle. Bunun böyle olmasının sebebi, biliyorsunuz son yıllarda özellikle sendikalar içinde SPD’nin hakim olması. Şu anda iktidarda SPD’nin de olmasından dolayı, yapılan her eylem etkinlik SPD’ye karşı yapılıyor gibi bir algının varolması söz konusu. Biz bunları kendi içimizde tartışıyoruz. Özellikle ilerici, aydın, demokrat sendikacılar olarak, işçiden, emekçiden, sınıftan yana sendikacılar olarak kendi aramızda konuşuyoruz. Bunun sonucunda başlattığımız bazı çalışmalar var. Mesela şu anki hayat pahalılığını burjuvazi ve hükümeti savaşa, Putin’e Rusya’ya bağlıyor. Bizler ise bu savaşın emperyalist bir savaş olduğunu, burada sorunun Rusya’nın ya da Ukrayna’nın haklı yada haksız olması değil büyük güçlerin kendi aralarındaki savaş olmasıdır. Burada işçinin, emekçinin hiçbir çıkarının olmadığını söylüyoruz.
‘Emperyalist kapışmanın faturasını biz ödemeyelim’
Şimdi fiyatlardaki yükselişleri savaşa bağlıyorlar. Oysa baktığımızda petrolün fiyatı düşmüş; düştüğünde bile 1 euroluk mazotu bize 2-2,5 euroya satıyorlar. Baktığımızda enerji tekelleri milyarlarca kar yapıyor, yüzde 30-40’lara varan karlar… Biz de diyoruz ki bu savaşın bu iki emperyalist kampın dalaşmasının faturasını niye biz ödeyelim?
Son 5-10 senedir bankaları kurtarma paketlerinde, katrilyonlara varan ödemeler yapıldı. Ödenen bu paralar bizim vergilerimizle karşılanıyor. Diğer taraftan, işçiye, emekçiye, yoksula gelindiğinde hiçbir şey yok, sadece göz boyama, yanıltma tarzında 3-5 kuruş veriliyor..
Korona sürecinde neredeyse her seyin fiyatı iki kat arttı. Son süreçte ise enflasyonun yüzde 10’lara çıktığı söyleniyor. Bu istatistiklerin hepsi oyun, bunların hepsi numara, yanıltmaca. Resmi enflasyonun nasıl hesaplandığını biliyoruz. Ortaya bir sepet konuyor; bu sepetin içinde havyardan tut gömlek düğmesine televizyona, bilgisayara kadar geniş bir yelpazede ürünler var. Bunlar „orta“yı buluyorlar ve işine gelen rakamı ortaya çıkarıveriyorlar; ve yüzde 10 diyorlar! Oysa işçinin temel giderleri belli. Ev kirasıdır, temel mutfak harcamalarıdır, ekmektir, giyim kuşamdır, belki arabasının benzinidir vs. Ayrıca işçiler arasında da hayat pahalılığı karşısında farklı etkilenmeler söz konusu. Bir inşaat işçisiyle bir fabrika işçisi varolan enflasyondan farklı farklı düzeylerde etkileniyor.
Şu an enflasyon -işçilerin temel harcama kalemlerini dikkate aldığımızda- bence en az yüzde 30’larda 40’larda. Dün bir şeyi bir buçuk iki euroya alıyorduk, bugün iki üç katı olmuş fiyat. Yiyecek de enerji de diğer bazı tüketim şeyleri de yüzde 70’lere varan zam ile karşı karşıya kalmış.
YD: Bunun karşında sizler hangi çalışmaları yapıyorsunuz?
EO: Bizler IG-Bau Köln şubesi olarak bir araya gelerek konuştuk, tartıştık yönetimde ve şuna karar verdik: Geniş bir „birlik“ oluşturmak.
Böyle bir „birlik“ oluşturma noktasında karar aldık. Sendikaları, kitle kurumlarını, dernekleri çeşitli sivil toplum kuruluşlarını bir araya getirip bu hayat pahalılığı karşısında ne yapmamız gerektiği üzerine konuşalım dedik. Böyle bir birlik kuruldu ve 17 kurumun bir araya gelerek oluşturduğu bu oluşum geçen hafta cumartesi günü ilk eylemini yaptı.
YD: Oluşumun çağrıcısı kimler?
MP: Almanya çapında sadece şu iki sendika çağırıcı oldu; biri Ver.di Sendikası diğeri de NGG Sendikası. Bu iki sendika Almanya genelinde çağırıcı oldu. NRW eyaletinde ise İG-Bau katıldı. IG BAU Merkezi yok fakat merkezin „yereller kendi insiyatifini kullanabilir“ kararı var.
