MAKALELERManşet

Korona günlerinde ‘Kötünün gözü’ nereye bakıyor?

Sorun şudur: Hiç uyumayan “Kötülüğün gözü“ su uyur düşman uyumaz misali bir anı bile boş geçirmezken, toplumsal muhalefet hareketleri nereye bakıyor? Korona sonrası insanlığın daha karanlık bir geleceğe uyanmaması için neler yapıyor?

Ege Deniz

Eskilerden kalan “Su uyur düşman uyumaz“ sözünün koronalı günlerde de geçerliliğinden hiç bir şey kaybetmediğini -dünya burjuvazisinin ve devletlerinin attığı adımlarda, yürüttüğü örtülü diplomasi trafiğinde- her gün yeniden gözlemliyoruz.

Bir yandan büyüyen salgının yıkıcı etkilerini azaltmak için alınması gereken önlemlerden bahsedilirken, sürekli “evde kalın“ çağrıları yapılır, böylece aynı zamanda olası toplumsal-sınıfsal isyan ya da öfke patlamalarının önü alınmaya çalışılırken; beri taraftan burjuva iktidarların hem iktidar gücünü pekiştirip merkezileştirerek kendini sağlama almak hem de emperyalist-kapitalist düzenin kendi iç rekabetinin yakın gelecekte alacağı biçimlere hazırlık kapsamında müttefiklerini artırma arayışlarının sürüp gittiğini görüyoruz.

Bu anlamda, hiç uyumayan “Kötülüğün gözü“ iş başındadır. Dünya kapitalizminin yapısal kriziyle iç içe geçmiş korona krizini fırsata çevirmek ve denetimi kaybetmemek için tek bir anı bile ıskalamamaya çalışmaktadır.

Tıpkı Yüzüklerin Efendisi’ndeki göz kapağı olmayan o “göz“ gibi. Kulenin üzerinden tüm Orta Dünya’yı gözetleyen Sauron’un gözü..

Tıpkı “1984’“filmindeki Büyük Birader’in -göz değil ama- toplumu izleyen ve bakışıyla insanlar üzerinde baskı oluşturan suratı gibi..

“Kötülüğün gözü“ şu günlerde de hiç boş durmuyor, fırsat kovalıyor.

Örneğin, Tayyip Erdoğan’ın İspanya ve İtalya başbakanlarına yazdığı mektuplar..

İspanya’ya yolladığı mektubun satır aralarında “Şimdi ben seni görüyorum yarın da sen beni gör“ mealinde anlamlar içerili:

“NATO’nun Avrupa-Atlantik Afet Mukabele Eşgüdüm Merkezi (EADRCC) aracılığıyla da iletmiş bulunduğunuz yardım çağrınıza cevaben, bugün Hava Kuvvetlerimize ait bir uçakla ülkenize tıbbi yardım malzemesinin intikalini sağlıyoruz.

Avrupa Birliği’nin dahi engeller koyduğu bir ortamda tüm imkanlarımızı zorlayarak ihtiyaç duyduğunuz tıbbi malzemelerin ülkemizden ihracatı konusunda elimizden gelen tüm kolaylığı da sergiliyoruz.

Bu salgın hastalıkla mücadelenizde zatıalinize ve hükümetinize kolaylıklar diliyorum. Yaşadığımız zorlu dönemi geride bıraktıktan sonra, daha önce de sizinle görüşmüş olduğumuz üzere, ikili işbirliğimizi ileri taşıyacak adımları kararlaştırmak amacıyla bir sonraki hükümetler arası zirvemizi düzenlemek için sizi ülkemize bekliyorum“ deniyor İspanya’ya gönderilen mektupta.

Öbür taraftan Türk devletinin Libya’da desteklediği İslamcı güçler, 25 Mart’ta Halife Hafter’in Libya Ulusal Ordusu’na karşı yeni bir operasyon başlattı. Saldırının kumanda merkezinde Türk komutanlar ve MİT elemanlarının olduğu biliniyor.

Bu gelişmeyle beraber AB’nin Libya’ya silah ambargosunu denetlemek için IRINI (BARIŞ) adını verdiği operasyon 1 Nisan’da başladı. Öncesinde ise Fransız firkateyni Provence, silah ve hava savunma sistemleri taşıdığı şüphesiyle bir Türk kargo gemisini önledi.

Bir başka savaş cephesinde Türk devleti, İdlib’i de Afrin gibi doğrudan kontrol edecek koşulları yaratma çabasını yoğunlaştırdı. Suriye İnsan Hakları Gözlemevi’nin verilerine göre TSK, 2 Şubat’tan bu yana zırhlı araç, tank, zırhlı personel taşıyıcılar dahil 5 bin 490 araç eşliğinde 10 bin civarında askeri Suriye’ye soktu. Savaş Etütleri Enstitüsü’nün (ISW) raporuna göre ise 1 Şubat-31 Mart arasında İdlib’de konuşlandırılan Türk askeri sayısı 20 bini geçti.

Türk devleti yayılmacı hayallerinden vazgeçmeyip korona günlerinin sunduğu fırsatlardan yararlanmaya çalışırken, söz gelimi ABD emperyalizmi de son yıllarda yaşadığı hegemonik irtifa kaybını telafi etmenin peşinde.

