MAKALELERManşetPOLEMİK

Saldırının mesajı ve tercih zorunluluğu

Kendisini ‘muhalif’ olarak tanımlayan bütün güçler ve toplumsal kesimler artık net bir tercih yapmak zorunluluğuyla karşı karşıyadır!

ALINTERİ– 31 Mart ya da 23 Haziran’da yapılan yerel seçimlerde açığa çıkan gerçek, işçi ve emekçilerin gecekondu usulüyle inşa edilmeye çalışılan faşizmin führerci biçimini kabul etmedikleriydi. Uluslararası ve yerel burjuvazinin katmanlı kriz koşullarında yöneldiği bu modelin Türkiye usulü, daha başından iflas etmişti. Oysaki onlar bu seçimlere, derme çatma rejimlerine altlık oluşturmak, yerellerde merkezi bir denetim ve kontrol tesis etmek, girdikleri yolu iktidar olanaklarını da kullanarak engebelerden arındırmak için girmişlerdi. Bunun için şimdi yaptıkları gibi Türkiye demek olan İstanbul seçimlerini gasp etmişler, bu arada Göbels’in ruhunu şad eden yalan ve manipülasyonun dibine vuracak bir propagandayla “o sandıktan istediğim sonuç çıkacak” moduna girmişlerdi. Sonuç onlar için tam bir hezimet oldu.

Kitlelerin onayını almayan, onlarda rıza üretemeyen hiçbir sistemin yaşayamayacağı gerçeğini iyi bilen mevcut faşist iktidar bloku, epey bir zamandır nasıl bir hat üzerinden ilerleyeceğini tartışıyordu. Kendi iç dalaşları, iktidar hırlaşmaları ve yeni duruma uygun olarak kurulan güç dengeleri netleştikten sonra yaptıkları ilk iş her zaman olduğu gibi Kürt halkının tarihsel-toplumsal kazanımlarının yasal-siyasal ifadesi olan HDP belediyelerini kayyımla gasbetmek oldu. Ne de olsa Kürtler hem işçi ve emekçileri şoven gericiliğin arabasına bağlayarak uçuruma sürüklemek için kullanışlı bir hedefti hem de pekiştirmeye çalıştıkları führerci faşist rejim/devlet biçiminin gereği olarak Kürdistan’da yerellerde de iktidar olmak, merkezi devlet yapısını militarist-faşist bir zırhla örmek kendileri açısından kaçınılmazdı!

Führerci faşist rejimin 3 HDP belediyesini kayyımla gasbetmesi bu minval üzerine gerçekleşti. Bu gasp bundan sonra nasıl bir hat izleyeceklerinin de altını çizmek anlamına geliyor.

Bu hat, saldırı, baskı, zorbalık, militarizm hattıdır.

Bununla içerde işçi ve emekçileri şovenizm zehiriyle sarhoş edip krizin ağır yükünü unutturacaklarını sanıyorlar. Onları yine Kürt düşmanlığı temelinde yayılmacı-işgalci politikalarına yedekleyerek kelimenin gerçek anlamıyla uyuşturmak istiyorlar.

Kısacası faşist iktidar bloku içerde ve dışarda yaşadığı, her biri iç içe geçip girift katmanlar oluşturan krizini, daha önce defalarca denediği ve her defasında amacının tersine toplumsal tokatlarla yerine oturduğu o kirli ve çürümüş suda bir kez daha yıkanarak, aşabileceğini sanıyor! Daha önce daha güçlü olduğu koşullarda beceremediğini şimdi oldukça zayıflamış ve kriz dinamikleri genişleyip-derinleşmişken yapabileceğini sanıyor.

Fakat nafile! Baskı, zorbalık ve faşizmin her türlü kuralsızlığının gideceği mesafe kısadır!

İç içe geçen iç ve dış krizlerin toplumsal krizi derinleştirmesi kaçınılmazdır!

Seçimlerde ortaya çıkan tablo sadece işçi ve emekçiler üzerindeki ideolojik-siyasi hegemonyanın çözülmeye başladığını göstermedi. Bu bariz sonuç, aynı zamanda iktidar bloku içindeki güç dengelerini de sarstı, sürtünme ve iç hırlaşmaları kışkırtıp, güç dağılımının da yenilenmesine neden oldu. Gerek Rojava’ya işgal harekatı konusunda yaşanan iç tartışmalar gerek son YAŞ kararları gerekse beklenen kabine yenilenmesinin gerçekleşmemesi ve Erdoğan’ın Bahçeli’nin evinde gerçekleştirdiği görüşme bu iç dalgalanmalar konusunda yeterince fikir veriyordu.

AKP’nin en büyük dayanağı olan toplumsal tabanında başlayan çözülme, bu çözülmenin yeni parti arayışlarına doğru evrilecek bir ayrışmaya yönelmesi iktidar bloku içindeki gücünü büyük oranda sarstı.