İG-Bau’nun merkezi tutumu
MP: Tüm sendikalar gibi SPD’yi destekledikleri için yapılan bu sokak gösterilerinin SPD’ye karşı yapıldığını düşünüyorlar.
EO: Şimdi şöyle bir problem var. Her tarafta olduğu gibi Almanya’da da şöyle bir problem var. Savaş her şeyin önüne geçiyor; kötü gidişin savaştan kaynaklı olduğu yönündeki düşünce pompalanıyor ve genelleştirilmeye çalışılıyor. Savaş konusunda tutum söz konusu olduğunda Rusya’ya karşı konumlanma gibi bir şey var. Bir koşullanmalar sendikaların merkezlerinin tutumunu belirliyor. Diğer taraftan, sendikaların tabanında içten içe bir hareketlilik te var. Tabandaki hoşnuztsuzluk, kötü gidişten rahatsızlık sendikaları giderek daha fazla zorlayacak gibi. Bu, sendikaların kötü gidiş konusunda harekete geçmesini, eyleme geçmesini isteyen bir baskı durumuna yol açabilecek. Bu durumda hangi sendika olursa olsun kafasını daha fazla kuma sokamayacağı bir noktada gelinecek.
YD: Peki tabandan bu yönde nasıl bir zorlama var?
EO: Şimdi şunu söylemek durumundayız. Eğer şöyle bir şey söylersek „insanlar sendikaları zorluyor sokağa çıkılsın diye“ bu bir yanılgı olur. Yani bu şekilde dersek hataya düşeriz. Kuşkusuz iş yerlerine gittiğimizde konuştuğumuz işçilerin hoşnutsuzluğunu görebiliyoruz. Tabandaki bu hoşnutsuzluk sendikaların da bir süre sonra şapkalarını önüne koyup düşünmelerine yol açacaktır. Örgütsüz olmayan böyle bir hoşnutsuzluk, giderek sendikalara da yönelebilecektir. Sendikalar bunun farkında. İşçi protesto olarak örneğin sendikadan çıkacak, protesto olarak sendikal faaliyetlere katılmayacaktır. Ama „tabandan büyük bir baskı var“ dersek bu kendi kendimizi kandırmak olur. Şunu da görmek lazım; mesela 4 kişinin 5 kişinin 6 kişinin çalıştığı işyerleri de yani esnaflar da durumdan rahatsızlar. Yani şu anda küçük esnaf ve işçi bu kötü gidişin en büyük mağdurları konumunda..
Peki 17 kurumdan oluştuğunu söylediğiniz birliğin içerisinde sendikalardan başka kurum var mı?
Var evet. Sivil toplum kuruluşları denilen kurumlar var, ATTAC gibi Barış İnisiyatifi gibi, çevreci hareketler de bunların içerisinde.
Oluşumun hedefi..
Başta da konuştuğumuz gibi, sendikalar hareketsiz, harekete geçmiyor. Sendikalar şu anda tamamen SPD’nin çizgisinde devam ediyor. Sendikaların faaliyetleri hani küçük küçük „yardım“ paketlerini süsleyip milletin önüne koymaktan öteye geçmiyor. Bunu bildiğimiz için, ilerici, demokrat, aydın sendikacılar ve kitle örgütleri olarak, sivil toplum örgütleri olarak sokak hareketi oluşturmaya çalışıyoruz. İşçiler arasındaki hoşnutsuzluğu sokağı taşımaya çalışıyoruz. Asıl hedefimiz bu.
YD: ”Birlik“in talepleri neler?
MP: Zamların durdurulması, fiyatların indirilmesi, ücretlerin arttırılması.. En son sendikalar 2 senelik 3 senelik toplu sözleşme anlaşmalarına imza attılar. O yüzden şu anda yeni bir sözleşme sürecine giremiyoruz. Biraz tabandan da bu yönde bir baskı oluşturmaya çalışıyoruz, yani acaba tabandaki hoşnutsuzluğu örgütlü bir şeye dönüştürüp sendika merkezlerini patronlarla görüşmeye zorlayabilir miyiz, gibi bir çabamız da var. Aynı zamanda, dediğim gibi, sokak hareketini geliştirmeye çalışıyoruz; işçilerin politik bilincini geliştirmeye çalışıyoruz..
DGB’nin hükümetten talebi..
DGB’nin hükümetten şöyle bir beklentisi, talebi var. Çalışan herkese ya da maddi durumu iyi olmayan hemen hemen herkese 500 euro yardım artı her çocuk başı 100 euroluk ödeme yapılması gibi bir talep var. Ama asıl talep, „birlik“in talebi şu: Ortaya çıkan durumda işin asıl sorumlusu biz değiliz. Bu işin sorumluları bu krizin bedelini ödesinler.
