DÜNYA
Sanatta “ileri demokrasi”
“Darbeci” Kemalistlerle “demokrat” AKP’nin, sanata ve tarihe bakışı ve sergiledikleri tepkiler arasında ne fark var?
AKP‘nin “demokratik açılım”lar serisinde sıra sanata geldi.
Bu yeni “açılım”ın şu sıra öne çıkan konularını, Kars‘taki bir heykel ve bir televizyon dizisi oluşturuyor. Aslında Said-i Nursi‘nin hayatını anlatma bahanesiyle çekilen bir propaganda filmiyle “ikinci Cumhuriyet’çi demokratizmin” mabedlerinden Bilgi Üniversitesi‘nde yaşananları da bu “açılım”in farklı yönlerini yansıtan tamamlayıcı unsurlar olarak görmek gerekir.
“Heykel yıkıla!..”
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, bir gezi için gittiği Kars’ta, heykeltıraş Mehmet Aksoy‘un “İnsanlık Anıtı” adını taşıyan heykelini “ucube” olarak niteleyip tez zamanda yıkılmasını buyurdu. Savaşların yol açtığı yıkım ve acıları, ortadan iki parçaya bölünmüş bir insan figürüyle anlatmayı amaçlayan heykel, ona göre Kars’a ve yakınlarındaki Hasan Harakani Türbesi‘ne “yakışmıyordu”. Bir dahaki gelişinde orayı süratle park haline getirilmiş olarak görmek istiyordu.
Türkiye uzun yıllar kendilerini her konunun “uzmanı” olarak görüp her işe burnunu sokan MGK ve sıkıyönetim komutanları tarafından yönetildi.Televizyonların yayın saatlerinden kız öğrencilerin okul üniformalarının etek boylarına, otoyol kenarlarındaki gecekonduların dış duvarlarının badana renginden mercimek yemenin faziletlerine kadar… bunlar her şeye karışırlardı. Nelerin “doğru” nelerin “yanlış”, nelerin “güzel” nelerin “çirkin”, hangi yayınların “yararlı” hangilerinin “muzır” olduğuna onlar karar verirler, ölçüleri ve kuralları onlar koyarlar, sonra da toplumdan bunlara uymalarını isterlerdi.
Şimdi güya “sivil” bir hükümet işbaşında. Üstelik, bazı “solcular”, bu hükümetin ve arkasındaki tekelci sermayenin, “askeri vesayet rejimini tasfiye ederek Türkiye’yi demokratikleştirdigini” iddia ediyorlar. Ama bugün karşımızda, bizlere sık sık, “biz bu filmi daha önce de görmüstük” duygusunu yaşatan bir gerçeklik ve gidiş var. Kars’ta bu kez heykel konusunda ahkam kesip “bu ucube tez ortadan kaldırıla” fermanı veren Recep Tayyip Erdoğan ile Samsun‘daki Atatürk Heykeli‘nin kaidesindeki kız ve erkek öğrenci desenlerini “müstehcen bularak” heykeli söktürten ya da Picasso sergisindeki tabloları gördüğünde “Ne var yani, bunu ben de yaparım” diyebilen bir Kenan Evren arasında ne fark var?..
Özellikle de “Yetmez ama evet”ci liberaller buna bir yanıt verirler herhalde!..
“Dizi yasaklana!..”
“AKP demokratizmi”nin sınırlarını sergilediği ikinci güncel örnek, Osmanlı padişahlarından Kanuni Sultan Süleyman‘ın yaşamını konu alan bir dizi oldu.
Dizinin giriş bölümünde, özellikle de Kanuni’nin kendisi kadar ünlü Hürrem Sultan‘ı nerede nasıl tanıdığını anlatmak amacıyla çekilen harem sahneleri, sadece dinci gericileri değil MHP ve BBP‘li faşistler dahil tüm Türk-İslam sentezcilerini ayağa kaldırdı.
“Demokrat” AKP’nin, 12 Eylül‘ün kurduğu RTÜK‘ten de sorumlu başbakan yardımcısı Bülent Arınç, böyle bir diziyi yasaklamak için ellerinde yasal bir yetki olmayışına hayıflanıyor ve “gönlümüzden geçen, tarihimizin önemli şahsiyetlerini olduğundan başka türlü görerek küçültmeye, aşağılamaya çalışan ne olursa olsun karşılığını bulmasıdır’‘ tehdidi eşliğinde diziyi yayınlayan kanalı bu işten vazgeçmeye çağırıyor.
