İŞÇİ SINIFI
Ölüm Orucu Değerlendirmesi (VI)
TDH’nin geleceğini etkileyecek önemde bir çatışma yaşanırken, sol tasfiyecilik, sorumsuz sekter tutumlarındaki ısrarını sürdürdü

Kitlesel AG’den kitlesel ÖO’ya
Aralarında TİKB’nin de bulunduğu 9 devrimci örgüt, 10 Aralık 2001 sabahından itibaren bütün cezaevlerinde açlık grevine başladılar. Hem “F tiplerine” bütün devrimcilerin karşı olduklarının altını bir kez daha çizmek için, hem de sürmekte olan ÖO’na destek olması amacıyla başlatılan bu eylem, katılan örgütlerin çeşitli konulardaki farklılıklarını ortak bir payda altında giderebilmek amacıyla, “gelişmelere bağlı olarak ucu açık olmak üzere” ilk etapta 10 günlük olarak başladı. Bu arada 19 Aralık Operasyonu oldu.
TİKB olarak kendi adimiza biz, “hücre tipi saldırısı başladığı anda kitlesel olarak ÖO’na hemen başlanacağı” kararını 2000 yazının başlarında almış ve bunu bütün cezaevlerindeki yoldaşlarımıza da iletmiştik. Nitekim 19 Aralık sonrası, henüz hiçbir haberleşme olanağı dahi yokken, birçok cezaevinde yoldaşlarımız, “ÖO’na başladıklarına” dair dilekçelerini idarelere çoktan vermişlerdi. 10 Aralık sabahı başladığımız açlık grevini 6 Ocak 2001 tarihinde ‘kitlesel ÖO’na’ çevirdik ve bunu kamuoyuna da resmen duyurduk. Aynı günlerde TKP/ML, MLKP, MLSPB ÖO’na, diğer devrimci örgütler de Süresiz Açlık Grevi’ne başladılar.
O dönem, değişik cezaevlerinde toplam 105 civarında yoldaşımız vardı. Bunlardan 70’i açlık grevini kesintisiz olarak 100 gün sürdürdüler. Daha sonra çıkarılması gerekebilecek ÖO ekipleri için düşündüğümüz 12 yoldaşımıza 60’lı günlerde (bunların ikisi, ÖO şehitlerimiz Lale ÇOLAK ve Ali ÇAMYAR’dı); 5 yoldaşımıza da 80’li günlerde “örgüt kararıyla” ara verdirdik. Bu arada 19 Aralık sonrası tutuklanan her yoldaşımız, cezaevlerine girer girmez açlık grevi/ÖO’na başladılar.
İçlerinde bir MK ve bir de MK Aday Üyesi’nin bulunduğu 16 yoldaşımız, 1. ÖO ekibimizi oluşturdular. 2001 Mayıs’ında çıkardığımız 2. ÖO ekibinde ise, içlerinde başka bir MK Aday Üyesi’nin de bulunduğu 16 yoldaşımız yer aldı. 2001 Temmuz sonunda çıkardığımız 3. ekibimiz ise 5 yoldaştan oluştu.
Bu yoldaşlarımızdan; örgütümüzün aday üyelerinden Tuncay GÜNEL, örgüt üyelerimiz Lale ÇOLAK ve Ali ÇAMYAR ile sempatizan konumundaki Okan KÜLEKÇİ yoldaşlarımız şehit düştüler. Örgütümüz bugün bu yoldaşlarımızın hepsini örgütümüzün “Onur Üyeleri” olarak kabul ve ilan eder.
Şehit düşen yoldaşlarımızın dışında kalan ÖO direnişçilerimizin ikisi dışında bütün yoldaşlarımız, zorla tedavi girişimlerini reddedebilecek durumda oldukları sürece örgütümüzün çizgisine, geleneklerine ve kararlarına uygun militan direnişçi bir duruş sergilemişlerdir. Bu kararlı ve direngen tutumlarından dolayı örgütümüz bütün ÖO gazilerimizi saygıyla selamlamakta ve onlarla gurur duymaktadır.
