DÜNYA
Tanıklar Konuşuyor, Gerçek Buluşması
“Devlet Şükran Aydın’a hesap vermezse, bu hesabı çocuğuma verir, çocuğuma vermezse torunuma verir.”
Kuruluşundan itibaren başta devrimci ve komünistlere karşı olmak üzere, ezilen haklara ve inançlara karşı kaybetme katletme geleneğine sahip devlet tarafından kayıp edilen devrimci, demokrat, yurtsever ve muhaliflerin yakınları yaşadıkları o günleri anlatıyor. Ankara’da düzenlenen ‘Tanıklar Konuşuyor, Gerçek Buluşması’ toplantısına, kayıp yakınları, mağdurlar, Barış Anneleri ve çok sayıda kurum temsilcisi katıldı. Gerçek ve Adalet İnisiyatifi’nin düzenlediği ‘Tanıklar Konuşuyor, Gerçek Buluşması’ toplantısı, İnşaat Mühendisleri Odası (İMO) konferans salonunda başladı. Toplantıya, çok sayıda kayıp, faili meçhul cinayete kurban gitmiş, katledilmiş kişilerin yakınlarının yanı sıra, köyleri boşaltılmış, darbe mağduru çok sayıda tanık katıldı. İki gün sürecek olan toplantıda tanık, mağdur ve demokratik kitle örgütü temsilcisi toplam 75 kişi 12 başlık altında ‘o günleri’ anlatacak. Çeşitli sol siyasi parti yöneticilerinin ve demokratik kitle örgütü temsilcilerinin de katıldığı toplantı, yaşamını yitirenler ve kaybedilenler anısına yapılan bir dakikalık saygı duruşu ve ardından ‘Kayıp’ isimli belgesel gösterimiyle başladı. Toplantıya usulen divan seçildi. Türkiye Barış Meclisi (TBM) Sözcüsü Metin Bakkalcı, Türkiye’nin olağanüstü günler yaşadığına işaret ederek, toplantının içerisinde darbeler, faili meçhul cinayetler, katliamlar, kaçırmalar, kaybetmeler, yerinden etmeler, köy yakmalar gibi olayların yaşandığı büyük bir ‘repertuar’ın olduğunu söyledi. Bakkalcı, iki günlük toplantıda, milyonlarca kayıp ve mağdur adına burada o günlerin tanıklıklarının dile getirileceğini kaydetti. ‘Tanıklar Konuşuyor, Gerçek Buluşması’nın birinci bölümünde faili meçhul cinayete kurban gidenlerin yakınları konuştu. Tanıkların konuşmaları sırasında salonda duygusal anlar yaşandı. Vedat Aydın’ın eşi Şükran Aydın, “Ben eşimi polislere değil, devlete teslim ettim” diyerek, olaydan devletin sorumlu olduğunu söylerken, Şerzan Kurt’un babası, oğlunun bilinçli olarak vurulduğunu kaydetti. Baskılar sonucu çocuklarını ve eşini kaybeden, ailesi yok edilen Rahime İnce, her şeye rağmen barış istediğini dile getirirken yedi çocuğundan altısını kaybeden Döndü Ergin ise, “Hem canımızdan hem malımızdan ettiler” dedi. Gerçek ve Adalet İnisiyatifi’nin düzenlediği ‘Tanıklar Konuşuyor, Gerçek Buluşması’ toplantısının Birinci Oturum‘unda ‘Faili Meçhul Cinayetler’ başlığı altında konuşmalar yapıldı. Gerçek ve Adalet İnisiyatifi adına sunumda bulunan Harun Çakmak, bu etkinlikle Türkiye’nin bu karanlık dönemiyle yüzleşmeyi, unutmak ve unutturmak isteyenlerin karşısına bir fotoğraf koymayı amaçladıklarını söyledi. Cinayetlerin failinin belli olduğunun altını çizen Çakmak, ”bu