
2021 yılı dünyada da Türkiye’de de direniş ayağının güçlendiği, sahip olunan mevzileri korumakla kalmayıp onları genişleteceğimiz bir yıl olmalı! Artık savunmadan çıkıp saldırıya geçmeliyiz
Dünyada da Türkiye’de de işçi sınıfı ve emekçi halklar açısından boğucu bir 10 yılı geride bırakıyoruz.
Bu on yılın 2012 ve 2018 sonrası isyan dalgaları gibi kimi kesitlerinde bir parça nefes aldık, mücadele isteğimiz ve umudumuz güçlendi belki ama çoğu kez bunaldık. “Bu kadarı olmaz” ya da “Bu kadarını yapamazlar” dediğimiz durum ve gelişmelerle karşılaştık çok sık. Kendimizi güçsüz ve çaresiz hissettik öyle anlarda, korku ve kaygılarımız büyüdü, geleceğe dair umutlarımız zayıfladı.
2021’le birlikte yeni bir 10 yıllık dönem açılıyor önümüzde. İnsanlığın geleceği bakımından kritik bir kavşakta olduğumuzu herhalde hepimiz hissediyoruz. Bu öyle bir kavşak ki, şairin sözleriyle, ya ölü yıldızlara hayatı götüreceğimiz bir geleceğin kapısını açacağız ya da dünyamıza inecek ölüm!..
O ölümün soluğu ensemizde aslında. Covid-19 olarak son bir yıldır aramızda dolaşıyor. Ama ondan önce de dünyanın her yerinde açlık, işsizlik, evsizlik, yoksulluk, kolayca önlenebilir oldukları halde kapitalist kâr hırsının dönüp bakmadığı başka salgın hastalıklar biçiminde kol geziyordu.
Ekonomiden siyasete, toplumsal ilişkilerden uluslararası dengelere kadar her şey pandemiden de önce tepeden tırnağa sarsılmıştı zaten. Tarihsel ömrünü çoktan doldurmuş bir sistem olarak kapitalizm yapısal/sistemik krizlerinden birinin daha batağında debeleniyordu. Pandemi bunun üzerine geldi, adeta tüy dikti.
Bu kriz kapitalizmin 1968 sonrası daha sık aralıklarla tanık olduğumuz devrevi krizlerinden farklı. Bunların herbirinden daha derin, daha katmanlı ve daha kapsamlı. Kapitalizmin sistem olarak iflâsına tanık oluyoruz. 2008’de duvara toslayan neoliberalizmi kimi “iyileştirmeler”le sürdürebilme olanağı zaten kalmamıştı. Pandemi bu yapısal krizi büyütüp derinleştirdi.
Neoliberal kapitalizmin son 40 yıla yayılan vahşi sömürü ve siyasal baskı politikalarının yol açtığı çok boyutlu tahribat (ekonomik, politik, ekolojik, kültürel ve sosyal), sınıfsal çelişkileri derinleştirip toplumsal kutuplaşmayı büyüttü.Bu sömürü ve zulüm düzeninin insanlığa acı, yoksulluk, işsizlik, kan ve savaştan başka verecek bir şeyinin kalmadığı gerçeğini çok daha keskin ve görünür hale getirdi. Bu yüzden insanlık bugün bir arayış halinde.
’90’ların sonunda başlayıp 2010 sonrası yoğunlaşan küreselleşme karşıtı hareket, ardından gerici dikta rejimleri deviren “Arap Baharı”, Fransa’da inatla direnen “Sarı Yelekliler”, Amerika’dan dünyaya yayılan ırkçılık karşıtı isyan (Black Lives Matter), kadın grevleri, cinsiyet eşitsizliği karşıtı hareketler, çevreci-ekolojist hareketler vb. biçiminde çeşitlilik kazanarak sürüyor.
Sudan’da devrim 30 yıllık Ömer El Beşir diktatörlüğünü devirmeden sokakları terketmedi. Lübnan’da, Hong Hong’ta, Şili’de emekçi halkların isyanı inatçı bir tarzda sürüyor. Güney Kürdistan halkının yozlaşmış feodal rejime isyanı gibi sürekli yeni halkalar ekleniyor bu zincire.
