DÜNYA
Tasfiyeci çöplüklerde eşelenenlerle işimiz olmaz!..
Tasfiyecilikle suç ortaklığı yapan Kızıl Bayrak çevresiyle ikili her türlü siyasi ilişkiye son veriyoruz
Türkiye Devrimci Hareketi ( TDH ), son 20 yılda üç büyük tasfiyecilik dalgası yaşadı.
Bunların ilki, 12 Eylül yenilgisi ile revizyonist sistemin çöküşünün birleşik etkisinden doğdu ve geçmişin tüm devrimci değer ve geleneklerinin, hatta Marksizmin ve sosyalizmin açıkça inkar edildiği ideolojik bir tasfiyecilik noktasına kadar vardı.
İkinci dalga, Kürt ulusal hareketindeki ideolojik kırılma ile Türkiye cephesinde emek hareketinin ’96 sonrası inişe geçmesinin dolaysız sonuçlarından biri olarak yaşandı. Onun karakteristik özelliğini devrimci tarih bilincinin yitirilmesi, buna bağlı olarak sosyalist ideallerin ve devrimci militanlığın silikleşip kaybolması oluşturdu.
Son dalga ise, 2000′ler sonrası, tam bir iflas ve dibe vuruş olarak yaşandı. TDH, sadece tarihinin en etkisiz ve itibarsız noktasına sürüklenmekle kalmadı, devrimciliğin en temel değerlerine dahi büsbütün yabancılaştığı bir kimlik erozyonu ve şekilsizlik batağına yuvarlandı.
Aralarında tarihsel bir devamlılık ilişkisi bulunan bu dalgalardan özellikle sonuncusu, “tarihin sonu”nu ilan edebilecek kadar küstahlaşan burjuva neoliberalizmin ideolojik-politik basıncı altında şekillendi. Kapitalist sistemin 1970′li yıllar sırasında sürüklendiği yapısal krizlerinden birini savuşturabilmek için dünya burjuvazisinin sarıldığı stratejik bir politika olarak neoliberal yeniden yapılanmanın toplumsal yaşamın bütün alanlarında yolaçtığı değişimleri zamanında farkederek çözümleyemeyen TDH (de) bu dönüşümün altında kaldı. Bu altında kalış, fiziken imha olmak ya da yerinde saymak gibi bir gerileme ile ölçülemeyecek kadar kapsamlı bir ‘ezilme’ şeklinde oldu.
Duruma ve muhataplarına göre her kılığa girebilen postmodern belkemiksizlik, bu dönemde bir varoluş biçimi ve politika tarzı haline geldi. Marksizmden ve devrimcilikten ideolojik olarak da kopuş, 1980′lerin sonundaki birinci tasfiyecilik dalgası sırasında daha çok kaba ‘inkârcılık’ biçiminde kendisini göstermişti. 2000′ler sonrasının postmodern şekilsizleşme sürecinde bu döneklik, ar damarı çatlamış bir orijinalite merakı, “moda” olanın peşine takılan bir fantezi düşkünlüğü temelinde ‘ikamecilik’ olarak karşımıza çıktı. Leninist emperyalizm tahlili başta olmak üzere Marksizm-Leninizm’in devrimci öğretilerinin yerini neoliberal ideolojinin “sol” versiyonu post-Marksist tez ve görüşler aldı. Marksizm-Leninizm’le uzaktan yakından ilişkisi olmayan, hatta bazılarının ipliği onun tarafından defalarca pazara çıkarılmış en pespaye oportünist tez ve görüşler dahi “günün Marksizmi” ya da “Marksizmin yaratıcı yorumu” etiketi altında piyasaya sürülüp taraftar bulabildi. Sınıfsız komünist topluma ulaşma tarihsel hedefi, onun ilk adımı olarak devrim ve sosyalizm iddiası bir kenara bırakıldı. Devrimci yeraltından ve militanlıktan kaçış hızlanıp çizgileşti. Proletarya sosyalizmi, en azından devrimci halkçılık temelinde militan bir devrimciliğin yerini, burjuvazi ve rejim açısından herhangi bir tehlike oluşturmayan oyalanma pratikleri, cılız yasal protestolar ve imza kampanyalarıyla karakterize olan “Taksim-Galatasaray devrimciliği” aldı. Bu yozlaşma, tasfiyeci karakterine uygun tarz ve alışkanlıkları, anlayış ve ilişki biçimlerini de haliyle beraberinde getirdi.