ÖO ekiplerinde yer alan yoldaşlarımızın dışında kalan bütün kadrolarımız ve militanlarımız, sekiz-on kadarı dışında toplam 200’lü günlere yaklaşan -bazılarında bunu da aşan- destek açlık grevleri yapmışlardır. Örgütümüz, onların bu gurur verici duruşlarını da saygıyla selamlamaktadır.
“7’li platform“un oluşumu, sol tasfiyecilerin tırmanan sektarizmi
19 Aralık Katliamı’nın ardından “F tipleri” artık fiilen açılmıştı. Aileler dahil destek güçleri tam bir şok içindeydiler. 19 Aralık gibi bir katliama dahi ciddi ve etkili bir tepki ortaya konulamamıştı. Buna karşın devlet, en fazla zorlanacağını düşündüğü eşiği aşmıştı. Bu çapta bir saldırı ve bu boyutta bir tepkisizlik beklenmediği için, cezaevlerindeki genel ruh hali de esasında pek içaçıcı değildi. Eylemi bırakmalar başlamış ; bütün örgütlerin karşı çıkmalarına ve engelleme çabalarına rağmen, bireysel kararlarla kendini yakma eylemleri başgöstermişti…
Ortaya çıkan durumu soğukkanlı ve gerçekçi bir yaklaşımla değerlendirip, buna uygun yeni bir taktik politika belirlemek gerekiyordu. Bu amaçla, değişik devrimci örgütlerle yürüttüğümüz karşılıklı görüş alışverişleri sonunda, daha sonraları kamuoyunda “7’li Platform” olarak tanınan oluşumun temel taktik yaklaşımını koyan ortak bir metin ortaya çıktı (Başlangıçta TİKB, TKP/ML, MLKP, MLSPB ve TDP tarafından imzalanan bu metindeki temel yaklaşımı daha sonra Direniş Hareketi, DY, DY (Devrimci Hareket) ve HDÖ de benimsediler. PKK/Devrimci Çizgi Savaşçıları başta olmak üzere başka yapı ve çevreler de bu yaklaşımı öz olarak destekliyorlardı).
Bu metin, 4 Şubat 2001 günü yazılı bir mektup ve çağrı olarak sol tasfiyecilere de iletildi.
“Devrimci parti ve örgütlere:
Arkadaşlar,
Bizler TİKB, TKP/ML, MLKP, MLSPB ve TDP tutsakları olarak, 19 Aralık katliam operasyonu sonrası ortaya çıkan durum, bugün geldiğimiz nokta ve sürmekte olan genel direnişimizin hedefleri konusundaki görüşlerimizi, ANAHATLARIYLA diğer devrimci parti ve örgütlerle paylaşmak istiyoruz.
Devrimci güçler arasında ‘açık politika’ ilkesinden hareketle attığımız bu adım, aramızdaki diyaloğu güçlendirmek, görüş alışverişine katkıda bulunmak, ama hepsinden önemlisi, aramızdaki kimi tutum ve yaklaşım farklılıklarına rağmen aynı mekan ve koşullarda ortak bir direniş içinde bulunan devrimci güçler arasındaki birlikteliği daha da geliştirip pekiştirmek amacını taşıyor.
1- 19 Aralık katliam operasyonunun ardından ‘F TİPLERİ’nin fiilen açılması, içerdiği yiğitçe direniş ve devrimci mesajların yanında, koşullar ve dengelerde, 19 Aralık öncesine kıyasla gözardı edemeyeceğimiz değişiklikler yaratmıştır.
Devletin bizleri katliamlar pahasına da olsa teslim alamayacağını bir kez daha kanıtlanması dışında, bunlardan özellikle şu ikisinin halen sürmekte olan direnişimizin bundan sonraki seyri ve olası sonuçları bakımından belirleyici bir rol oynayacağını düşünüyoruz.
A) Devlet, kendisi açısından stratejik bir önem taşıyan devrimci siyasi tutsakların hücre tipi cezaevlerine nakli sorununu, sonuçta fiilen ‘başarmıştır’. Bu, onun için, tecrit ve izolasyona dayalı yeni cezaevleri politikasını yaşama geçirme noktasında kendisini en fazla düşündüren, işin en zorlu tarafının gerçekleşmesi anlamına gelmektedir.