2020 yılının son demlerinde Hindistan tarihin en kitlesel genel grevine sahne oluyor. Asgari ücretlere zam, temel ürünlerin satış fiyatında indirim ve özelleştirmelerin sonlandırılması talebiyle 250 milyondan fazla kent ve kır emekçisi greve çıktı.
Bu kitlesel başkaldırıların hepsinin önünde kadınlar ve gençler var. Polonyalı kadınlar kürtaj hakkını gasp etmeye yeltenen gericiliği bir kez daha püskürttü. Direnişleri o kadar kitlesel ve militandı ki dünyanın bütün kadınlarına esin kaynağı oldular.
Zaten kadınların yozlaşmış dünyanın ruhunu yıkayıp çehresini temizleyecek kitlesel soluğu 2010’lu yıllar boyunca her yerde esip durdu. Lübnan’dan Şili’ye, İran’dan Peru’ya, Arjantin’den İtalya’ya, İzlanda’dan Meksika’ya… acısını çektikleri bütün ezilme ve köleleştirilme biçimlerine isyan ettiler. Ellerinden alınmak istenen kazanılmış hakları için direndiler.
Geride bıraktığımız yılda savaşlar ve direniş ateşinin sönmediği coğrafyalardan biri de Ortadoğu’ydu. ABD ve Rusya başta olmak üzere dünyanın bütün emperyalist güçleri Türkiye, İran, İsrail, Suudi Arabistan ve Körfez Emirlikleri gibi bölgenin bütün gerici-faşist rejimleri bu savaş sahnesinde boy gösteriyorlar. Fakat gerçekte iki farklı dünya savaşıyor Ortadoğu zemininde: Kürt Özgürlük Mücadelesi ve Rojava Devrimi’nde somutlanan demokratik kardeşçe bir dünya özlemiyle çürümüş sömürü düzenini ve kokuşmuş rejimleri ayakta tutmanın peşinde olan eski dünyanın temsilcileri.
Sonuç olarak 2020 yılı emperyalist kapitalizmin tükeniş yılı oldu. Farklı bir gelecek, yeni bir dünya arayışı ise işçilerin, emekçilerin, ezilen halkların, kadınıyla erkeğiyle, genciyle yaşlısıyla aktığı sokaklarda, meydanlarda, dağlarda, grevlerde, büyük kitle gösterilerinde kendini gösterdi.
İnsanlık kendini ve geleceğini arıyor. Fakat önce kendisine bu yolu gösterecek devrimci öncülerini arıyor.
Zaten geride bıraktığımız yılların bu kadar karanlık ve bu kadar acı dolu olmasının tayin edici nedeni de öncü boşluğu. Kimi yerlerde bu boşluk yok ya da o kadar büyük değil belki ama dünyanın genelinde bütün sorun devrimin nesnel koşullarındaki olgunlukla ona öncülük ve önderlik edecek güçlerin yokluğu ya da aşırı zayıflığından kaynaklanan öznel koşulların yetersizliğinde düğümleniyor.
***
2020 yılı Türkiye ve Kuzey Kürdistan’da da manzara dünyanın halinden pek farklı değildi: Bir yanda tükenmiş ve tıkanmış bir rejim ve düzen gerçeği, diğer yandan Kürdüyle-Türküyle, Alevisi-Sünnisiyle onun bütün zulmüne ve saldırılarına rağmen boyun eğmeyen bir emekçi halk, işçi, kadın, gençlik, çevre hareketi gerçeğiyle karşılaştık.
Savaş kışkırtıcılığı ve saldırganlıkta, sömürü ve yağmada, hırsızlık ve arsızlıkta sınır tanımayan AKP-MHP-Ergenekon faşist iktidarı pandeminin yönetiminde de olağanüstü bir beceriksizlik ve vurdumduymazlık sergiledi. Sırf kan emicilerin kârlarına halel gelmesin diye işçiler ve emekçiler ölüme sürüldü. Ya işsizlik, iflâs ve açlıktan ya da koronadan ölüm açmazına sürüklendiler. Halka sürekli yalan söylendi. Salgının yaygınlığı, hasta ve ölüm sayıları saklandı.
Pandemi koşullarında milyonlarca işçi ve küçük esnaf bir anda işini kaybetti, daha da yoksullaştı, düpedüz açlığın pençesine itildi. İşini kaybetmeyenler ise sömürü çarklarının durmaması için ölümle burun buruna çalışmak zorunda bırakıldı.
