DÜNYA

Utanmayı becerebilmek

hrantt

AİHM’e gönderilen o savunmanın altında imzası olan Dışişleri ve Adalet Bakanları timsah gözyaşları dökerken, AKP güvercini Cumhurbaşkanı Gül, Dink ailesinin gönlünü almaya çalışıyor.

Hrant Dink‘i katlini organize eden ırkçı-faşist ideoloji kendini kusmayı sürdürüyor. Temelleri 12 Eylül faşist cuntası tarafından atılan Türk-İslam Sentezi, karşımıza kah ırkçı bir soy-sop tartışması olarak çıkıyor; kah sünnetsiz gerilla” iddiaları eşliğinde PKK‘yle Ermenilik arasında ilişki kurma şeklindeki şoven yaveleri hortlatma biçimine bürünüyor. Hrant Dink şahsında bu düşkünlüğün yeni bir örneğiyle karşılaştık. Türkiye adına AİHM‘e sunulan resmi devlet savunmasında Hrant Dink, “Türkleri aşağılayan bir ırkçı” gibi gösterilmeye çalışılmakla kalınmıyor, Almanyalı bir neonazi ile de özdeşleştiriliyor. Dink ailesinden ve kamuoyundan yükselen tepkiler üzerine bu kez ikiyüzlü manevralar sahneleniyor. AİHM’e gönderilen o savunmanın altında imzası olan Dışişleri ve Adalet Bakanları timsah gözyaşları dökerken, AKP güvercini Cumhurbaşkanı Gül, Dink ailesinin gönlünü almaya çalışıyor. Erkan Goloğlu‘nun Radikal‘de yayınlanan 21/08/2010 tarihli yazısı bu mide bulandırıcı ikiyüzlülüğü teşhir eden bir nitelik taşıyor:

Utanmayı becerebilmek

Hrant’ın tetikçisinin, Samsun Emniyeti’nde bir polis ve bir astsubay arasında verdiği pozu unutmaya çalışırken, Dışişleri Bakanlığı o resmi aldı burnumuza soktu.

Söylenebilecek en açık, en anlaşılabilir söz budur!

Samsun Emniyet Müdürlüğü’nde 21 Ocak 2007 gece yarısı çekilen o resim, bir istisna, devlet gücünü kullananların pek sevdiği deyimle söyleyecek olursam, ‘münferit’ bir hadise değildi. Kolluk kuvveti içinde bir katille övünebilecek kadar kokuşmuş personelin ‘iki’ sayısından ibaret olmadığını, yargılama sürecinin bizzat kendisi gösterdi.

Türkiye bu yargılama süreci boyunca, tıpkı kovboy filmlerindeki küçük Amerikan kasabasına döndü. Cinayeti planlayanı konuya meraklı herkes biliyor. Kasabanın şerifi, tetikçiyle akşam barda herkesin gözü önünde iki tek atıyor. Herkes hiçbir şey olmamış gibi hayatına devam ediyor.

Bakanlığın hükümet adına AİHM’e verdiği savunma, “hiçbir şey olmamış gibi hayatlarına devam eden” sıradanlıktan çok daha yaralayıcıdır.

Hafta içinde basında fazlasıyla yer buldu ama çok hızlı bir özet yapmalıyım. Bakanlık savunmasında ne dedi?

Bir; Hrant Dink, Türklüğü aşağılamaktan mahkûm oldu. Dink, yazısında nefret söylemi kullanmıştır. İki; AİHM daha önce nasyonal sosyalizmi öven, yani Hrant Dink’le aynı söylemi kullanan bir Nazi liderine verilen cezayı yerinde bulmuştur. Üç; bu mahkûmiyetten eşi ve çocukları zarar görmemiştir. Dolayısıyla dava açmakta menfaatleri yoktur.