B) Kamuoyundaki destek güçlerimizin, hem sorunu kavrayış ve kararlılık bakımından, buna bağlı olarak hem de eylemli bir baskı gücü oluşturabilme bakımından zayıflığı ve yetersizliği, bu süreçte kendini pratikte de acı bir biçimde göstermiştir. 19 Aralık’ta sergilenen devlet terörü ve vahşet (aynı zamanda ikiyüzyülük) bütün çarpıcılığı ile ortada olduğu halde, gösterilen tepkilerin cılızlığı ve sınırlılığı ortadadır. Bunun nedenleri ayrı bir tartışma konusudur. Ancak, ortalığın ayağa kalkmasını gerektiren bir gelişme yaşandığı halde gelişme tam tersi yönde olmuş, sınırlı sayıdaki aile ve yakın destek güçlerimiz dışında kalan kesimler sessizlik ve eylemsizliğe gömülmüşlerdir. Bu geri çekilme, durgunluk ve kayıtsızlaşmayı, yakın dönemde tekrar canlandırıp içerdeki direnişle birleşerek devleti, ‘F Tiplerini kapatma’ noktasında geri adım atmak zorunda bırakacak bir düzeye çıkarabilmek pek mümkün görünmemektedir.
Sonuç olarak bugün direnişimiz, içerde olduğu gibi özellikle dışarda, devrimci hareketin kendi özgüçlerine doğru, daha çok bunlarla sınırlı bir ‘daralma’ yaşamaktadır.
2- Kendi açısından en önemli adımı atmış olmanın ‘rahatlığı’ içindeki devlet, cezaevlerindeki direniş 19 Aralık öncesine kıyasla daha da büyümüş ve boyutlanmış olduğu halde, direnişi ‘suskunluk fesadıyla’ boğarak iyice desteksiz bırakmaya, içerdeki siyasi tutsak kitlelerini de umutsuzluk ve karamsarlığa sürükleyerek ‘içten çözmeye’ oynamaktadır. Bunun elbette onu yıpratıcı sonuçlar doğurduğu gerçeğini de gözden kaçırmamamız gerekir.
3- Bu direniş MUTLAKA taleplerimiz doğrultusunda SOMUT KAZANIMLARLA BİTMEK ZORUNDADIR. Bu zorunluluk sadece bugün açısından değil cezaevlerinin geleceği açısından da, sadece pratik- moral bakımdan değil daha ağır yeni yaptırım ve dayatmaların önünü baştan kesebilmek bakımından da hayati öneme sahiptir.
Tecrit ve izolasyona dayalı hücre tipi cezaevleri saldırısının, öncekilerden farklı olarak, tek bir hamle ve kapışmadan ibaret olmayan uzun süreli bir çatışma ve direniş süreci olacağı gerçeği, hemen hemen herkesin üzerinde birleştiği temel bir tespitti. Dolayısıyla bugün ve bundan sonra atacağımız her adımda, bu gerçeği ve geleceği de gözeterek hareket etmeliyiz. Fakat öte yandan bu gerçek, şu an içinde bulunduğumuz aşamanın ve bu aşamada elde edeceğimiz sonucun gelecek açısından da taşıdığı önemi hiçbirimize unutturmamalı.
4- Bu öncüllerden hareketle, bugünkü direnişimizin, önceden deklare edilmiş ve büyük ölçüde çakışan talepsel çerçevesinde öne çıkaracağımız ve elde etmekte ısrarlı olacağımız AĞIRLIK NOKTALARININ yeniden belirlenmesinin gerekli ve doğru olacağı düşüncesindeyiz.
