DÜNYA

‘Poster-bayrak’ bahane olmamalı

vvAvrupa Alevi Birlikleri Konfederasyonu (AABK)’nun organize ettiği, komünist ve devrimci çevrelerle Kürt yurtseverlerinin desteklediği Köln’deki büyük miting sırasında ortaya çıkan “poster-bayrak krizi”, demokrasi güçleri arasındaki genel ittifak ilişkisi ve tek tek eylem birliklerinde yaşanan sorunların kapsamını da açığa çıkarmış oldu.

Konu üzerine kurumlardan ve duyarlı kişilerden birbiri ardına tepkiler, değerlendirmeler, tutum beyanları dile geldi.

Tepkilerin çoğu maalesef meselenin özüne inmekten uzak, tek yanlı değerlendirmelerle dolu. Tartışmayı yürütenler, çoğunlukla ya suya sabuna dokunmayan genel bir “birlik olmak lazım” çağrısı yapıyor ya da “Sezar’ın hakkını Sezar’a” vermekten kaçan, subjektif bir biçimde sadece bir tarafı mazur gören yaklaşımlarla sınırlıyor.

Herşeyden önce bu durumun adını doğru koymak, sorunun kaynağına inmek, tartışmaları bunun üzerinden yürüterek bir sonuca ulaşmak, daha köklü çözümler üretmenin de önünü açacaktır.

Bu makalenin sınırları içerisinde, tek yanlılıkta aynı kapıya çıkan iki uç yaklaşımı temsil etmeleri dolayısıyla Murat Çakır ve Ali Ekber Pektaş’ın değerlendirmeleri üzerinde durarak görüşlerimizi dile getirmeye çalışacağız.

Konuya ilişkin ilk yazan kalemlerden birisi olan Pektaş, alabildiğince naif bir biçimde; “Kürt yurtsever hareketine bağlı ve kendilerini, ‘Apo’cu gençlik’ hareketi olarak ifade eden bir grup’un, Miting alanında, ‘ısrarla’ Abdullah Öcalan ve PKK flamaları açmaları, mitingin düzenleyicisi olan Alevi hareketi AABK kitlesi tarafından pekte hoş karşılanmamıştır.

AABK yöneticilerinin bütün uyarılarına rağmen, bu grubun taşkınlık derecesine varan davranışları, Miting düzenleyici olan AABK’ı, önemli derecede zora sokma olarak değerlendirilmiştir” tespitinde bulunuyor.

Bu tespit doğru olmasına doğru fakat gerçeğin sadece bir yanına işaret etmesi yönüyle de eksik. AABK yöneticilerinin krizi yönetememesini, ateşe körükle giden yasakçı bir tutum sergilemesini mazur görmesi yönüyle de içinde ciddi bir zaafı barındırıyor.

Ayrıca Pektaş, AABK yönetiminin bu yasakçı tutumuyla, Aleviler içinde tarihsel bir arka plana sahip olan “Kürt düşmanı damarın” kurutulması yönünde ısrarlı bir tutum ve çaba içinde olmak yerine ona göğüs geremeyip bu mitingde olduğu gibi ona zaman zaman prim verdiği gerçeğini de es geçiyor. Bu yasakçılığın, aynı zamanda, miting alanına ellerinde Öcalan flamalarıyla toplu gelmek isteyen Kürt gençlerine Alman polisinin uyguladığı şiddetle, miting çevresindeki ulaşımı dahi engellemeye varan saldırganlığıyla aynı kapıya çıktığını gözden kaçırıyor.

