MAKALELERManşet

Yeni bir benlik inşası

Bütün mesele, kolektif eylem imkanını kuvveden fiile çıkarırken -bu sırada ve sonrasında- bir nevi benlik inşasına girişmektir. Kuşkusuz çoğu insanın en büyük yanılgılarından biri, aynı zamanda aldanmanın ve aldatmanın en korkuncu, başarılarını/başarısızlıklarını sadece kendi gücünün/güçsüzlüğünün sonucu saymasıdır

Leyla Sander

Evrenin krizli hali hiç bu kadar görünür aynı zamanda gelecek hiç bu kadar belirsiz olmamıştı herhalde. İlk kullanıldığı zamanlarda “karar verme zamanı” anlamına gelen ‘kriz’ sözcüğü günümüzde, hele bütün dünyayı pençesine alan salgın günlerinde bu kez geleceğe dair karar verme zamanını belirlemenin hayati olduğuna işaret ediyor.

Gelecek ortadadır, “katı olan her şey buharlaşmakta”, alışık olunan rutinler kayıp gitmekte, yeni bir karar vermenin, bu doğrultuda kolektif eylemden başka bir yol olmadığının hayati çanı çalmaktadır. ‘Sürünenler’, insanlıktan çıkarılanlar, özgürlük yoksunluğunun bütün sonuçlarını yaşayanlar açısından bu tayin edici dönemin (de) kaçırılması, daha katmerlenmiş bir karanlığa gömülmek anlamına gelecektir. Hem tek tek bireyler hem de bütün bir insanlık açısından…

Her belada ilk sırada

Neoliberalizmle birlikte sermaye semirdikçe semirdi. Sermaye sürekli büyümek, daha fazla büyümek ister. Kapitalizme içkindir bu yapısal özellik, onun kendisini var etme koşuludur. Her kriz çevriminde kârlarını koruyup azami kâr akışını sürdürebilmek için önce emekçilerin elindekilere yöneldi. Sağlık hizmetleri özelleştirildi, sosyal güvenlik sisteminin dışına atıldı işçiler, işsizler ve meteliğe kurşun atanlar. Tekellerin ve patronların direktifi doğrultusunda, onlara kaynak aktarmayı esas alan “paran varsa hasta ol yoksa öl” anlamına gelen özel hastaneler ve özel sigorta uygulamaları yasa haline geldi.

Salgın sınıfsal olduğunu gözümüze sokarcasına gösterdi. Ölüm, yaşamda olduğu gibi salgında da yoksulları seçti. Her türlü sağlık imkanından, beslenmeden, dinlenmeden, insanca yaşanacak şartlardan uzak, aç kalmamak için çalışmak zorunda olanlar oldu yine sistemin kurbanı. Sefaletin ve sefahatin bu denli çarpıcı ve öldürücü yaşandığı yüzlerce yıl boyunca sınıflar arasındaki çelişkiler hiç bu kadar keskin, bu kadar görünür olmamıştı. Doğa talanının boyutu, iklim krizinin dünyayı tahrip edecek noktaya geldiği dank etti çoğu insanın kafasına.

Şimdi soru şudur: Özgürlüğümüzü, gasp edilen haklarımızı, önceki koşullarımızı ya da onlarda biraz olsun iyileşme mi istiyoruz, yoksa yeni bir dünya mı?

İhtiyaçlar/beklentiler kümesinin kesişme noktası

“Koronovirüs salgını bütün dünyada sadece işbaşındaki hükümetlerin değil 1980 sonrası uygulanan neoliberal politikalar şahsında sistem olarak kapitalizmin sorgulanmasını da içeren, daha doğrusu bu yönde ilerletilip derinleşmeye müsait bir düşünsel sarsıntı yarattı.” (https://gazete.alinteri1.org/tarihin-akisina-mudahale-ya-da-seyirci-kalmak)

Ne varki bu sarsıntının ortaya çıkardığı sezgisel bilinç kıvılcımları henüz genelleşip toplumsallaşmış halde değil. Dolayısıyla ‘kendiliğinden bir bilinç’ düzeyinde. Onu belli bir bütünlük ve derinliğe sahip sistem karşıtı devrimci bir bilinç yönünde ilerletip derinleştirme fırsatı -ve sorumluluğu- önümüzde duruyor.

İnsanlık hoyrat ve umursamaz bir dünyanın ortasında bir gelecek arıyor. Öte yandan Marks, aslında “kendi toplumsal şartlarının şuuruyla sınırlı proletaryanın hiçbir zaman yıkmaya çalıştığı sistemin bütünlüklü bir algılayışına sahip olamayacağına” işaret eder. Devrimci sınıf bilinci, işçi sınıfı ve emekçi yığınların sermayeye karşı kısmi ve parçalı duruşa son verdikleri ölçüde, stratejik bir eylem kılavuzuna sahip olmanın, taktik hamle üstünlüğünün önemini, kolektif eylemin gücünü ve bunun kazandıracaklarını hayal ettikleri oranda dünyayı yerinden oynatacak güce kavuşabilir.