Bu anlamda, ‘F tiplerinin kapatılması’ ve ‘getirildiğimiz cezaevlerine tekrar geri götürülmemiz’ talebimizden tümüyle VAZGEÇMEMEKLE BİRLİKTE, iç ve dış tecritin kırılması, izolasyon amaçlı uygulamalara son verilmesi talebinin öne çıkarılıp esas alınması, mevcut koşullar ve güç dengelerini de dikkate alacak olursak, bizlere göre daha doğru ve yerinde olacaktır. Başka bir ifadeyle, ‘F Tiplerinin Kapatılması ve Geri Gönderilme’ talebimizin, görüşme ve pazarlık yollarının önünü tıkayıcı olmaktan çıkarılması gerekmektedir. Bu talebimizi dile getirmekten ve belli bir noktaya kadar da ısrarlı olmaktan vazgeçmemeliyiz. Bunu mevcut koşullarda bugün elde edemeyecek olsak bile, bu bize, gelecek açısından elde tutmanın yanında, tecrit ve izolasyonun kırılması yönündeki diğer taleplerimizin elde edilmesi noktasında da daha güçlü bir pozisyon kazandıracaktır.
Genel hatlarıyla özetlediğimiz bu yaklaşımdan hareketle, bugünkü koşullarda ASGARİ ÇÖZÜM olarak, aşağıda belirteceğimiz taleplerin elde edilmesini esas alıp bunlara ağırlık veren bir taktik çizgi izlenmesini daha doğru görüyoruz.
I- 19 Aralık katliam operasyonları, barolar, ÇHD, İHD, TTB, aile örgütlenmeleri, Tüm Yargı-Sen vb. kurum temsilcilerinden oluşan bağımsız kurullar tarafından -hiçbir kısıtlama getirilmeksizin- soruşturulmalı, bu soruşturma raporları kamuoyuna açıklanmalı ve tespit edilen bütün sorumlular cezalandırılmalı.
II- ‘F Tipleri’ndeki tecrit ve izolasyon uygulamalarına derhal son verilmeli. Bu bağlamda ;
a) Uluslararası standartlara göre 15 kişiden az mekanlar ‘tecrit’ sayılmaktadır. Dolayısıyla mevcut tecrit kaldırılmalı, 15-25 kişilik ortak yaşam mekanları yaratılmalı, buna uygun düzenlemeler yapılana kadar da ana koridorlara (malta) açılan kapı dışında kalan bütün iç kapılar açık tutulmalı.
b) Spor alanları ve diğer ortak kullanım mekanları, ‘tretmana uyma’ vb. koşullara bağlı olmaksızın hemen kullanıma açılmalı.
c) Kitap, dergi ve yayın alımındaki kısıtlamalara son verilmeli. Hakkında toplatma kararı verilen yayınlardan 1’er tane bulundurulmasının yürürlükteki yasalarda bile ‘suç’ sayılmadığı da dikkate alınarak, bu tür engellemelere başvurulmamalı.
d) Haberleşme özgürlüğümüze hiçbir kısıtlama getirilmemeli.
e) Görüşlerde ‘akrabalık’ koşulu aranmamalı, ziyaret gün ve saatleri çoğaltılmalı, en az 2 ayda bir (yılda toplam 6) açık görüş hakkı tanınmalı, ziyaretçilerimize yapılan onur kırıcı uygulamalara son verilmeli.
f) Avukat görüşlerinde uygulanan her türlü kısıtlama, engelleme, suçlu görme, vb. uygulamalar kaldırılmalı, savunma hakkının gizliliğine saygı gösterilmeli, avukatlarımızı aşağılayıcı uygulamalar son bulmalı.
g) Aynı davadan yargılanan tutsakların biraraya gelmelerine olanak tanınmalı.
h) Siyasi temsilcilik kurumu tanınmalı ve işletilmeli.
i) Komün oluşturabilme, dayanışma, yardımlaşma hakkımız engellenmemeli.
j) Bizlerden tahsil edilmeye kalkışılan ‘paralı mahpusluk’ uygulamalarına son verilmeli, idarenin karşılayamayacağı ihtiyaçlarımızın ailelerimiz tarafından getirilmesi engellenmemeli.
III- Tutsakların temel insani ve demokratik hakları açıkça tanımlanmalı, cezaevlerine ve döneme göre değişen keyfi uygulamalar, arama ve nakillerdeki işkence, eziyet ve onur kırıcı dayatmalara son verilmeli, bunlar cezai yaptırımlara bağlanmalı.