Türkiye’nin avukatlarının kaleme aldığı bir hukuki metinden söz ediyoruz. Hukuk öğrenimi görmemiş insanların bile zekâsıyla alay etmek cüretini gösterebilenlerin kaleme aldığı bu metinde, bu kadar fütursuz olabilmek nasıl mümkündür?

Cevabı için yine yazının başına dönelim: Hrant Dink cinayeti, Samsun Emniyet Müdürlüğü’ndeki iki personel ile Dışişleri’nin ‘dünya görmüş’, ‘mürekkep yalamış’ personelini, işte böyle aynı
parantez içine alır.

Davutoğlu’nun beyanları ve Bakanlığın ardından gelen resmi açıklaması, artık olsa olsa bir zaytung.com haberidir.

Türkiye Hrant Dink’i öldürdü. Bu ülkenin yurttaşı olan herkes için bu bir utançtır. Adam akıllı utanmasını bile beceremiyoruz.

Nasıl bir ülkeyiz biz? Biz nasıl insanlarız?
Samsun’da 21 Ocak 2007 gece yarısı çekilen o resim, bir luna park eğlencesi olmuş. Bir resim değil o artık, bir pano. Ortada tetikçi, solunda polis, sağında astsubay üniforması. İki üniformanın başı yok. Panonun arkasına geçip o boşluğa kafamızı koyarak hatıra fotoğrafı çektiriyoruz. Ne eğlence ama!

Bir western filminde, tetikçiyle aynı barda demlenen Şerif’in arsızlığı kanımızı dondururken; haysiyet, hak, adalet gibi kavramlardan geçtim; bir yalanı başka bir yalanla temizlemeye çalışmaktan yorulmadık mı? Bir yalanı öbür yalanla sildiğimizi sanıyoruz. Daha fazla kirleniyoruz.

Türkiye Hrant Dink’i öldürdü. Bundan utanacağımıza, gittikçe arsızlaşıyoruz.

Bir halkı veya bir ulusu aşağılamaktan mahkûm olmuş birinin çocukları veya eşi olmak bize, anlaşılan çok basit bir şeymiş gibi geliyor: “Zarar görmemişler” deyip geçebiliyoruz. Hele o eş ve baba, bu mahkûmiyetin haksızlığına bir ömür adamışken…
Bu ‘hukuk şaheseri’ metni kaleme alanlar veya bu savunmanın kurumsal sorumluluğunu hissetmesi gerekenler için, eşleri ve babalarının bir halkı tahkir etmesi, bu kadar zararsız, demek ki.
Hayatını Kürt, Ermeni, Rum, Yahudi veya Bulgar, Arap, Fars düşmanlığı üzerine kurmuş bir babanın evladı olsam ne yapardım acaba? “İnsan arkadaşını seçer ama babasını seçemez” deyip kendimi rahatlatır mıydım? Babasına saygıda kusur etmemeye çalışır, yine de bana yapışan bu yarayla çok bocalardım herhalde.

Ama geleceğini kardeşlik üzerine kurduğunu, buna rağmen Elenleri aşağılamaktan haksız yere mahkûm olduğunu bildiğim, üstelik bu ağır haksızlığın ardından kısa bir süre sonra öldürülen Gümülcineli bir Türk babanın evladı olsam, bu acıyla nasıl yaşardım?

Bir yarayı kapatmak veya bir acıyı dindirmek…

Bunlar düş işleridir, dış işleri değil.

Dışişleri, bu ülkenin bir karış toprağında sadece altında yatmak için gözü olan bir kardeşimizi “nefret suçlusu” ilan ederek, luna parktaki o panonun arkasına geçip hatıra fotoğrafı çektirdi.

‘Grado’su budur!

O nedenle de vicdanımızın persona non gratası’dır.

Buna sessiz kalan, bunun sorumluluğunu üstlenip gereğini yapmayan kim varsa, vicdanımız onlara aynı muameleyi yapacaktır.
Adam akıllı utanmayı becerip becerememek? Bizim zamanımız var, bekleyip göreceğiz.

Daha fazlası

İlgili

Close