Mısır’daki ayaklanma mümkün olanın ortaya konmasıdır. Bütün dünyadaki insanların uğruna mücadele ettiği ve onların düşüncelerini kontrol altında tutmaya çalışanların… korktuğu şey buydu. Batılı yorumcular, geri kalan tüm insanları kullanılabilir ya da harcanabilir olarak gören iktidar sahiplerinden bahsederken durmadan yanlışlıkla “biz” ve “bize” sözcüklerini kullanıyorlar. “Biz” ve“bize” sözcükleri artık evrensel. Önce Tunus geldi ama Mısır her zaman beklenendi.
Bir gazeteci olarak yıllardır bunu hissettim. 1970’de Kahire’deki Tahrir (Özgürlük) Meydanında büyük ulusalcı lider Cemal Abdülnasır’ın tabutu onun yönetimi altında özgürlüğü tadan insan okyanusunun üzerinde ilerlemişti. O insanlardan biri, bir öğretmen utanç verici geçmişi “yetişkin adamların Kahire Kulübü’nde İngilizler için kriket toplarını kovaladığı” bir dönem olarak tanımlıyordu. Bu kıssa, tüm Araplar ve dünyadaki insanların çoğunluğu için geçerliydi. Üç yıl sonra Mısır üçüncü ordusu Süveyş Kanalını geçti ve Sina’daki İsrail müstahkem mevkilerine girdi. Savaş alanından Kahire’ye dönüşte Özgürlük meydanındaki milyonlara katıldım. ABD İsrail’i yeniden silahlandırıp hezimetlerine neden oluncaya kadar, geri kazanılan onurlarının bir görüntüsü gibiydi.
Daha sonra Başkan Enver Sedat alışılmış milyar dolarlık rüşvetlerle Amerika’nın adamı haline geldi ve bu nedenle düzenlenen bir suikast sonucu 1981’de öldü. Halefi Hüsnü Mübarek’in muhalifleri kendilerini tehlikeye atarak Özgürlük meydanında toplandı. Mübarek için yapılan ve Washington’un çantalı adamları tarafından düzenli olarak geliştirilen son ABD-İsrail planı Gazze’deki Filistinlileri sonsuza dek hapis kılacak bir yeraltı duvarının inşa edilmesiydi.
Dehşetengiz Arabulucu
Bugün Özgürlük Meydanındaki insanlar için sorun Mısır’dan ibaret değil. New York Times’ın 5 Şubat’ta bildirdiği habere göre: “Obama Yönetimi, başkan yardımcısı General Ömer Süleyman’ın karşıt gruplarla uzlaşma sağlamak için yaptığı girişimleri resmi olarak destekleyerek Mısır’daki büyük değişim konusunda sırtındaki yükü attı…. Dışişleri bakanı Hillary Clinton sokak protestolarını etkisiz hale getirmek için Süleyman’ı desteklemenin önemli olduğunu belirtti….”
Süleyman’ı olası suikastlardan korumak gerçekte Mübarek’in muhafızını korumaktır. Jane Mayer’in araştırma kitabı The Dark Side (Karanlık Taraf)’da Süleyman’ın başka bir yönü gösterilmiş CIA’in emriyle insanların işkenceye tabi tutulduğu Mısır’a yapılan “hizmet uçuşları”nda ABD’nin denetmeni olduğunu belgelenmiştir. 2009 yılında Başkan Obama’ya Mübarek’i bir diktatör olarak görüp görmediği sorulduğunda, hızla verdiği cevap “Hayır”dı. Obama, Mübarek’i “iyilik için güç” olarak gören başka bir büyük liberal Tony Blair’i tekrarlayarak Mübarek’i arabulucu olarak nitelendirmişti.
Dehşetengiz Süleyman şimdi bir arabulucu, iyilik için güç, “büyük değişimi” denetleyen ve “protestoları etkisiz hale getiren” bir “uzlaşmacı”. Mısır ayaklanmasını boğmaya yönelik bu girişim işadamlarından, gazetecilere, küçük idarecilere dek uzanan ve diktatörlük düzenini sağlayan önemli sayıda insana dayanıyor. Bir açıdan bu kimseler Obama’nın “ inanılası değişim” ve Blair’in aynı sahtelikteki “politik sinemaskop”unu destekleyen (Henry Porter, Guardian, 1995) batılı liberal sınıfın yapısını da yansıtıyor. Ne kadar farklı şekilde ortaya çıkarlarsa çıksınlar, bütün bu gruplar düzenin yerel destekleyicileri ve imtiyaz sahipleri.