olayların devletin sorumluluğunda olduğunu” belirtti. Demokrasi güçlerine çağrıda bulunan Çakmak, “Gerçeğin peşinde koşan ve adalet isteyenleri daha çok sahiplenmeliyiz. Herkesi Galatasaray Meydanı ve Koşuyolu Parkı’na daha çok sahiplenmeye, oralarda baskılara karşı durmaya ve bu çalışmaya omuz vermeye çağırıyoruz” dedi. Kayıp edilen Vedat Aydın’ını Yakını: Vedat Aydın’ın eşi Şükran Aydın Kürtçe yaptığı konuşmada şunları söyledi:
Benim eşimi evden birkaç polis gelip aldı ama ben eşimi polislere değil Türk devletine teslim ettim. Eşimin katledilmesinin sorumluları dönemin emniyet müdürü, olağanüstü hal valisi, genelkurmay başkanı, başbakan, cumhurbaşkanıdır. Ben ülkemde Kürdistan’da dünyaya geldim ve orada yaşamak istiyorum. Çocuklarımı ve torunlarımı da kendi topraklarım üzerinde özgürce yetiştirmek istiyorum. Artık yeter diyoruz. Ölen askerler de bizim çocuklarımız. Biz her şeye rağmen elimizi uzatıyoruz, barış istiyoruz. Biz bunu korktuğumuzdan değil, gerçekten barış istediğimiz için yapıyoruz. Dünya da bunu böyle bilsin. Devlet Şükran Aydın’a hesap vermezse, bu hesabı çocuğuma verir, çocuğuma vermezse torunuma verir. Benim gönlüm o kadar dolu ki benim yaşadıklarımı sinevizyon dile getirdi. Kürdistan şehitlerine, Barış Analarına, barış için mücadele verenlere teşekkür ediyorum. Devlet, bugün olmazsa yarın, yarın olmazsa gelecekte mutlaka özür dileyecek. Dünyanın malını da verseler bizi tatmin etmeyecek ama özür bizi rahatlatacaktır.
Şerzan Kurt’un Yakını: Şerzan Kurt’un babası Ömer Kurt da gözyaşları içinde yaptığı konuşmasında şunları dile getirdi:
Ben ilkokuldan sonra öğretmen okuluna gittim, orada hep devletin soğuk yüzüyle karşı karşıya geldim. Çocuklarımı iyi bir felsefe ile büyütmek istedim. Onlara yakışacak isim de verdim. Okul vakti geldiğinde onu üniversiteye gönderdim. Şerzan parlak bir zekaya sahipti. Vurulmadan iki gün önce de onunla konuşmuştum. Anormal bir durum yoktu. Ama cellatlar kararı çoktan almışlardı. Şerzan’ın vurulması sıradan bir olay değildir. Şerzan’ın vurulmasını kendi kafamda çok düşündüm, sıradan mıdır bilinçli midir diye. Karar bilinçlidir. Şerzan ismi Kürtler tarafından değer taşıyor. Şerzan Kürt’tür. Kendi arkadaşları içinde kendini çok sevdirmişti. Şerzan öldürülürse Kürtleri gençleri ayağa kaldırabilir ve böylece provokasyon yaratılabilinir düşüncesiyle bu olay işlenmiştir. Şerzan devletin polisiyle onun güvenliğini sağlayacak kişiler tarafından vuruldu. Bundan hiç şüphemiz yoktur. Devlet Şerzan’ın umutlarını, bizim umutlarımızı bizim beklentilerimizi kırdı. Ben bütün sivil toplum kuruluşlarından Şerzan’ın davasını bırakmamalarını istiyorum. Sonuna kadar katil ve katillerin arkasındaki güçlerin, gerçek adaletin önüne çıkarılması için dayanışma içinde olmalarını istiyorum. Başkaları vurulmasın diye bu davaya sahip çıkalım.