Salgının Çin’de patlak verdiği günlerde Trump “Bunun adını Çin virüsü koymak lazım“ demiş ve virüsün yaratacağı muhtemel yıkımla beraber “ticaret savaşları“nda Çin’in geride kalması ihtimalini kendince öngörerek ellerini ovuşturmuştu.

Aynı ABD, Latin Amerika’ya yönelik saldırgan tutumlarını sürdürmeye devam etti. Dışişleri Bakanı Mike Pompeo geçtiğimiz günlerde yaptığı yazılı açıklamada, Venezuella’da Devlet Başkanı Maduro ve kendini geçici devlet başkanı ilan eden muhalif milletvekili Juan Guaido’nun olmadığı geçiş hükümeti kurulması teklifinde bulunarak, “Barışçıl ve demokratik bir hükümet kurulması durumunda Venezuella’ya uygulanan yatırımları kaldırılabiliriz” demişti.

Öbür uçta Rusya, bir yandan Suriye’de kazandığı avantajlı durumu devam ettirmek için hamleler yaparken, diğer yandan Venezuela’ya, İtalya’ya, Sırbistan’a ve daha pek çok ülkeye “insani yardım“ adı altında askeri uzmanlarını yolluyor.

Emperyalist hegemonya savaşı uğruna rekabet, detaylarını tam olarak bilemediğimiz diplomasi alanında da sürüyor. BM Genel Kurulu’nda ABD, AB, İngiltere, Ukrayna ve Gürcistan, “ülkelerin koronavirüsle mücadelesine engel olan tek taraflı yaptırımların kaldırılmasına“ yönelik Rusya’nın teklifini veto etti.

Keza İran, “Koronavirüs salgınıyla mücadele için ABD’den tek taraflı yaptırımlarını kaldırması“ çağrısında bulundu. Yanıtsız kaldı.

Dünyadaki tüm burjuva devletler ve hükümetler, Korona günlerini fırsat bilip burjuva devleti merkezileştirip katılaştıran adımlar atıyor. Salgın sırasında yetki alanlarını genişletmek için olağanüstü durum yasalarını devreye sokuyorlar.

ABD’de Adalet Bakanlığı Meclisten, “Sığınma isteyenler için hukuki korumayı iptal yetkisi ve insanları duruşmaya çıkarmadan belirsiz bir süre için gözaltında tutma“ gibi geniş kapsamlı yetkiler istedi. Cumhuriyetçilerin ve Demokratların engellemeleri sonucu bakanlık geri adım atarak daha ılımlı bir önerge sundu.

İngiltere’de meclisten hızla geçirilen koronavirüs kararnamesi bakanlıklara insanları süresiz olarak gözaltında alma ve tecrit etme, protestolar dahil toplanma hakkını yasaklama, tüm limanları ve havaalanlarını kapatma yetkisi verdi.

İsrail Başbakanı Benjamin Netanyahu, ülkesinin iç güvenlik kurumuna, vatandaşlarını izlemek amacıyla “karşı terör“ için geliştirilmiş gizli cep telefonu verilerini kullanma yetkisi verdi. Hükümet, halkın hareketlerini izleyerek tecrit emirlerini ihlal edenleri altı aya kadar hapisle cezalandırma olanağını elde etti.

Macaristan’da Başbakan Viktor Orban’ın meclisten kaçınmasını ve mevcut yasaları askıya almasını sağlayacak yeni bir yasa çıkarıldı. Olağanüstü durum ilan eden Orban, şimdi ülkeyi kararnamelerle idare edecek tek yetkili haline getirildi.

Tayland Başbakanı Prayuth Chan-ocha yetkilerini sokağa çıkma yasağı ve basına sansür için kullandı. Gazeteciler hakkında davalar açıldı ve çoğu gazeteci hükümetin salgın karşısındaki tutumunu eleştirdikleri için tehdit ediliyorlar.

Filipinler meclisi “Pandemi ile mücadele“ için Başkan Rodrigo Duterte’ye acil durum yetkileri ve 5.4 milyar dolar veren bir yasayı kabul etti.

Liste uzatılabilir..

Sorun şudur: Hiç uyumayan “Kötülüğün gözü“, yani emperyalist devletler başta olmak üzere burjuva diktatörlükler, su uyur düşman uyumaz misali bir anı bile boş geçirmezken, toplumsal muhalefet hareketleri ne yapıyor, nereye bakıyor? Korona sonrası insanlığın daha karanlık bir geleceğe uyanmaması için neler yapıyor? Nasıl bir duruş alıyor? Oturduğu yerden konuşmaya, parmağını dahi kıpırdatmadan kendi dışındaki her şeyi ve herkesi aklınca eleştirip “en devrimci benim” pozları takınmaya, kısacası eski tarz ve alışkanlıklarında ısrara devam mı ediyor yoksa işçi sınıfı ve emekçilerle bağlarını genişletip sağlamlaştırmak için her fırsatı kullanmak başta olmak üzere çok uzak olmayan geleceğin sert sınıf savaşımlarına mı hazırlanıyor?..

Gerçeği görmek için çok beklemeyeceğiz. Herkesin saçı yakında dökülecek önüne…

Etiketler
Daha fazlası

İlgili

Close