KADIN
Ya barbarlık ya Sosyalizm
“Ya barbarlık içinde yok oluş ya sosyalizm ” ikileminin, her zamankinden çok daha fazla güncel olduğu bir tarihsel momentteyiz. 15 Ocak‘ta, yaşamlarını sosyalizm mücadelesine adamış ve bu uğurda savaşımlarından dolayı katledilmiş iki devrimci önder, Rosa Lüksemburg ve Karl Liebknecht‘in ölüm yıldönümleri. 15 Ocak 1919‘da Sosyal Demokrat hükümet tarafından katledilen Rosa ve Liebknecht’i anmak için, katledildikleri Berlin’de her yıl olduğu gibi bu yılda mezarları başında son bulacak yürüyüş ve çeşitli paneller düzenleniyor.
Ölüm yıldönümlerinde ölümsüz devrimci önderler Rosa Lüksemburg ve Liebknecht saygıyla anıyor, insanlığın barbarlık içinde yok oluşunun önüne geçecek sosyalizm ve sınıfsız toplum mücadelemizde yaşatacağımıza bir kez daha söz veriyoruz.
Bu arada, yapılan etkinliklerde, sosyalizm, komünizm kelimesinin anılmasından dahi tedirgin olan ve tehditlerle reformist partilerin tabanlarını hizaya getirmeye çalışan Alman medyası da, bu vesileyle yoğun mesaide.
Tehditlere gerekçe gösterilen ise, Junge Welt gazetesinin her yıl düzenlediği Rosa Lüksemburg Konferansı‘ına da katılan Sol Parti Eşbaşkanı Gesine Lötzsch’ün, “Komünizme nereden gidilir? Sol reformizm mi yoksa devrimci strateji mi? Kapitalizmden çıkış yolları” başlıklı panelde, “Komünizm” kelimesini kullanıyor olması ve eski RAF üyesi Inge Viett ile aynı panelde yer alması. Reformist Sol Parti’nin radikal mücadele potansiyelleri taşıdığı ile ilgili “iyimser” düşüncelerine katılmamakla beraber, güncel öneminden dolayı Murat Çakır‘ın konuya ilişkin makalesini yayınlıyoruz.
Komünizm? Komünizm!
Öcü hortladı. Her ne kadar kendini komünist olarak tanımlayanlar bile güncel gündemin ana maddesinin devrim ve devletin kendi işlevini yitirip yok olacağı, sınıfların ortadan kalkacağı bir dünya olmadığını belirtiyorlarsa da, histerik Alman basını sanki “Önümüzdeki kış komünizm gelecek” miş gibi yaygara kopartıyor.
K. Marx ve F. Engels’in “Avrupa’da bir hayalet dolaşıyor” diye başladıkları Komünist Partisi Manifestosu’nda bahsedilen “Hayaletin” adının bir gazetede anılması bu yaygaranın nedeni.
Sosyalist Junge Welt gazetesinin bugün Berlin’de başlayan geleneksel Rosa Luxemburg Konferansı’na konuşmacı olarak katılan DIE LINKE eşbaşkanı Gesine Lötzsch’ün bir panelde yapacağı konuşma Almanya’nın gündemine oturdu. Lötzsch, “Komünizme nereden gidilir? Sol reformizm mi yoksa devrimci strateji mi? Kapitalizmden çıkış yolları” başlıklı panelde, Rosa Luxemburg’un “Devrimci reelpolitika” ve özgürlük anlayışına atıfta bulunarak bu soruya yanıt getirmeye çalışıyor. “Komünizme giden binlerce yolun” olduğunu savunarak, solun, kapitalizmin ve militarizmin aşılması amacıyla, hem “İşçilerin ve halkın büyük çoğunluğunun sorunlarının çözümü, hem de mülkiyet ve iktidar ilişkilerinin yapısal değişimi için” gündelik soruları yanıtlayarak, “Radikal reelpolitika” yapması gerektiğini vurguluyor.