Faşist iktidar bloku içinde yaşanan dalgalanmalar, en güçlünün gücünde meydana gelen zayıflama karşımızda bir yengeç sepetinin durduğunun açık ifadesidir. Bu sepet, yaşanan siyasi krizi derinleştirecek bir sepettir. Mevcut halde bile hissedilen etkileri önümüzdeki dönemde daha ciddi hırlaşmalarla karşımıza çıkacak ve bu hırlaşmalar toplumsal krizi olduğu kadar, bölgesel ve uluslararası krizi de derinleştirecektir.

Tüm bu iç krizler, etkisi işsizlik ve tırmanan hayat pahalılığıyla daha fazla hissedilen ekonomik krizin kitlelerde yarattığı tepki birikimi, bölgesel ve uluslararası siyasette yaşanan katmanlı krizlerle birleşerek oldukça ağır bir toplam oluşturuyor.

Faşist rejim bu toplamın altından saldırı ve zorbalıkla kalkabileceğini sanırken, aynı zamanda buna mahkum! Çünkü oynayacak alanı oldukça dar. Kayyım kararının İçişleri Bakanlığı sitesine Kürtçe olarak konulması da onu kurtaramayacak (!), en başta Kürt halkının belleğine kazınan bu zorbalığın faturasını gerektiği biçimde ödeyecektir. Tıpkı daha önce olduğu gibi!

Şovenizm ve militarizmin o zehrinin, işçi ve emekçilerin kabusu olan zamlar ve işsizliğin yarattığı mide kramplarını dindirmeye yetmeyeceğini tarih de göstermiştir. İşçi ve emekçilere çay-simit “zammı”ndan fazlasını veremeyen, geçmiş kazanımlarını gasbetmek dışında seçenek göremeyen, o açgözlülüğünü dağı-taşı yandaş patronların yağmasına açarak aşacağını sanan faşist rejim, tam da beklediği ve korktuğu yerden darbeyi yiyecek!

O darbe şovenizm ve zorbalıkla zehirleyip, alıklaştırmaya çalıştığı işçi ve emekçilerden gelecek! Kürt halkının tarihler kadar eski ahıysa her zaman ensesinde olacak!

Biçimsel demokrasinin en temel gereklerinin dahi pervasızca çiğnenmesi, seçim sandıklarından çıkan ‘istenmedik’ sonuçların istenildiği zaman çöpe atılması bundan sonrasının kurtlar kanunun tarafından belirleneceğini gösteriyor.

Kayyımlarla verilmeye çalışılan mesajın özü budur!

Faşizmin verdiği mesaj bu kadar açık ve ortadayken ona karşı hala “demokratik ve meşru mücadele sınırları içinde kalmaktan” dem vurmak, “sokaktan uzak durmayı” esas almak, tartışmayı hala “hukuka uygunluk-aykırılık” çerçevesinde içinde yürütmek vb. 7 Haziran 2015 seçimlerinden bu yana yaşananlardan hiç mi hiç ders alınmadığını gösterir! Bu adımın ilk fırsatta atılacağı 31 Mart öncesinde bağıra bağıra ilan edildiği halde iş somuta binince sergilenen şaşkınlık ve karşı bir strateji yoksunluğu ise tipik bir siyasi körlük ve aymazlık örneğidir!

Kendisini ‘muhalif’ olarak tanımlayan bütün güçler ve toplumsal kesimler artık net bir tercih yapmak zorunluluğuyla karşı karşıyadır: İnişe geçmiş ve bir çok yönden sıkışmış olan faşist iktidar blokuna karşı muhalefet ve direnişimiz hala eski biçim ve alışkanlıklar çerçevesinde kalınarak çoktan yok olmuş “demokratik yollar” sınırları içinde oyalanılan bir görünümü kurtarma pratiği şeklinde mi seyredecektir yoksa bu haydutlar sürüsünün sonunu olabildiğince hızlı getirecek radikal bir tarz ve strateji mi izlenecektir?.. Kürtlerle yan yana görünme korkusunun da kendini gösterdiği demeçler ve göstermelik bir-iki çıkışla yetinmenin ötesine geçmeyen birincisinin etkisi de sonucu da davulcu yellenmesinden fazla olmayacaktır! Bugüne kadar her fırsatta dudak bükülen “sınıf özcü” bir yaklaşım temelinde Türk ve Kürt kökenli proleterler ve emekçilerin sınıfsal beklenti ve talepleriyle birleşik örülmüş militan bir mücadele hattının adım adım örülmesini ve sokağın diliyle konuşmanın esas alınması ise el konulan mevzilerin geri alınmasıyla sınırlı bir ‘savunma’ halinin çok ötesinde sonuçlar elde etme şansını beraberinde getirecektir!

Kayyım saldırısı bu yönüyle de bir mesaj ve tercih zorunluluğu olarak görülüp saflar ona göre belirlenmelidir!..

Etiketler
Daha fazlası
Close