IV- Cezaevleri, barolar, ÇHD, İHD, TTB, TUYAB, TAYAD ile Tüm Yargı-Sen, vb. kurum temsilcilerinden oluşacak ‘BAĞIMSIZ İZLEME KURULLARI’nın düzenli denetimine açılmalı, bunların hazırlayacağı raporlar doğrultusunda gerekli önlemler vakit geçirilmeksizin alınmalı.
V- TMY’nın 16. Madde’si başta olmak üzere, infaz ve ceza artırımı konusunda siyasi tutsaklar aleyhine hükümler içeren naddeler ortadan kaldırılmalı.
VI- ’96 SAG-ÖO Direnişi ile bugünkü ÖO Direnişi’nin vücutlarında kalıcı ve ağır tahribatlar yarattığı tutsaklar başta olmak üzere, cezaevlerinde tedavisi imkansız ağır hasta tutsakların cezaları ertelenmeli.
Tartışmaya ve yeni önerilerle zenginleştirmeye açık olduğumuz bu taleplerin, özellikle ilk ikisini ‘asgari bir çözüm’ün temel koşulları olarak görmekteyiz.
5- Aramızdaki görüş ve tutum farklılıklarına rağmen bugün direniş mevziindeki fiili-pratik birlikteliğin yanı sıra, bu devrimci birlikteliği koruyup daha da güçlendirmenin gelecek açısından da taşıdığı önemi dikkate alarak, olası görüşmeler ve çözüm arayışları sırasında düşmanın ve aracı güçlerin karşısına olabilecek en geniş güçlerin temsilini sağlayacak bir BİLEŞİMLE BİRLİKTE çıkılmasının bizleri daha güçlü kılacağı inancındayız. Bu noktada, bölünme ve ayrılık görüntüsü yaratacak veya bunu derinleştirici tutum ve yaklaşımlar, doğru olmayacağı gibi zarar verici olacaktır. Farklılıklarımızı devrimci kurallar çerçevesinde birbirimizle tartışarak gidermeye çalışıp düşman karşısında birlikteliği esas almak, sadece bugün değil, gelecek açısından da önem vermemiz gereken yol gösterici bir ilke olmalıdır.
4.2.2001
Devrimci Selamlar
* Direniş Hareketi (DH) de bu görüşlere öz olarak katıldığını bildirdi. » (abç)
Bugün hala hiç sıkılmadan “yalnız bırakıldık” iddiasında bulunabilenlerin sergiledikleri yaklaşımı da aşağıda aynen aktarıyoruz.
«Son yazınızı okuduk. Cevabımız :
1- Görüşmeleri biz iki örgüt olarak yürüteceğiz ve sizlerin görüşlerini dikkate almakla birlikte, esas alacağımız kendi programımız olacaktır. Sizlerin görüşlerini dikkate almaktan kastımız, görüşmenin sonuçlarının sizlerin taleplerini de karşılar tarzda yapılmasına özen göstereceğiz. Zaten talepleriniz içinde bizi zorlayacak tek bir şeyin olmaması bunu kolaylaştırıyor.
2- Görüşmelerde asıl hedefleyeceğimiz, buranın mimari yapısını değiştirmek olacaktır. Doğal olarak, mimari yapısının değiştirilmesi, buranın boşaltılmasını gerektirir. Yani görüşmelerde mimari yapının istediğimiz tarzda düzenlenmesi, hukuki dayanağının oluşturulması, mimari yapı yeniden düzenlendikten sonra ‘toplumsal mutabakat’ denen kişi ve kurumların denetimine açıp onayları alındıktan sonra sevklerin yapılması. Mimari değişiklik konusundaki hedefimiz bu olacaktır.
3- ‘…görünürdeki tıkanıklığı aşmak için bazı girişimlerde bulunmayı düşünüyor musunuz ?’ demişsiniz. ‘Tıkanıklığın aşılması’ndan neyi kastettiğiniz anlaşılmıyor. Görüşmeler başlatılmadan/başlamadan bizden bir önerinin devlete götürülmesi kastediliyorsa, böyle bir düşünceye sahip değiliz.