Aynı gün içerisinde iki makale yayınlayan M. Çakır ise özellikle ilk yazısında meseleyi soğukkanlılıkla değerlendirmekten, dolayısıyla anlamaktan uzak, içerik ve üslubuna yansıdığı üzere içindeki tepki birikimini konuşturarak diğer uca savrulan kötü bir yazı kaleme almış. “Kimi yöneticiler” diye şerh düşse de yazının bütününe yansıyan dil ve içerik, AABK’yı bir bütün olarak töhmet altında bırakan bir ruha sahip;

“Açık söylemek gerekirse, sorun ‘imparatorluklarını’ kurmuş, tuzu kuru, F. Alman devletinin proje bütçelerinden pay kapmayı siyaset zanneden, yeri geldiğinde ‘Cem evinde siyaset yapılmaz’ diyerek, ayrımcı siyasetin daniskasını yapan, ‘hassasiyet’ safsatasıyla latent ırkçı tavırlar alan ve Alevi felsefisinin özünden çoktan uzaklaşmış küçük burjuva kimi yöneticiler ile, kirli savaşın mağduriyetini, ayrımcılığı, mülteciliği, katliamları ve kriminalize edilmeyi her gün bizzat yaşayan, göçmen toplumunun en altlarına itilen yoksul Kürt gençleri arasındaki sınıf farkı sorunudur.”

Kantarın topuzunu kaçırdığının kendisi de farkına varan Çakır, ikinci yazısıyla durumu dengelemeye çalışmış. Fakat öz olarak takındığı tek yanlı tutumdan kopamamış. Alevi hareketi içerisinde de özellikle son on yıl içerisinde ortaya çıkan sınıfsal ve siyasal farklılaşmayı, bu farklılaşmayla da birleşik olarak uzun yıllar uzak durulan sosyalist ve devrimci güçlerle Kürt yurtseverlerine yakınlaşma yönelimlerini, faşizme karşı birleşik mücadele bilinci ve yönelimlerindeki artışı yok sayıyor. Yazısında atıfta bulunduğu kimi uyarı ve öngörülerinin doğrulandığı iddiasıyla böbürlenme yönüyle de hala ’90’lı yıllardaki kafayla hareket ediyor.

Alıntı yaptığımız yazının ruhunu yansıtan paragraf, ezilen ulus ve ezilen inanç hareketleri olarak her ikisinin içinde de farklı sınıflara, dolayısıyla farklı güdülere, önceliklere ve kafa yapısına sahip kozmopolit bir kitle bileşiminin olduğunu, bu farklılıkların yarattığı sürtünme ve gerilimleri sadece birinin değil her ikisinin de yaşadığını unutuyor.

Çakır ve onun gibi düşünenler, Gezi direnişinin Alevilerde yarattığı dönüşümü ve bilinç sıçramasını, bu dönüşümün etkisiyle de HDP’nin 7 Haziran başarısında Alevi kurumlarının ve kitlesinin oynadığı rolü görmezden geliyor.

Kürt gençlerinin, yurtdışındaki ortak örgütlenen birçok eylem ve gösteri de hemen hemen benzer bir tutum sergilediği, eylemin düzenlenme nedenini, içerik ve gündemini yok sayarak kendilerini sadece Öcalan’a dair sloganlarla sınırladıkları, alana da bunu hakim kılmaya çalıştığı bir gerçekliktir. Bu tutumun bu tür tepki ve krizlere neden olduğu gerçeğini Kürt özgürlük hareketinin ilgilileri de görmeli ve uyarılarla da yetinmeyerek gerekli etkili önlemleri almalıdırlar.

Kürt yurtseverleri, en fazla saldırıya uğrayan ve savaşan güç olmanın yarattığı duygu yoğunluğunun da etkisiyle, ittifak ilişkilerinde ve eylem birlikteliklerinde ayrıcalıklı ve hegemonik davranış alışkanlığından kendilerini kurtarmalı, dostlarıyla ilişkilerinde mütevazilikleriyle öne çıkmalıdırlar. Gençlerin de bu kültürle yoğrulmasının önünü açmalıdırlar.

Artık hiç kimse, “gençleri kontrol edemiyoruz, engelleyemiyoruz” gibi klişe gerekçelerin arkasına sığınmamalıdır. Eğer Kürt halkının, dayatılan tüm bedellere karşın, fedakarca ve yiğitçe yürüttüğü direnişin yeteri kadar sahiplenilmediği gerçeğini dile getiriyor, Öcalan’ın da altını çizdiği gibi devrimci mücadelenin Türkiyelileşmesini istiyorsak, halklar arasında eşitlik temelinde bir kardeşlik köprüsü kurma çabası içerisindeysek, karşı devrimci güçlerin yaydığı Kürt düşmanlığının etkisini zayıflatarak, devrimci mücadelenin yanına çekilebilen az sayıdaki ittifak güçlerini de öyle kolay kaybetmemeliyiz.