Britanya’da BBC’nin Today (Bugün) programı onların sesini oluşturuyor. Bu programda gözlenen düzenden en büyük sapma “Tanrı bilir” şeklinde ifade edilebilecek yaklaşım. 28 Ocak’ta Washington temsilcisi Paul Adams’ın yaptığı açıklamaya göre: “Amerikalılar oldukça zor bir durumda. Demokratik reformlar görmek istiyorlar ama bunun için karar vermeye ehil güçlü liderlere ihtiyaçlarının olduğunun da farkındalar. Amerikalılar Başkan Mübarek’i tam bir siper ve bölgede kilit niteliğinde bir müttefik olarak görüyorlar.”
“Mısır, İsrail ile birlikte Amerika’nın Ortadoğu politikalarının dayanak noktasını oluşturuyor. Amerikalılar “Tanrı bilir kime” yapılacak kaotik bir yetki devrine neden olabilecek herhangi bir şeye tanık olmak istemiyor.”
“Tanrı bilir ne” korkusu, Ortadoğu’nun baskı altında tutulması ve dönüştürülmesi sonucu çektiği acıların büyük ölçüde sorumlusunun ABD ve İngiliz diplomasisi olduğuna dair tarihi gerçeğini de açığa çıkarıyor. İsrail’in genişleme politikalarına izin veren Balfour Deklarasyonunu unutun. Petrolün demokratik kontrolünün önüne set çekmek için mücahitlere verilen gizli Anglo-Amerikan desteğini unutun. İran’da demokrasinin devrilerek tiran Şah’ın tahta geçirilmesini, Irak’ta yapılan kıyım ve yıkımı unutun. ABD’nin Gazeli çocuklar üzerinde denemelerini gerçekleştirdiği savaş uçaklarını, misket bombalarını, beyaz fosforu, seyreltilmiş uranyumları unutun. Ve şimdi “kaos”u önlemek adına neredeyse bütün temel hak ve özgürlükleri yadsıyan Ömer Süleyman’ın Kahire’deki tövbekâr “yeni” rejimini unutun.
Olaylar Tarafından Bastırılma
Mısır’daki ayaklanma batılı medyada Araplar hakkındaki klişeler nedeniyle küçümsendi. Özgürlük meydanındaki insanların cesaretleri, inançları, belagat yetenekleri ve faziletleri bizim sahte korku ticaretimiz ve “batılı manevi liderliğin” El Kaide ve İran öcüleri ile ilgili kesin kabulleri ile kıyaslandığında Ortadoğu’nun emperyalist sömürüsü hakkında yeni açıklanan kaynaklar şaşırtıcı değil. Atlantik’in iki yakasındaki liberal elitler arasında var olan tartışmaların sınırlarını belirleyen kendinden menkul gazeteler bu nedenle Wikileaks’i alçaklık ve hakaretle suçlanmıştı. Belki de endişelenmişlerdir. Toplumsal farkındalık artıyor ve onları baypaslıyor.
Washington ve Londra’da var olan rejimler oldukça kırılgan ve gerçek anlamda demokratik değil. Başka toplumları yakıp yıkarak yaptıklarını şimdi kendi toplumlarında manda yönetimi ile değil ama yalanlarla yapıyorlar. Kurbanlar için Özgürlük Meydanındaki direniş bir ilham kaynağı olmalı. Televizyonda bir Mısırlı kadın “Durmayacağız.” dedi. “Eve gitmeyeceğiz.” Sivil itaatsizliğe kararlı bir milyon insanı Londra’nın merkezinde bir araya getirmeyi deneyin ve bunun olamayacağını düşünmeye çalışın.
Kaynak: wstatesman.com/Çeviri: Ceren Akçabay /Sol Defter