Bu tasfiyeci dalganın örgütsel plandaki tezahür biçimlerinden biri de örgüt düşmanlığının güç kazanması oldu. Çıkışını postmodern birey anlayışından alan her türlü küçük burjuva anarşizan eğilim ve pratik “doğal” hale gelip “meşrulaştı”. Faşizmin bir devrimciler kuşağını biçmekle sınırlı kalmayan F tipi saldırısının yarattığı moral ve düşünsel çöküntü, bu tasfiyeci dinamiğin tahribatını büyütüp derinleştirici bir rol oynadı.
Tasfiyeciliğe özgü davranış ve ilişki biçimlerini devrimci örgütlerin içine kadar taşıyan bu anlayışlar, ideolojik-siyasal birliğin yanı sıra örgütsel-ruhsal birliği de çözüp bozunuma uğratarak örgütlü gibi görünen bir örgütsüzleşmeye neden oldular. Çevrecilik ve şekilsizleşmeyi kışkırttılar. Devrimci örgüt düşmanı bu küçük burjuva liberalizm, hizipleşme dahil her türlü örgütdışı eğilim ve pratiğe kapıları sonuna kadar açtı. Devrimci örgütleri büsbütün paralize eden iç sorun ve sürtüşmelere kaynaklık etti, güç ve mevzi kayıplarını ivmelendirip kopuşlara ve bölünmelere varan ideolojik yarılmaları tetikledi.
TDH’nin son on yıllarında sayısız bölünmeye tanıklık ettik. Bu bölünmelerin kimisi dar örgütsel sorunlar, hatta kişisel didişmeler ekseninde gelişti. Kimileri ise, gösterilen bütün esneklik ve verilen tavizlere rağmen derinleşip çizgileşmesinin önü alınamayan ideolojik ayrılıkların kaçınılmaz sonuçları olarak karşımıza çıktılar. Fakat bunların hepsinin temelinde, burjuvazinin neoliberal atağı karşısında yaşanan tarihsel gerilemeden kaynaklanan moral bozukluğu ve umutsuzluk, düşünsel ve ruhsal yorgunluk ve yılgınlık yatıyordu.
Bizim, farklı nedenlerle ortaya çıkan örgütsel bölünmeler, özellikle de hizipler konusundaki tutumumuz her zaman açık oldu. Kendi içimizde ortaya çıkan hiziplere karşı tutum konusunda dahi TDH içinde devrimci bir gelenek yaratma iddiasında bulunduk ve bugüne kadarki pratiğimizde de buna uygun davrandık.
Devrimci açıdan anlamlı ve geçerli ideolojik esaslara dayanmayan kopuşları, tasfiyeciliği güçlendiren kopuşlar olarak değerlendirdik. Bu tür ayrılık ve bölünmelerin, TDH’nin zaten zayıflamış olan gücünü ve manevi otoritesini daha fazla aşındırıp zayıflatmanın yanı sıra devrimci değerlerin erozyonunu ivmelendirmekten başka bir işlevi olmadığının altını çizdik. Devrimci bir meşruiyeti ve geleceği olmayan bu tür kopuşlara, tasfiyecilige karşı tutum temelinde net bir tavır alınması gerektiğini savunduk. Bu temelde ortaya çıkan çevre ve bireylerden bize yanaşıp bizimle ilişki kurmayı deneyenlere prim vermedik. Özellikle de birilerine ve birbirlerine yaslanmadan politik bir varlık gösteremeyecek kadar mecalsiz bu tür grupcukların, devrimci örgütler tarafından muhatap alınıp sahiplenilmesine her platformda karşı çıktık. Bu konularda ilkesiz oportünist hesaplarla hareket edilmesini, tasfiyeciliğe prim veren yaklaşımlar olarak değerlendirip eleştirdik. Karşımızdaki muhataplara ya da dönemlere göre değişen belkemiksiz bir tutarsızlık içinde olmadık. Bu tür ayrılıklar, devrimci karakterini temelde korumaya devam ettiğini düşündüğümüz hangi örgütün içinde ortaya çıkarsa çıksın aynı tutumu takındık.