Atatürk posteri ve Türk bayrağıyla yürüyen bir Alevi derneği üyesinin Kürt gençleri tarafından dövülmesi, Alevi kitlesi içerisinde süregelen “Kürtlerin eline fırsat geçerse hepimizi keser” gerici düşünce ve propagandasını tetikleyip besleyen bir nitelik taşıyor. Bu tarz provokatif tutumlar, çok net bir biçimde mahkum edilmeli, bir kez daha tekrarlanmasına asla izin verilmemeli, bu davranışlar hiçbir gerekçeyle hoş karşılanmamalıdır.

Tüm iç muhalefete rağmen AABK’nın seçimlerde HDP’den yana tutum almasını hazmedemeyen, kendileri açısından bunu bir yenilgi sayan ulusalcı-Kemalist cenahın milliyetçi propaganda ve etkisini Alevi kurumları içerisinde artırdığı anlaşılıyor. Ezilen inanç sahipleri olarak sol, sosyalist, devrimci gelenek ve damarlara sahip çıktığını iddia eden ilerici kişi ve çevreler, Alevi dinamiği içerisindeki bu gerici dalgaya teslim olmamalıdır.

Denizler‘in, Mahir’lerin, İbrahim‘lerin ve Gezi’de ölümsüzleşen örgütlü devrimciliğin simge isimlerinden Ethem’lerin değerlerine sahip çıkıyor iddiasında bulunan AABK yöneticileri, yayınladıkları açıklamada; “Bulunduğu bütün ülkelerde resmi olarak tanınan, ciddiye alınan, önemsenen bir örgüttün hiç bir illegal örgütle ilişkilendirilmesine müsaade etmeyiz, edemeyiz” yaklaşımını nasıl açıklayacaklar?..

İsmini andığımız devrimin simge isimleri meşruiyetlerini yasalardan mı alıyorlardı? Yoksa o yasa koyucuları, yasalarıyla birlikte defetme kararlılığında olan duruşları ve mücadelelerinden mi?..

Almanya gibi ülkelerde okullarda Alevilik dersleri verilmesi hakkının kazanılması, ezilen inanç öğelerinin yaşatıldığı kurum ve etkinlikler için devletten ekonomik destek almak gibi gerekçeler de bu yaklaşıma bahane olamaz. Zira bugün Türkiye’de Kürtlerden sonra en fazla tehdit altında olan toplumsal güçlerin başında Aleviler gelmektedir. Maraş’taki “IŞİD kampı” inşası, evlerin kapılarının işaretlenmesi, tarihsel bir yeri de olan Alevi katliamlarına hazırlığın yansımasıdır. Irak’ta ve Suriye’de darbe yedikçe kendilerini hamilerinin kollarına atacak olan IŞİD ve diğer gerici beslemeler Türkiye sokaklarına salındığında, Selefi felsefesinin gereği olarak ilk yönelecekleri kesim Aleviler olacaktır. Aleviler, her gün biraz daha büyüyüp yakıcılaşan bu tehlike karşısında kendilerini savunmaya çalışırlarken yanlarında sünepe CHP yönetimini ya da hayatlarında faşizme taş bile atmamış Kemalist tatlısu solcularını değil Kürt yurtseverleriyle Türkiyeli militan sosyalist ve devrimci güçleri bulacaklardır.

Sonuç olarak AABK, ortaya çıkan bu tabloda kendi payının da ayırdına vararak, meseleyi Demokratik Güçbirliği’nin mekanizmaları içerisinde tartışarak çözmelidir. Aksi halde, aceleyle alınan “Demokratik Güçbirliği’yle ilişkilerimizi askıya aldık” kararı, hepimizin omuzlarındaki ağırlaşmış tarihsel sorumluluktan bir bahaneyle kaçmak anlamına gelecektir.

Daha fazlası

İlgili

Close