Bu krizin sorumluları bu krizin bedelini ödesinler
Bu işin sorumluları, bu krizin bedelini ödesinler. Sorumluları da Tekellerdir. Tabii bu bağlamda -krizin ve sonuçlarının- sorumlularının tekeller olduğu şeklinde net bir tanım ya da yaklaşım yok. Ama „bu krizin ve sonuçlarının sorumluları işçiler değil sizsiniz“ yaklaşımı var. Bu da doğal olarak „kötü gidişten büyük şirketler sorumludur“ gibi bir sonuca götürüyor. Yani bu ancak iş verenlerin krizi olabilir, ama bizim yani işçilerin çalışanların krizi değil. Genel algı bu yöndedir diyebiliriz.
YD: Peki son yapılan eylemde yürüyüşlerde hedeflenene ulaşılabildi mi? Katılım yeterli miydi?
EO: Almanya genelinde 6 kentte yapılmıştı yürüyüşler biliyorsunuz. Toplamda 24 bin kişi katıldı. Eylemler çok kısa bir sürede örgütlendi, bir kere bunu görmek gerekiyor. 2 haftalık bir zaman diliminde örgütlendi bu eylemler. Katılımın istenen düzeyde olmamasında şöyle bir etkenden bahsedebiliriz belki; özellikle tekelci medya insanları yanıltan söylemlerde bulundu eylem öncesinde. „Bu tür eylemlere özellikle Almanya’nın doğusunda sağcılar, ırkçılar katılıyor“ tarzında söylemler geliştirdi medya ve insanlar da bundan etkilenerek eylemlere katılmama yönünde bir şeye yol açtı. „Acaba bu eylemlere sağcılar da kendi pankartlarıyla gelirse..“ tarzında bir kaygı oluştu diyebiliriz. Diğer taraftan genel olarak sokağa çıkma kültürünün zayıfladığını düşünürsek son eylemlere katılım aslında az değildi. Mesela Düsseldorf’ta 5 bin kişi vardı ki bu sayı fena değil. Bunun yanında gençlerin çok sayıda olması iyi ve dikkat çekiciydi. Ondan sonra çevre hareketi dikkat çekiciydi. Şöyle bir şey var; Yeşiller’in iktidar ortağı olması çevreci hareketlerin bu tür eylemlere katılmayacağı yönünde bir beklenti oluşturmuştu; bu boşa çıktı. Böylece yoksullukla ilgili taleplerle çevreyle ilgili talepler bu eylemde birleştirilmiş oldu. Bu yönüyle de biz bu işi organize edenler olarak durumdan memnunuz. Tabii bununla yetinmeyip daha fazla katılımlı daha güçlü eylemler için çabalayacağız.
‘Sendikalar eylem çağrısını yarım ağızla yaptılar’
MP: Ben şunu ekleyeyim; katılımın istenen düzeyde olmamasında şu da etken oldu bence. Çağrıcı olan sendikalar yarım ağız yaptılar çağrılarını. Ver.di sendikası mesela, eylemin çağrıcılarından ama eylemi sahiplenmede zayıftı. Genel olarak ta bu böyleydi; yani, çağrıcı sendikaların içlerinde, diğer kurumlar arasında da karşı çıkanlar oldu. O yüzden biz buna rağmen katılım düzeyini iyi görüyoruz..
‘Sendikaların merkezleri sokağa çıkılmasını istemiyor’
MP: Sendikaların merkezleri sokağa çıkılmasını istemiyor. O yüzden bu eylemleri sürükleyen daha ziyade şubeler. Şubelerdeki ilerici, aydın, demokrat sendikacılar üzerinden yürüyen bir süreç.
Üçlü „Trafik Lambası“ koalisyonunda Yeşiller ve FDP işçiden, emekçiden yana kararlara, uygulamalara karşı çıkıyorlar. Bu ortamda SPD denge unsuru, bir nevi büyük abi olarak, Yeşiller’i ve FDP’yi frenleyen, onların yaklaşımlarına nazaran biraz daha „mantıklı“ bir duruşa sahip olarak görülüyor. O yüzden sendikaların merkezinde olsun şubelerdeki yöneticilerde olsun, şöyle bir şey var; SPD’nin elini zayıflatacak tutumlardan uzak durma, böyle bir kaygı var. Ayrıca bir de şöyle bir şey var; hiçbir şey hiçbir kurum homojen değil. Tek tek şubelere göre de değişen dengeler var. Örneğin IG Metall son yapılan yürüyüşleri desteklemedi fakat gördük ki orada IG Metall flaması ile gelen insanlar vardı.