Kendi içimizde ortaya çıkan hizipler konusunda da TDH içinde devrimci bir gelenek yarattık. Kendilerinden ayrılan dünkü yoldaşlarına karşı öldürme dahil şiddete başvurmanın bulaşıcı bir hastalık halini alarak yayıldığı bir tarihsel kesitte (1997) içimizde çıkan hiziple ideolojik-siyasi mücadeleyi esas aldık, bunun dışına da çıkmadık. Aynı ilkesel tutumu, 2000′ler sonrası utanç verici bir tasfiyecilik batağına sürüklenmemizin birinci dereceden sorumlusu, mücadele kaçkını tükenmiş küçük burjuva aydın taslaklarının darbeci ve hizipçi faaliyetleri karşısında da sürdürdük.
Bu bizler için, komünist hareketin tarihsel tecrübelerinden çıkardığımız dersler temelinde ilkesel bir tutumdu. Ve hala da öyledir. Komünistler olarak kendimize ve görüşlerimize olan güvenimizden kaynaklanan bu tutumumuzu zayıflığa yorarak devrimci değerlerimiz üzerinde tepinmeye yönelen düşkünlükler karşısında dahi sabrımızı ve soğukkanlılığımızı koruduk. Örgüt içi mücadeleyi ideolojik ve siyasi olarak kaybedeceklerini farkettikleri andan itibaren tartışma ve konferans süreçlerinin belirlenmiş yöntem ve kurallarını ahlâksızca çiğneyerek hizipçiliğe yönelenlere bile şiddete başvurmayı düşünmedik, bunu aklımızdan dahi geçirmedik, onlarla ideolojik-siyasi mücadele çizgisinden ayrılmadık.
Hal böyleyken, başkalarının içinde ortaya çıkan iç kriz ve sürtünmeleri kollayarak o çatlaklara oynamayı alışkanlık ve siyaset tarzı haline getirmiş Kızıl Bayrak ( KB ) denilen çevre, şimdilerde, haddini de boyunu da fazlasıyla aşan uğursuz bir role soyunmuş görünüyor. Kolektifin geçen yıl sonuçlanan 4. Konferans sürecini dahi yıllarca sabote edip çürütmekle kalmayan, başvurdukları bütün düşkünlüklere karşın azınlıkta kalmaktan kurtulamayacaklarını anlayınca -tam da final toplantısı arefesinde- Konferansın güvenliğini de tehlikeye atarak ayrı bayrak açan Bernsteincı kavga kaçkını küçük burjuva aydın hizbine karşı ilkesel tutumumuzu bahane ederek etrafımızda bir tecrit çemberi örmeye yelteniyor.
Sarıldığı bahane ise, oturdukları yerden yazı ve haber kaleme aldıkları sitelerinden bile görülebilecek kadar bariz bir mecalsizlik ve tükenişi yaşayan mücadele kaçkını bu tasfiyeci aydın hizbini muhatap kabul etmeyip devrimci eylem birlikleri ve platformlarda yer almalarına karşı çıkmamız. KB’ye göre bu “siyaset yasakçılığı” imiş?!!