Raime İnce: Edi Bese! Daha Ne İstiyorsunuz?: Eşini kaybeden, ailesi yok edilen Rahime İnce ise şöyle konuştu:
83’te İstanbul’a göç ettik. 92’de evimizi bastılar. ‘Ahmet İnce nerede’ dediler, babası dedi benim, ‘hadi karakola kadar gelin’ dediler. Evimizi aradılar çocuklarım yatıyordu, bunlar kim dediler onlar benim çocuklarım dedim. ‘Sen dur onlar gelsin’ dediler. Yaşar‘la Yılmaz‘ı 92’de aldılar götürdüler. Gidiş o gidiş. Karakol karakol gezdik. Gayrettepe’ye gittik, iki çocuğumuzu gördük. 13 gün sonra kapımız çalındı JİTEM kapıda oğlum da yanlarında polislerin ellerinde içi bomba dolu koliler, bunları bizim evimize bırakıp bizimmiş gibi tutanak tutmak istiyorlardı. İzin vermedim, ama oğlumun üzerine çok gitmişler herhalde, oğlum ‘ana izin ver bombaları eve koysunlar’ dedi. Bombaları yatakların koltukların altına koyup fotoğraflar çekip oğlumu da alıp gittiler. Ben de İHD’ye gittim benim olmayan bombaları gelip evime yerleştirdiler, oğlumu götürdüler dedim. Çocuklarımı 92’de cezaevine koydular. Öbür oğlum Yaşar cezaevinden çıktıktan sonra yapılanlara karşı dağa çıktı. 99’da operasyonda devletin eline düştü. Oğlum yaralı yakalandı. Oğlumu aldılar helikopterden attılar. Her bir parçası bir yere gitti. Cezası varsa onu verselerdi, niye helikopterden atıp parçaladılar? Baskılar öyle bir hal aldı ki kızım Sevgi de dağa gitti. O da yaralı yakalandı hücreye koydular. Kızım halen şimdi yaralı. Şimdi kızım yine ölümle pençeleşiyor. Öbür oğulum da kanser oldu gitti. Baba da dayanamadı dağa çıktı, dağa. 97’de gitti o da şehit oldu. Yeter bu nereye kadar varacak. Bize günahtır, bizim suçumuz nedir, geceyi gündüzü bir ettiler, yapmadıkları kalmadı. Nereye gittiysek peşimizden geldiler, rahat bırakmadılar. Benim evimden dört çocuğum ve eşim bu hale geldi. Her şeye rağmen barış kardeşlik istiyorum. Akan kanlar dursun istiyorum. Bu katillerin Siverek’te yapmadıkları iş kalmadı. Yeter yahu nedir, ne istiyorsunuz, biz bu çocukları ne şekil büyüttük yeter ben dul kaldım evlatsız kaldım. Yeter artık analar ağlamasın.
Bir başka Kayıp Yakını: Yedi çocuğundan altısını kaybeden Döndü Ergin ise şunları anlattı:
Denizlerin asılmasından sonra Tokat’taki olaylarda 1 ev tarandı, ablam şehit düştü. Ablamın oğlunu götürüp beşinci kattan attılar. Ağabeyimin bir oğlunu eve baskın yaparak Sinop Cezaevi‘ne koydular, ağabeyim yedi inek sattı cezaevinden kurtardı. Yine rahat bırakmadılar. En sonunda yeğenim dağa çıktı. Benim oğlum öğretmen oldu, arama çıkarttılar, polisler bir cumartesi günü evimi sardı, eşimi damadımı götürdüler. Evde de iki kızım vardı, damatlarım vardı. 