Neymiş efendim, “Osmanlı padişahları içkici, kadın düşkünü, hatta oğlancı olarak gösterilip kötüleniyormus. Bütün dünyanın ‘Muhteşem Süleyman’ olarak tanıdığı Kanuni’ye bu nasıl yapılırmış? Bu diziyle aslında tarihimiz ve atalarımız hakkında yanlış düşünceler uyandırılmak isteniyormuş”.
Osmanlı Sarayı’nda, padişahların cinsel arzularına hizmet etmeleri için özel olarak seçilmiş yüzlerce cariye ile erkek çocukların doldurulduğu “harem” diye bir bölüm sanki yokmuş gibi davranılmasını istiyor bu ikiyüzlülük. Halbuki Osmanlı Sarayı’nda “harem”i Fatih Sultan Mehmet kurmuş, arkasından gelenler de sürdürmüş. Öyle ki, Abdülmecit, 16 yaşında tahta çıkarıldığında, annesi Bezmialem Sultan‘a önce “harem düzeni”ni sorar. Sonra da o Abdülmecit‘in tam yirmi bir oğlu, yirmi bir de kızı olur.
Osmanlı’da harem, yeniçeri ocağı ve şeyhülislamlık makamıyla birlikte aynı zamanda bir iktidar odağı. Bütün saray entrikalarının, darbelerin, karşı darbelerin tezgahlanıp kotarıldığı sacayağının çoğu zaman merkezi. Haremin devlet yönetimindeki rolü ve ağırlığının artışı da, şimdi o toz kondurulmayan Kanuni zamanında başlar.
Zaten Yeni Osmanlıcılar, I. Süleyman‘ın sadece “Kanuni” olarak tanınmasını isterler. Ama aynı Süleyman, Osmanlı tarihinde iki oğlunu, hattâ torunlarını bile idam ettirmiş tek hükümdardır. İktidar çekişmeleri uğruna evlat ve kardeş katlinin önünü o açmıştır. Yoksul köylülüğe dayalı Celali İsyanları, yine onun zamanında patlak verir. Kanuni dönemi, aynı zamanda rüşvetin ayyuka çıktığı bir dönemdir. Osmanlı tarihinin en büyük rüşvetçisi Rüstem Paşa, onun hem damadı hem de sadrazamıdır.
“Osmanlı padişahları içki düşkünü değillermis”!!! Külahımıza anlatsınlar bu masalı da! Osmanlı tarihinde, içkiyi o da yaşlılığında bırakan I. Bayezid dışında içmeyen tek bir padişah bile yoktur!.. Buna karşın çoğu, delilikleri yanında içkiye hatta esrar, afyon gibi uyuşturuculara olan bağımlılıklarıyla meşhurdur. Öyle ki, Kanuni’nin diğer kardeşlerini ortadan kaldırarak tahtı bıraktığı oğlu II. Selim, tarihte “sarhoş Selim” olarak bilinir. İçki içilmesini yasaklayan IV. Murat‘ın kendisi tam bir içkicidir.
Uzun lafın kısası, Kemalistlerin Mustafa Kemal ve Cumhuriyet Tarihi konusunda sergiledikleri “resmi tarih” anlayışıyla AKP’nin neo Osmanlıcı tarih anlayışı arasında özde bir farklılık yoktur. Farklılık sadece, duyarlılık gösterilen konu ve şahsiyetlerle, öncelikler ve söyleme ilişkindir. Bu da doğaldır, çünkü taraflar, sınıfsal ve siyasal karakter olarak aynı zeminde bulunmakla birlikte aralarında ideolojik farklılıklar vardır. Ancak, referans olarak benimsedikleri değerlere ve duyarlı oldukları noktalara dokunuldugu zaman sergiledikleri tepkiler, birbirlerini çağrıştıracak kadar benzerdir ve birileri bizlere bu AKP’yi hala “demokrat” olarak yutturmaya çalışıp “ileri demokrasiye geçtiğimiz” masalları anlatmaktadır!..