Belirsizlik ve güvensizlik gibi dertlere kolektif çare bulmanın en büyük engeli, onların doğasında yatar: Kendilerini güvensiz hisseden, geleceğin getirebileceklerine sakınarak bakan ve durdukları yerden, tutundukları hayat parçasından endişe eden insanlar, kolektif eylemin gerektirdiği riskleri göze alacak kadar özgür değillerdir.

Onlar, birlikte yaşamanın alternatif yollarını hayal edecek cüretten ve zamandan yoksundur. Hayatta kalma uğraşıyla o kadar meşguldürler ki, bırakın ortaklaşa girişilebilecek türden işlere enerji ayırmayı, bunlar hakkında düşün(e)mezler bile.

“Neden kimse bizi düşünmüyor?”

Kapitalizmin en güvendiği argümanlarından kaçınılmazlık ve “alternatif yok” yanılsamasının en tüketici/öldürücü handikap olduğunun sezgisel de olsa, tohum halinde de olsa zihinlerde yeşerdiği günlerdeyiz. Çarkları döndürüp çarklar arasında öğütülenlerin serbest zaman/özgür zaman ihtiyacı hiç bu kadar yoğun duyumsanmamıştı. Burjuvazinin karlarına kar katmak için alabildiğine hızlanan sistem özgürleşmeye, insan olmaya yönelik her özlem ve ihtiyacı acımasızca bastırıyor. Kayıtsızlığın, umursamazlığın, insan yerine koymayıp hiçleştirmenin isyan ettirecek tezahürleri bütün bir (toplumu) toplumsal dokuyu biçip duruyor.

…Bana tek iyi gelen şey sağlık sisteminin sorunlarının daha net görülmesi. Örneğin biz merkezi havalandırma sistemi olan, penceresiz bir akıllı binada çalışıyoruz. Bunu çok dert etmiştim, ‘Ne güzel özel hastane gibi’ deniyordu daha çok. Salgınla birlikte akıllı binalara dair bu fikir değişti. Ya da ofis alanlarımızın, yemekhanelerin darlığı ayyuka çıktı. Bir yandan Türkiye’nin karikatürü gibi yöneticilere devasa odalar… Siyasi fikirlerden bağımsız şekilde dillendirilmeye başlandı bunlar: Biz neden bu küçük odadayız? Neden kimse bizi düşünmüyor? Daha önce sistemi eleştirmekte çekingen olanlar, hastaların mağduriyetlerini daha çok söylemeye başladı. Refakatçi de olmadığı için, başka hastalıklara benzemez şekilde zorluklar yaşadı hastalar. Odalar dışarıdan kilitleniyor, yemek yedi mi, ruh hali nasıl, içeride ne olduğunu bilmiyorsunuz. O kadar yürek burkan hallere tanık olduk ki, herkes bu işlerin yönetilmesindeki olumsuzluğu hissetti. Bütün bunların başka talepler getireceğini umuyorum. Hatta bu umut bana bir enerji veriyor.

 

Aslında sistemin çarpıklıklarını çoğumuz görüyoruz artık. Yerine ne gelmeli aşamasında örgütlü yapıların seslerini daha fazla duyurabilmesi gerekli. (Gazete Duvar, ‘Salgın var, feministlik yapmanın zamanı mı yani?’, Pınar Öğünç, abç)

Kapitalizm gölgesini satamadığı ağacı keser” de ondan!

“Bütün bunların başka talepler getireceğini umuyorum, bu umut bana enerji veriyor…” Yani, ihtiyaçlar, özlemler, beklentiler ve talepler hep insanın insan gibi yaşamasına, çalışmasına dönük… Kendini insan gibi hissetme beklentisine, insan gibi muamele görme ihtiyacına odaklı. Bırakın hayal kurmayı, insanlıktan çıkacak ölçüde çalıştırıldığı için düşünecek zaman ve enerjiyi dahi bulamayan milyonlardan bahsediyoruz.

“Akıllı binada odalar dışarıdan kilitleniyor. Refakatçi yok! Yemek yedi mi, ruh hali nasıl, içeride ne olduğunu bilmiyorsunuz.” Daha az sayıda çalışanla daha çok artı-değer üretme amacıyla kullanılıyor bu teknoloji. Daha çok kar getirdiği için aşı üretimine, maske üretimine, cihaz üretimine değil vücut kremine yatırım yapan kapitalist gibi… Birbirlerinin kişisel koruyucu ekipman, maske, solunum cihazı taşıyan gemilerini gaspeden haydut devletlerin burjuvaları gibi… Sağlık çalışanları, sıradan halk maske, eldiven sıkıntısı çekerken pekçok ülkeye koruyucu ekipman ihracatı yapan Führerci Tayyip diktatörlüğü gibi…

“Bu salgın, neoliberal birikim modelinin 2008 kriziyle duvara toslamasının ardından geldi. Bir yandan burjuvazinin hegemonyasının ve eskiye ait dengelerin sarsıldığı, kurum ve mekanizmaların eskisi gibi iş göremez hale geldiği sistemik bir krizin diğer yandan neoliberalizmin derinleştirip keskinleştirdiği çelişkiler temelinde dünyanın dört yanında yeni protestolar dalgasının kabardığı bir çalkantının üstüne bindi. Hem kapitalizmin yapısal krizini hem de ona yönelik sorgulama ve tepkileri ivmelendirip şiddetlendirdi.” (https://gazete.alinteri1.org/korona-gunlerinde-teori-ve-siyaset-7)