Ama “Komünizm” kelimesini kullanıyor olması ve eski RAF üyesi Inge Viett ile aynı panelde yer alması, CDU’lusundan SPD’lisine ve hemen hemen bütün burjuva medyasına kadar geniş bir cephenin DIE LINKE’ye “Terörizmle ortaklıkları var“, “Yeniden milyonlarca insanın kanına girmek istiyorlar” türünden suçlama yöneltmesine ve neoliberallerin histeri nöbetine tutulmalarına neden oldu. CSU genel başkanı Horst Seehofer ise coşarak, DIE LINKE’nin yasaklanmasını talep etti.
Solu ve dolayısıyla adalet-demokrasi-barış eksenindeki tüm talepleri diskredite etmek için, bir Neoliberal-Agit-Prop-Ajansı gibi faaliyet gösteren yaygın medya, Soğuk Savaş’ın artığı antikomünizm demagojisiyle gündemi manipüle etmeye çabalıyor. Kuşkusuz bu topyekun saldırının etkisiz kaldığı söylenilemez. Her ne kadar kampanyanın hedefi DIE LINKE olsa da, aynı zamanda SPD ve Yeşiller hizaya getirilmeye ve DIE LINKE seçmeninin kafası karıştırılmaya çalışılıyor.
Yaygın medya ve neoliberal elitler, sanki kapitalizm tanrı vergisiymiş, yaşam kapitalizme ebedîlik yasası tanımış gibi, alternatiflerin telaffuz edilmesinden dahi rahatsız oluyorlar. Ama diğer taraftan Bavyera Merkez Bankası’nın Hypo Alpe Adria’nın iflasındaki reel kriminel tavrından, uluslararası malî piyasa spekülatörlerinin küresel çapta yol açtıkları yıkımdan veya kapitalizmin neden olduğu ekolojik-sosyal-ekonomik felaketlerden hiç mi hiç rahatsız değiller.
Lötzsch, haklı olarak demokratik sosyalizmin bir alternatif olduğunu, ancak Rosa Luxemburg’un dediği gibi, sosyalizmin betona dökülmüş bir ideal, zekice hazırlanmış bir reçete olmadığını, aksine reel mücadelelerden doğacağını savunuyor.
Hoş, DIE LINKE, Rosa’nın sözünü ettiği “Devrimci reelpolitikayı” uygulayabilecek bir politik formasyon değil elbette. Ama komünistinden, sosyalistine, radikal solcusundan, sol reformistine kadar solun geniş bir yelpazesini temsil eden bu parti, radikal bir reelpolitikayı uygulayabilecek, insanların yaşam ve çalışma koşullarının iyileştirilmesi mücadelesi ile adalet ve eşitlik, özgürlük ve kurtuluş taleplerini birleştirebilecek, verili koşulların radikal eleştirisini yapabilecek ve radikal demokrasiyi ilk önce kendi içerisinde gerçekleştirebilecek potansiyele sahip.
Çığırtkanların korkusu bundan.
Evet beyler, bizler komünizme, yani insanlığın özgürlük ve dayanışma, bireysel ve sosyal kurtuluş idealine, sınıfsız, sömürüsüz, devletsiz topluma giden yolu arıyoruz – komünizm adına yapılan hataların ve gerçekleştirilen vahşetin peşinde değiliz! Evet, bizler, “İktidarı, bütün pozisyonlarına sahip olana ve onları dişlerimiz ve tırnaklarımızla savunacağımız zamana kadar kendimizi burjuva devletinin içine bastırarak, bir defalık değil, sürekli olarak ele geçirmeyi” (Rosa Luxemburg) hedefliyoruz. Ve bunun için onbinlerce yol olduğunun bilincindeyiz.
Deneye deneye, düşe kalka, hatası ve doğrusuyla o yolları aramaya devam edeceğiz. Sapına kadar özgürlükçüyüz, sapına kadar radikal demokrat, eşitlikçi, milliyetçilik-cinsiyetçilik-savaş karşıtıyız. Onun için komünistiz, sosyalistiz, solcuyuz. Demokrasi olmadan sosyalizmin, sosyalizm olmadan demokrasinin olamayacağına inanmaktayız.
Evet, korkabilirsiniz, çünkü korkmakta haklısınız!
Murat Çakır
http://yasanacakdunya.net/archives/7356