Gören duyan da, birilerinin sınıf ve kitleler içinde yürüttükleri siyasal pratik faaliyeti başka birileri zorla engelliyor sanacak!!! Başka ayrılıklarda tanık olunduğu üzere gazete ve dergilerini satmalarını zorla engelliyor, toplantı ve yürüyüşlerde pankart ya da stand açmalarına dahi izin vermiyor, bürolarını ve etkinliklerini basıyor, internet sitelerini çökertiyor, vs. vs. diye düşünecek!!! DPG örneğinde olduğu gibi utanmadan gaspettikleri örgütsel değerlerimizin geri alınması süreçlerinde bile bu yöntemlere başvurmadığımız gerçeği de bir yana, kavga kaçağı bu aydın bozuntuları öylesine yorgun ve tükenmiş haldeler ki, bunun zemini de yok ortada. Burunlarının dibinde aylarca süren işçi direnişlerinin dahi sokağına uğramaya mecalleri olmayan, “hamileri”nin zorla taşımaya çalıştıkları platform toplantılarına bile çoğu kez gelmeyenlerin oturdukları yerden yazı yazıp haber ürettikleri sitelerine de yansıyan ruhsuzluk ve tükenmişlikleri ortadayken hangi “siyaset yasakçılığı”ndan söz ediliyor?!! Tasfiyeci bir tükenmişlik dışında ortada siyaset ve siyaset yapan yok ki, siyaset yasakçılığı yapan olsun!!!
Ama küçük hesaplar peşinde koşan KB, amacını ve tasfiyeci sevici yüzünü gizleyebilmek için Maoculuk’un ya da liberal demokratların ağızlarından çok duyduğumuz bir argümana sarılarak demagoji yapıyor. TDKP tasfiyeciliğinin bile farkına ihtilalci komünistlerin 12 yıl gerisinden gelerek varabilenlerin, tasfiyecilik konusunda ilkesel bir tutumun nedenini anlamaya çalışmak yerine, konuyu liberal bir “siyaset özgürlüğü” zeminine çekmeye kalkışan “demokratizmleri”yle gerçi ilk kez karşılaşmıyoruz. Fakat bu çevre, ihtilalci komünistlerin 4. Konferans’ının güvenliğini tehlikeye atan darbeci çıkışlarından itibaren sahiplenip “hamiliğine” soyundukları Bernsteincı aydın hizbini her platforma taşıyıp kolektifimizi aklınca bu yolla tecrite çalışmak ısrarından vazgeçmiyor. Öyle ki, şehidimizin bulunduğu Ulucanlar Anması’nı bile, bu “hamilik” ısrarı yüzünden kendisinin yalnız kalmasıyla sonuçlanan dayatma ve ayak oyunlarına alet edebiliyor.
KB şimdi de 8 Mart vesilesiyle Alınteri’ni dışarda bırakan platformlar oluşturmanın peşinde. Gözü öyle bir dönmüş ki, hizipçi aydın oportünizminin tek bir temsilcisinin dahi olmadığı İzmir’de bile Alınteri’ni tecrit temelinde 8 Mart Platformları oluşturmaya soyunuyor!!! Öte yandan aynı KB, aynı İzmir’de, iş kendisinin düzenlediği bir kurultay girişimi adına OSTİM katliamını protestoya gelince de Alınteri’ni kurumsal kimliğiyle muhatap alıp birlikte eyleme çağırmadan edemiyor!.. İlkesizliğin bu kadarı artık mide bulandırıyor!..
Aslında bu çevre açısından hiç şaşırtıcı değil bu tür ilkesiz oportünist tutumlar. KB, özellikle de kriz ve bölünme yaşadıkları kesitlerde, başkalarının çöplüklerinde eşelenmeyi alışkanlık ve tarz haline getirmiş bir çevredir. Bu anlamda o bunu sadece ihtilalci komünistlere yapmıyor. İhtilalci Komünistlere de ilk kez yapmıyor. Yurtsever hareket içinde yıllarca Öcalan’ı ilahlaştırıp bunun teorisini yapanların başında gelen bazı kadrolar, ancak Türk devletine tutsak düştükten sonra Öcalan’a bayrak açarlar. Yurtsever hareket içindeyken oynadıkları rollere ve o güne kadar nerede olduklarına dair tek bir özeleştirel cümleleri henüz yoktur ortada. Ama KB onlara anında kucak açmakta tereddüt dahi etmez!.. Atılım içinde bir kriz patlak verir, hareketin en deneyimli önder kadrolarından biri yıllardır seyirci kalıp ortak olduğu sağcı bir gidişe nihayet ama her yanından bireysellik akan özünde tasfiyeci bir tutumla bayrak açar. KB bu kez ona kürsü olur!.. 19 Aralık Katliamı’nın hemen arefesi gibi kritik günlerde bile KB’nin kapıları, örgütleriyle farklı nedenlerden sorun yaşayan bunalımlı tiplere açıktır. Öyle ki, bunları 3 gün sonra kendi adına ÖO direnişçisi bile yapar ama bunlar bu kez de eylemi yarı yolda bırakırlar. Kısacası, KB’nin devrimci ilke ve değerlere, devrimci örgütler arasındaki ilişki etiğine sığmayan bu tür oportünist tutum örnekleri saymakla bitmez.