Görüşmeler içinde, görüşmelerin ne zaman, hangi koşullarda yapılacağına göre bu çerçeve biçim alacaktır. Ayrıca diğer taleplerimiz söz konusudur. Henüz bir görüşmenin bile olmadığı bir ortamda neyde ne kadar ısrarlı olunacağı değerlendirme konumuz değildir.
Bu konuları artık tartışma gündemimizden bu çerçevede çıkarmak gerektiğini düşünüyoruz.
Devrimci Selamlar
15 Şubat 2001 -Edirne Hapishanesi DHKP-C tutsaklar örgütlenmesi -TKP(ML)»
Sol tasfiyeci ikili (DHKP-C ve TKP(ML)), aynı içerikte ve aynı kısalıktaki ilk yanıtlarını, 9 Şubat’ta verdiler. Orada da, “Direnişi nasıl sürdüreceğimize ve görüşmeleri nasıl yapacağımıza ilişkin görüşlerimizde bir değişiklik yoktur” demenin dışında, görüşmelerin 7’li Platform’un kendi adına belirlediği iki temsilcinin de katılımıyla birlikte yapılması önerisini “önkoşul dayatma” olarak yorumluyor ve ‘sizleri de biz temsil ederiz’ iddiasında bulunuyorlardı.
Genelleşmiş ve pratikte de ortaklaşılmış bir direnişin geleceği açısından birlikteliği güçlendirecek diyalog arayışlarına dahi baştan kapıyı kapatan bu sekter tutuma karşı onları, dengelerdeki değişmeleri soğukkanlı bir biçimde değerlendirerek devrimci güçler karşısında açık davranmaya, özellikle de benmerkezci/tekelci tutumlarından vazgeçmeye çağıran 9 örgütün imzaladığı ikinci bir mektubu da 12 Şubat tarihinde ilettik ve yukardaki kestirip atan tutumla karşılaştık.
Doğuracağı sonuçlar sadece cezaevlerinin değil TDH’nin de bütününü ve geleceğini etkileyecek önemde bir çatışmanın kendisi, zaten olağan dönemlerden çok daha geniş ve güçlü birliktelikler kurmayı zorunlu ve yaşamsal kılarken; dar grupçu hesaplarla gözü kararmış sol tasfiyecilik, sorumsuz sekter tutumlarındaki ısrarını sürdürüyordu. Hem de 19 Aralık Katliamı gibi bir saldırının ardından, üstelik, direnişin genelleştiği ve pratikte de ortaklaşıldığı koşullarda sürdürüyordu bunu.
19 Aralık saldırısı ile devlet, içerdeki devrimci güçlerin örgütlülüğünü dağıtamadı, temel güçlerdeki kararlılığı kıramadı, vb. vb. belki ama, öte yandan kendisi için en önemli adım olan “F tipine geçiş” adımını sonuçta atmış oldu, destek güçlerimizi paralize edip zayıflatmayı başardı, sonuç olarak direniş tam da onun asıl darbelemek istediği devrimci çekirdek güçlere doğru daraldı, bir süre sonra bu güçlerde de -belirtileri esasında önceden kendini gösteren- dökülmeler başladı. Bu arada dışarda da sayıca zaten azalmış olan aileler içinde dahi, içerdekilere aldırmadan eylemin bitirilmesi için kendi başlarına inisiyatif gösterme eğilimleri başgösterdi.
İçimize sinse de sinmese de bu koşulları dikkate alarak hareket etme zorunluluğu açıktı. Çıplak gözle görülebilecek kadar açık ve ortada olan tıkanma ve gerilemenin, ağır bir yenilgi ve felakete dönüşmemesi için soğukkanlı, akılcı ve sorumlu bir taktik önderlik yeteneği sergilemek gerekiyordu. Fakat dargrupçu hesaplar nedeniyle gözleri körelmiş ve kendi kendilerine yarattıkları yanılsamaların tutsağı haline gelmiş sol tasfiyecilerin akılları hala bir karış havadaydı.