Kürt halkının toplumsal kazanımlarına dönük düşmanca saldırılar işgal politikalarıyla da birleşerek azgın bir nitelik kazandı. Kürt halkının iradesine karşı savaş siyasi soykırım operasyonları ve kayyım atamalarıyla sürdü. AKP-MHP-Ergenekon faşist kliği ne yaparsa yapsın baş eğdiremediği Kürt halkı ve Kürt özgürlük hareketinin direnişi karşısında kendini o kadar kaybetti ki Kürtleri “haşerat” olarak niteleyip toplu imha çağrıları yapacak kadar ileri gitti.
Türk faşizminin gemi azıya almış Kürt düşmanlığı sadece Kuzey’le de sınırlı kalmadı. O kanlı kollarının uzanabildiği her yerde, Güney’de ve Rojava’da da aynı gözü dönmüş saldırganlıkla Kürt olan ve Kürtlere ait her şeyi yok etme histerisi içinde. Bu saldırganlıkta ABD ve Rusya gibi destekçiler yanında hırsız Barzani ailesi ve KDP gibi işbirlikçileri de satın alıp kendine yedekliyor.
2020 Türkiye’si bir yönüyle “kadın yılı” oldu. Hem kadınlara yönelik şiddet ve saldırılar, kadın cinayetleri, taciz ve tecavüz rezilliği patlama yaptı. Fakat bunun karşısında kadınların cesaretinin, baş eğmezliğinin ve yaratıcılığının birbirinden etkileyici örneklerine ve eylemlerine tanık olduk. Faşist iktidarın çıkarmaya yeltendiği her gerici yasa girişimi, koyduğu toplantı ve gösteri yasağı kadın dinamiği tarafından püskürtülüp işlemez hale getirildi.
Son yıllarda hemen her yıl yüzlerce eylem, grev ve direniş yaşansa da bunlar birleşik güçlü bir dalgaya dönüşemediği için gözlerden kaçan işçi hareketinin de artık daha görünür hale geldiği bir yıl oldu 2020. Yılın son aylarında öne çıkan Soma ve Ermenek maden işçilerinin direnişinde olduğu gibi sınıfın diğer bölüklerine ve toplumun bütününe umut ve cesaret aşılayan örneklerle daha fazla karşılaşır olduk. Sinbo, Atlas Global, Ekmekçioğulları Metal, Bimex, PTT, BEDAŞ işçilerinin direnişi gibi sürmekte olan irili-ufaklı direnişleri 2021 yılında tanık olacağımız daha büyük patlamaların habercileri olarak görmeliyiz.
2020 yılının öne çıkan toplumsal mücadele dinamiklerinden biri de çevre direnişleri oldu. Emperyalist tekeller ve yerli işbirlikçilerinin maden çıkarma, taş ocağı ya da HES inşa etmek için Türkiye ve Kürdistan’ın neredeyse tüm dağlarını, doğal güzelliklerini, tarım ve orman alanlarını yağmalama hırsı ve acımasızlığı halkın inatçı direnişiyle karşılaştı. Kadınların öne çıktığı bu direnişler sırasında da yaşam alanlarına sahip çıkan yerel halk ve dostları burjuvazinin üzerlerine saldığı jandarma ve polis sürüleri karşısında pes etmedi.
Sonuç olarak 2020 yılı, iktidardaki AKP-MHP-Ergenekon faşist koalisyonunun emekçi halklarımıza baskı ve terörden, savaşı ve saldırganlığı tırmandırmaktan başka verecek bir şeyinin kalmadığını bütün çıplaklığıyla gösterdi. Aynı şekilde halklarımıza, işçi ve emekçilere, kadınlara, gençlere, ötekileştirilen bütün ezilenlere, farklı inanç ve cinsel tercih sahiplerine ne yaparsa yapsın boyun eğdiremeyeceğini de gösterdi.
Ama 2021 yılında biz bu tabloyu koruyup sürdürmekle yetinemeyiz! 2021 yılı bu dengenin direniş ayağının güçlendiği, sahip olunan mevzileri korumakla kalmayıp onları genişleteceğimiz bir yıl olmalı! Artık savunmadan çıkıp saldırıya geçmeliyiz! (Gazete Alınteri)