KB, ihtilalci komünistlerin tasfiyeci oportünizm tarafından sürüklendiği durumu fırsat bilerek kendisine alan açmanın peşindedir. Ancak anlaşılan o ki, komünistlerin küllerinden yeniden doğma gücüne sahip olduklarını gözden kaçırmakla kalmamış, onun “ölüsünün” bile KB gibi küçük burjuva aydın sosyalizminin temsilcisi sağcı bir çevrenin dirisine yeteceğini unutmuştur!..
Komünistleri devrimci hareket içinde yalnızlaştırıp tecrit etmeye kalkışacak kadar ileri giden KB, bu cesareti biraz da diğer devrimci örgütlerin bu konularda sergiledikleri oportünist yalpalamalardan almaktadır. Kendilerinden ayrılanlar sözkonusu olduğu zaman şiddete bile başvurmakta tereddüt etmeyip başkalarından da bunu “normal” karşılamalarını beklemeleriyle tanınan örgütler bile, iş bu konuya gelince, oportünist bir kayıtsızlık hatta başka şeylerin acısını çıkarmaya yönelik ucuz tutumlar sergileyebilmektedirler. Keza ikili ilişkilerde bizi muhatap kabul ettiklerini açıklayan kimi devrimci örgütlerin tutumları da bir günden ötekine, kentten kente ya da toplantı çağrısını kimlerin yaptığına göre değişebilmektedir.
Bu tür ilkesiz ve kaypak tavırlara artık daha fazla muhatap olmak istemiyoruz!.. Bizimle devrimci bir ilişki ve işbirliği içinde olmak isteyen devrimci örgüt ve partilerden de, önce bu konuda bundan sonra nasıl bir pratik tutum içinde olacaklarını açık ve net bir biçimde ortaya koymalarını istiyor ve bekliyoruz!.. Ancak bunun önkoşulu olarak tasfiyeciliğe karşı ilkesel yaklaşım ve tutumlarımızı gevşetip sulandırmamızı kimse beklemesin bizden!..
Birilerine ve birbirlerine yaslanmadan bağımsız politik bir faaliyet gösteremeyecek kadar mecalsiz ve tükenmiş tasfiyeci çevrelerin koalisyonu biçimindeki -kendini bile taşıyamayan- sözde eylem birlikleri ve platformlar içinde yer almayı zaten düşünmüyoruz!.. Ama tasfiyeciliğe meşruiyet kazandırmakla kalmayıp ona kurumsal bir kimlik ve süreklilik sağlayan bu tür oportünist yaklaşım ve tutumları teşhir etmekten de geri durmayacağız!..
Tasfiyecilikle suç ortaklığı yapanlara karşı yaklaşımımızın bir parçası olarak KB çevresiyle ikili her türlü siyasi ilişkiye son veriyoruz!.. İşçi sınıfı ve emek hareketinin önündeki sorunlara yönelik geniş bileşimli genel eylem birlikleri dışında, bu çevreyle herhangi bir ilişki arayışı içinde olmayacağımızı ve onu artık muhatap almayacağımızı devrimci kamuoyuna duyuruyoruz!..
14 Şubat 2011
ALINTERİ