Onların hala nasıl korkunç bir subjektivizmle hareket ettiklerinin çarpıcı bir örneğini yazılı bir belgeden aktaralım. Aşağıdaki not, TKP(ML)’nin merkezi yönetici kadrolarından biri tarafından 2001 Şubat ayının sonlarına doğru, bize de iletilmek üzere TKP/ML temsilcisine yazılmıştır:
“Dün görüşçülerden şöyle bir haber geldi: Bayanların tümü Gebze’de toplanıyormuş. Bayrampaşa’daki PKK’lileri ise Bursa ve Çanakkale’ye götürmek için hazırlıklar varmış. Bu haberi de … hocaya ilet. Ve aynen şunları söyle, ya da bu notu okuyabilir.
Devletin kazanma şansı kalmamıştır, kazanacağına dair tüm ümit kırıntıları tükendi. Sadece, zaferi koparıp onlara bunu pahalıya ödetmenin imkanlarından son kırıntılarına kadar yararlanmak, mümkün mertebe zaferi pahalıya ödetmek istiyor.
Biz de devletle sorunu sadece F tipi olarak görmüyoruz. Daha SAG başlamadan tüm devrimci yapıların üzerinde mutabakata vardığı ama eylem zamanında ayrıştığı tüm taleplerimizi son kırıntısına kadar alacağız. Bu kesindir. Biz fedakarlıkta tüm sınır ve çitleri attık. Bu ülkenin dal gibi kızlı-oğlanlı gençlerini bu ölüm kamplarında geleceğimizle birlikte gömmelerine izin vermeyeceğiz.
Biz devrimci yapılarla sonuçta ayrışmıyoruz, bütün taleplerin alınıp alınmayacağı noktasında farklı düşünüyoruz. Ama kazanacağımıza inanıyoruz. Bu ortak kazanımlarımız olacak. Bu direnişle kazanırsak devrimci hareket bir çeyrek yüzyılda elde edemediği mükemmel olanaklara kavuşacak. Bunu tam avuçlarımızın içinde hissederken tam da zaferin öngünlerinde elimizin tersi ile itebilir miyiz? Bunun için bedeller ödemeye değmez mi?
Devletin direnişin içten içe gevşeyip çözülme umudu kırılmıştır. Adalet Bakanı, 6-7 gün önce Mecliste sorulan bir soruya şu yanıtı veriyor: F tiplerinde 240 ÖO, 285 SAG diğer cezaevlerinde 400 ÖO, 518 SAG’ne katılan var. Tarihte bunun bir örneği daha görülmemiştir. 20 gün önce direnişçi sayısı tüm cezaevlerinde 350 civarına düşünce devletin direnişi içten içe darlaştırıp çözme umudu yenilenmiş gibi oldu. Ama bu son çıkış ile bu umudu da kırıldı. Ne yapacak, direniş beklentilerinin aksine genişleyerek pekişiyor.
Ya toplu kıyımı göze alacak ya da F tiplerinin boşaltılması ve mimari yapı değişikliği başta olmak üzere hepsini kabul edecek. Başka şansları var mı? Hangi yolu denerlerse denesin, sonuç değişmeyecek. Yine tüm taleplerimizi kabul etme dışında bir şansı yoktur.
Bizim yapmamız gereken ayrı ayrı ve farklı taleplerle düşman karşısına çıkma girişimleri ile onun umutlarını yeniden yeşertmek olmamalıdır. İçerdeki toplu çıkışa paralel dışarıyı da hareketlendirmektir. Aksi taktirde bunun vebali ağır olur ve kimse altından kalkamaz.
Hocaya selam -sevgi ve saygılar.”
Tecrite karşı mücadele sorununu, başından itibaren, “F tipleri”nde mimari yapı değişikliğine dayalı salt mekansal bir düzenleme ve sayı sorununa indirgeyen sol tasfiyeci darlık, 19 Aralık sonrası ortaya çıkan durumu ve güç dengelerinin daha da aleyhimize değişmiş olduğu gerçeğini hiç dikkate almadan aynı darlıkta ısrarını sürdürüyordu ve aklı hala beş karış havalardaydı!..