12 yaşındaki kızı da götürmek istediler, ben vermek istemedim, bana bir tekme attılar, kızı da aldılar. Bu şekilde yedi çocuğu yitirdim ben. Çocuklarım baskılara dayanamadı, dağa gittiler. Kızım bir sene durdu, Dersim’de şehit düştü. Halen mezarını bulamadım. Öcalan’ın emriyle geri çekilişte oğlum şehit düştü. Kızım, gelinim, damatlarım, ben de hepimiz cezaevlerine girdik çıktık. Bu da yetmiyormuş gibi benim eşimin emekli maaşından kesinti yapıyorlar. Yine 285 milyar bir borç geldi. Hem canımızdan hem de malımızdan oluyoruz. Bu Türkiye onların mı, benim bir dayım da kurtuluş savaşında ölmüş, biz neyiz, kimiz, niye bize bunları yapıyorlar. Yedi çocuk anasıydım, şimdi bir kızımla kaldım. Canlı kalkan olurken, gittim bir asker ailesine dedim ki siz de sesinizi çıkarın. Bana dediler ki ‘kızım biz ne yapalım bizim üstümüzde baskı var.‘
Konuşmaların ardından, ilk oturuma öğlen arası verildi. Arada, toplantının yapıldığı İnşaat Mühendisler Odası binası önüne çıkan katılımcılar, ellerinde dövizler ve fotoğraflarla kaldırımda on dakikalık oturma eylemi yaptı. Oturma eyleminde tanıklar, kayıpların bulunmasını, katillerin ortaya çıkarılıp yargılanmasını istedi. İkinci Oturum‘da ise planlanan kurum temsilcilerinin konuşmaları fiili anlamda iptal oldu. Özellikle kirli savaşta kayıp edilen yurtseverlerin yakınlarının çok fazla söz almak istemeleri üzerine kurum temsilcilerinin konuşmalarının bir çoğu ertesi güne aktarıldı. Kürsüye yazar İsmail Beşikçi ve Halkevleri Genel Başkanı dışında sürekli bir şekilde kayıp yakınları kullandı. İsmail Beşikçi: TC’nin kuruluş tarihinden itibaren imha ve inkar politikası izlediği, egemen düşüncenin dışında kalan her türlü anlayış ve düşünceye karşı katletme ve yok etme saldırısını sürekli devreye sokmuştur dedi. Devletin bekası için her türlü saldırı aracını, başta da imha ve inkar saldırısını olmak üzere, sistemli hale getirdiğini belirten Beşikçi, en fazla da kayıp etmeyi yaptığını söyledi. Konuşmasında Beşikçi halkların birleşik mücadelesinin ancak saldırıların önüne geçebileceğini belirtti. Kemal Türkler’in Kızı, Nilgün Soysal: Ben bir işçi kızıyım. Sendikacı çocuğuyum. Babam DİSK Genel Başkanı‘ydı. Nitelikli ama çok az anıya sahib oldum. Babam sendika ile o kadar çok uğraşırdı ki bize vakit çok az ayırırdı. Ben babamı katleden katilleri gören tek tanığım. Tanıklığım yıllarca kabul edilmedi. Babamı katledenler devlet tarafından kullanıldı ve yıllarca korundu. Abdullah Çatlı katili ile birlikte 7 TİP‘li genci öldüren Osman Aliağaoğulları devletin TİGEM işletmelerinin birinde Mersin‘de ortaya çıktı. Çıktı demeyelim çıkarıldı. Halkevleri Genel Başkanı: Öncelikle şu mağdur dilinden bir kurtulmamız gerekiyor. Her şeyden önce bu güzel insanlar, güzel bir dünya için, insanca yaşamak için haklarını aradılar. Ve bunun sonunda kayıp edildiler. Ortada bir savaş resmi var. Savaş rejimine karşı yüzümüzü halklara dönelim. Acılar üzerinde politika yapmamalıyız. Bizim yapacağımız tek şey asker ailelerini de buralara, alanlara çağırmak. Gelmezlerse savaşta ölen askerlerin resimlerini bizler taşımalıyız. 