‘Tabandan sendikaları zorlayan bir durum yok’
EO: Şöyle bir durum da yok açıkçası; tabandan sendika merkezlerine yönelik aşağıdan yukarıya bir baskı, sokağa çıkılması ve eyleme geçilmesi yönünde ciddi bir baskı yok. Tabanda hoşnutsuzluk var, rahatsızlık var tabii. Bu da sendika merkezlerini zorlayan, harekete geçmeye zorlayan bir faktör, fakat toplamda tabandan güçlü basınç yok. Sendika merkez yöneticileri de şube yöneticileri de tabandaki işçiler de çalışanlar da aslında şöyle bir ruh halindeler: „Ya şu durumu bir atlatalım da sonrasına bakarız“. Şunu bilmek lazım, tabandan ciddi bir zorlama gelmedikçe de sendikalar harekete geçmez.
YD: O zaman şöyle tamamlamak doğru oluyor sanırım: Tabandan ciddi bir zorlama yok. Sendika merkezlerinin harekete geçmesinde zorlayıcı olmada iş biraz şubelerdeki ilerici, demokrat, devrimci sendikacıların çabalarına bağlı.
MP: Varolan koşullar içerisinde biraz durum böyle gerçekten de. Erman’ın biraz önce söylediği gibi tabanın yukarıyı gerçek anlamda zorladığı falan yok. Şubede biz yönetim olarak oturduk konuştuk.
Sokağa dönük bir çalışma yürütelim dedik. Şu anda IG-Bau’nun eyalet yönetimi iyi durumda bu açıdan. Diğer kurumları da işin içine katarak büyük çaplı eylemlerin önünü açmaya çalıştık.
Dediğimiz gibi aşağıdan yukarıyı zorlayan büyük bir taban etkisi yok. Şu var tabii ki; iş yerlerine gittiğim zaman çalışanlarda, işçilerde kötü gidişe karşı rahatsızlığı, huzursuzluğu görüyoruz. İşte bizim hedeflerimizden biri bu tepkiyi, bu huzursuzluğu örgütleyip aktifleştirmek ve güce dönüştürmek. Bu olmadığı sürece ne sendikalar güçlenir, ne ücretler artar, ne de birlikte mücadele edip hak alma bilincine varılabilir. Bunlar her zaman sokakta olmuştur, tarih boyunca da böyle olmuştur. İşçiler politik bilinci her zaman sokakta kazanmıştır.
YD:Şu anda eylem planı var mı?
EO: Şu andaki önümüzde eylem ve geniş çaplı kültürel etkinlikler olacak ”Arsch huh” yani ”kıçını kaldır” kapsamında. 30 yıl önce müzisyenlerin sanatçların oluşturduğu bir inisiyatif bu. DGB’nin desteklediği bir insiyatif. Her sene müzik-sanat-kültür-tiyatro alanında gösteriler yapıyorlar. Bunların bu sene bir de eylem planları var. Önümüzdeki günlerde Köln Deutz’da bir eylem yapacaklar. İçeriği de „yoksulluğa, ırkçılığa ve savaşa karşı barış“ olacak.
Bu arada, SPD’den bir açıklama geldi, ”zenginler daha fazla vergi ödesin” şeklinde. Bu çağrı kulağa hoş geliyor ama bu çağrıda asıl hedeflenen yoksullaşmaya karşı önlem değil, Ukrayna’nın yeniden inşasına destek! Biz bu talebi kendi içimizde elbette tartıştık ve tartışıyoruz da. Sendikalar şunu güçlü dile getirmeli ”kriz zenginlerin krizi, işverenlerin krizi, faturasını da onlar ödesin” asıl yön budur, buna doğru çekmek gerekir. Şu anda 15 milyon insan yoksulluk sınırında. Bu da nüfusun yaklaşık yüzde 15’i ediyor. Çocuklu ve yalnız yaşayan aileler daha çok yoksulluktan etkileniyor ve bunlarda yüzde 26’ları buluyor. O yüzden zenginlerden alınan vergilerin arttırılması talebi önemli ama nereye verilmeli bu daha da önemli.
YD: TİS görüşmeleri nasıl gidiyor? İşçilere ”kötü durumlar” diye hiç zam vermeyecekler gibi..
MP: İG-Bau 2024 yılına kadar zaten sözleşmelerini imzalamıştı. Şimdi metal sektöründe var görüşmeler. Eyaletler bazında görüşmeler yapılıyor. Kimi eyaletler yüzde 16 zam istiyordu ki İG-Metall merkezi hemen harekete geçti ve eyaletlerdeki tartışmaların önünü almak için yekten bizim talebimiz yüzde 8 diye açıklayıp diğer bölgelerin önünü kesti!