O bütün beklentisini, ‘ölümlerin yaratacağı basınç’ üzerine kurmuştu. Bu aşırı dar ve tekyanlı subjektivizm, dibe vuran kamuoyu desteğinin yeniden kazanılıp hareketlendirilebilmesi için yeni taktik açılımlar ve hamlelerin yapılması gereken o kritik kesitte, edilgen beklemeci bir tutum ve diplomatik pasifizm sergilenmesini de beraberinde getirdi. Devleti, en azından ‘iç ve dış tecritin kırılması’ temelinde kabul edilebilir bir çözüme zorlayacak dinamik bir taktik çizgi izlemek gerekirken, “tutarlılık” ve “kararlılık” adına fiilen hareketsiz bir “bekle-gör” taktiği izlendi.
7’li Platform’un bazı bileşenleri ile onun temel yaklaşımını destekleyen güçler de, körlemesine bir gidiş içinde olan sol tasfiyecilerin demagojik spekülasyon ve saldırılarına maruz kalmama kaygısıyla bu konuda yeterince kararlı bir duruş sergileyemediler.
Bu edilgen beklemeci tutum, direnişin seyri üzerinde özellikle iki noktada tahrip edici yeni sonuçlar doğurdu:
Bunlardan birincisi, 19 Aralık’la birlikte “F tiplerini açma” amacına ulaşan devletin, kamuoyundaki ilgi ve destek ivmesinin düşmesinden de yararlanarak ÖO Direnişi’ni “sessizlikle boğma” taktiğini uygulamasını kolaylaştırdı. Zaten devlet, Kürt Ulusal Hareketini tasfiye sürecinde de uyguladığı “Düşük Yoğunluklu Savaş Stratejisi”nin farklı bir versiyonunu, TDH’ni tasfiyeyi hedefleyen bu saldırı sırasında da uyguladı. Bu stratejinin özüne uygun olarak onun taktiğinin temel unsurlarından biri de, inisiyatifi elde tutarak çatışmayı zamana yaymak suretiyle, özellikle destek güçlerinin saflarından başlayarak yorgunluk, bezginlik ve çözülme eğilimlerinin ortaya çıkmasını beklemekti. “Kararlılık” adına “bekle-gör”cü bir tutum izlemekle sol tasfiyecilik, devletin bu tuzağına da düşmekten kendini kurtaramadı.
Bu “bekle-gör” tutumu ikinci olarak, ÖO eyleminin amacına dair sorgulamaları derinleştirdi. Devrimci bir kararlılığın ifadesi olarak atılan “Zaferi şehitlerimizle kazanacağız” sloganı, bütün taktiğini ve beklentisini ‘ölümlerin yaratacağı basınç’ üzerine kuran sol tasfiyeciler tarafından o hale getirildi ki, araç (eylem biçimi) amacın (bu biçime başvurmayı zorunlu hale getiren nedenlere bağlı olarak talep ve hedeflerin) önüne geçti. Ölümün devrimciler tarafından ‘fetişleştirildiği’ şeklinde bir görünüm ortaya çıktı.
Aracın bu şekilde amaçlaştırılması, süreç uzadıkça eylemciler içinde de bir çözülme etkenine dönüşürken, asıl önemlisi, kamuoyunda ve destek güçleri içinde eylemin amaçlarının sorgulanmasını derinleştirdi. Bir direniş biçimi olarak ÖO eylemi, amaç ve hedeflerinden kopuk bir ‘ölmeye yatma’ eylemi olarak algılanıp yorumlanmaya başladı.
Sonuç olarak, dengelerin aleyhimize döndüğü 19 Aralık sonrası koşullarda, tıkanıklığa doğru giden direnişin, inisiyatifi yeniden ele geçirerek asgari hedeflerine ulaşabilme şansının olduğu çok kritik ve değerli bir zaman, küçük hesapların ve kendi kendine yarattığı yanılsamaların tutsağı haline gelmiş olan sol tasfiyecilerin politik körlükleri yüzünden yitirildi.
Aynı körlük, aynı grupçuluk, aynı küçük hesaplar, iş işten iyice geçip gittikten sonra kendisinin de hararetle sarıldığı “Üç kapı, üç kilit” önerisinden çok daha geniş haklar temelinde bir çözüm imkanını ise Nisan-Mayıs 2001 ayları içinde resmen sabote etti!.. (Sürecek)