Oysa, kapitalizm bilim ve teknolojiyi öylesine geliştirdi ki, emeğin toplumsal üretkenliği olağanüstü arttı. Bu akıllı makinalara bakan işçi çok kısa sürede muazzam sayıda meta üretebilir. 12 saat gibi hayvani bir çalışmanın kurbanı olmak zorunda kalmaz artık. Gerekli emeğin azalması, diğer bir deyişle işgününün kısalmasıyla gerekli emek zamanı 3-4 saate inebilir. Toplumun temel ihtiyaçlarının sağlanmasını garanti altına alacak bir üretim süreci hayata geçirilebilir. Marks’ın “özgürlük aleminin genişletilmesi” olarak tanımladığı bu ortamda çalışmanın amacı ve koşulları kökten değişmiş olacak. Emekçinin kendisine, ailesine ve topluma ayıracağı zaman artacak, işçi kendisini parça insan olmaktan kurtarıp becerilerini geliştirecek, bireysel özgürlüğünü doya doya yaşayabilecek, özlemlerini ömür boyu ertelemek zorunda kalmayacak. Aslında bütün bunların koşulları mevcut ve uygulanabilme imkanı varken, işçinin özgürleşmesi için değil burjuvazinin zenginleşmesi için tepe tepe kullanılıyor. Ama artık yeter!

Kolektif eylem potansiyelini pratikleştirmek

İşçi sınıfı, emekçi yığınlar ve bütün ezilen kesimler kendi somut tecrübeleri temelinde aydınlanırlar. Bu ilk embriyon, ilk filiz, ilk ışıktır. Fakat köklü bir değişim ancak kolektif bir eylem içinde, kolektif eylem sırasında mümkündür. Kolektif eylemin gücü ve kapsayıcılığı insanlarda hem umutların tazelenmesi hem başarabilecekleri hayalinin ete kemiğe bürünmesine yol açar.

“Örgütlü yapıların seslerini duymak” isteyenlerin, çaresizlik ve çıkışsızlık hissiyle buna artık daha fazla ihtiyaç duyanların çığlıklarını işitmemek mümkün değil. Komünistler bu günler için var zaten. Tarihin bu eşiğinde onlardan bekleneni yerine getirmeli, misyonunu oynamalıdır.

Bu da bayağı kapsamlı bir iştir. Tek boyutlu açılımlarla yerine getirilemez. Bu ihtiyaca yanıt olabilmek önce kafada bir açıklığı gerektirir. Mevcut durumun çok yönlü çözümlenmesi temelinde geleceğe dair net bir yol haritası anlamında ‘strateji’ olarak adlandırılmayı hak eden bir ufuk genişliğini şart koşar. Genellemelerle yetinmek yerine o genellikleri özellik haline getiren, soyutu en geri kesimlerin bile anlayabilecekleri netlik ve açıklıkta somuta dönüştüren taktik politikalarla tamamlanır. Bu bütünlüğün eksik bırakıldığı her durum öncülük iddiasında bir zayıflık ve boşluk demektir.

Bütün mesele, kolektif eylem imkanını kuvveden fiile çıkarırken -bu sırada ve sonrasında- bir nevi benlik inşasına girişmektir. Kuşkusuz çoğu insanın en büyük yanılgılarından biri, aynı zamanda aldanmanın ve aldatmanın en korkuncu, başarılarını/başarısızlıklarını sadece kendi gücünün/güçsüzlüğünün sonucu saymasıdır.

Ama şimdi anlamlı bir bütünlüğü ulaşarak yaptırım gücü kazanabilecek, kendisinin olanı eylemle talep edecek bir potansiyel var. Eylemin değiştirici gücü, kendimizdeki değişim ve dönüşümle birleşebildiği oranda daha büyük yaratıcılıkların, daha büyük hamlelerin, daha sonuç alıcı adımların da yolunu açacaktır.

Üstümüzdeki çeri çöpü silkeleyip kimileri kalın bir tabaka halinde taşlaşmış kiri pası kazımalıyız. Kimilerimize adeta huzur ve güvenlik bahşeden rutinimiz, vazgeçemediğimiz alışkanlıklarımız, körelen yanlarımız yavaş yavaş tükenmeye götürüyor, önce bunu görmeliyiz! Yıpranan umutlarımızı, pörsüyen hayallerimizi, çoktandır unuttuğumuz ya da gerilere ittiğimiz eylem coşkumuzu nostaljik olmayan bir tarzda yeniden hatırlamalıyız.

Marks bize tarihe boyun eğmemeyi öğretmiştir: Sığınacağımız tek kale “eleştirel ve diyalektik aklın kaleleri”, kolektif eylem yeteneğinin örgütlenmesi zorunluluğudur.

Daha fazlası

İlgili

Close