1 Eylül Dünya Barış Günü‘ne öyle katılalım. Kayıp Yakını İrfan: Ben bugün bir kayıp hikayesi anlatmayacağım. Çünkü bütün hikayeler birbirine benziyor. Öncelikle şu faili meçhul kavramını ortadan kaldıralım. Hiçbir kayıp, yargısız infaz faili meçhul değildir. Hepsinin dosyasını inceleyin, göreceksiniz ki onlar bilinçli seçilmiş hedeflerdir. Ve failleri meçhul değildir. İkinci olarak bu insanlar suçlu değillerdir. Suçlu olsalardı, devletin kendi yasaları vardır. Mahkemeleri, zindanları var. Ama o insanları böylece susturamayacaklarını anlayınca öldürerek kurtulmayı seçtiler. Bizler 15 yıldır Galatasaray Lisesi‘nin önünde oturuyoruz. Ancak bu yeterli değil. Devlet mekanizmasının siyasi cinayetlerini önlemek için, mücadeleyi geliştirmek, kitleselleştirmek zorundayız. Fikri Özgen’nin Oğlu: Babamı aldılar, bir daha geri getirmediler. Her yere baktık, sorduk, yok dediler. 15 yıl sonra Abdülkadir Aygan bir gazeteye verdiği röportajdan anlıyoruz ki babamı Zahit Yıldız öldürmüş. Zahit Yıldız dönemin Jandarma Genel Komutanı Şener Eruygur‘un yeğenidir. Bir Kayıp Yakını: Bir kardeşim askerdi. İzine geldi. Geri gitmek istemedi. Gerillaya katıldı. Bir kardeşimi zorla korucu yaptılar. Bir süre sonra beni de korucu yaptılar. Abimi o sırada sağ yakalayıp öldürmüşler. Abdülkadir Aygan’ın ifadelerine göre sağ yakalanıp işkence ile öldürülüyor. Ben daha sonra koruculuğu bıraktım. Diğer kardeşim de o zaman koruculuğu bırakmıştı. O da bir süre sonra öldürüldü. Bu mücadele hepimizin mücadelesidir. Ve kazanana kadar sürecektir. Başka Bir Kayıp Yakını: Eşimi alıp götürdüler. Eşimi sormaya amcam gitti, o da gelmedi. Sonra onu sormaya kardeşim gitti, ondan da haber alamadık. Daha sonra bizi zorla köyden göç ettirdiler. Ardından köyü basıyorlar ve geri kalan köylüleri de alıp götürüyorlar. Kocam, amcam, kardeşimi ve köylülerimi Bolu Dağ Komando Taburu tarafından helikopter ile aşağı atılıyorlar. Trabzon‘dan bir katılımcı yaratılan faşist linç ortamını ve saldırıları teşhir eden bir sunum okudu. Azadiya Welat Gaztesi Yazıişleri Müdürü’nün Babası: Hükümetin demokratik açılımının sahte yüzünü teşhir eden bir konuşma yapan baba, oğluma 166 yıl 6 ay ceza verdiler. Bunlar demokratik açılım yapacağız dediler, bomba olup, ceza olup tepemize yağdılar. Düşünün bir; öldürülen bir asker için beş BDP‘linin öldürülmesinin gerektiğini yazan bir yazara bu ülkenin mahkemeleri ‘fikir özgürlüğüdür’ diyor, Azadiya Welat gazetesinin yazı işleri müdürüne 166 yıl 6 ay ceza veriyor. Bu mu sizin demokrasiniz. Eğer bu ülkeye demokrasi ve barış gelecekse oğluma değil 166 yıl 166 bin yıl ceza versinler dedi. Bir başka Kayıp Yakını: Eşimi saat 08.00’de aldılar. Hemen orada işkence ettiler. Benim beş çocuğum vardı. Gittim yalvardım. Onu öldürmeyin, beş çocuğum var sonra ben onları büyütemem. Dediler getireceğiz. Biz yemek götürdük. Bize küfür ettiler. Daha sonra tanıdığımız bir korucu dedi ki bize ”onları öldürdüler” dedi. Saat 18.00 gibi birinci gün sona erdi. Yarın saat 10.00’da yeniden başlayacak etkinlikte ağırlıklı kurum temsilcileri konuşacak. Alınteri Ankara olarak olumlu bir program olarak gördüğümüz etkinliğe ilişkin düşüncelerimizi ve değerlendirmemizi daha sonra yapacağız.