Bu 1 Mayıs, ortaya çıkan irade ve cüretle yeni bir sıçrama eşiğini temsil etmekle birlikte bu noktadaki zayıflıklarımızın üzerine gitme
iradesini kuşanmamızın da tarihsel bir zorunluluk olduğunu gösterdi.
Türkiye’de 2021 1 Mayıs’ı, birçok yönüyle önemli bir tarihsel eşiği ifade etti.
Bu eşiğin en önemli özelliği henüz bir yönelimi ifade ediyor olmasıdır. O da Türkiye sol hareketinin her renkten bileşeninin uzun süredir yaşadığı irade kırılması ve çözülme haline bir yerde dur demeye başlamasıdır.
Bu yönelim kendiliğinden oluşmadı. En önemli kaynağı elbette despotik bir nitelik kazanan kapitalist sömürü, yağma-talan politikalarına, faşist baskı ve zorbalığa karşı toplumun hemen tüm kesimlerinin uzun süredir sürdürdüğü inatçı direnişlerin yarattığı moral birikimdir. Solun şu ya da bu şekilde temasta olduğu fakat çeşitli nedenlerle daha içeriden bir ilişki kurmakta zorlandığı-kuramadığı bu direnişlerin yarattığı kolektif moral etki, gövdesiyle olmasa bile ruhuyla 1 Mayıs alanlarına taşındı.
Bu açıdan da halkın aklıyla dalga geçercesine ilan edilen pandemi bahaneli yasakların net bir devrimci ısrar ve duruşla reddedilmesi -kendi kuvvetleriyle sınırlı olsa da-, solun kendi tarihsel misyonuna uygun bir momenti yeniden yakalaması anlamına da geldi. Dahası buna uygun ruhsal bir durumu daha ileri bir noktaya taşıma görevini önüne koydu.
Nedir bu ruhsal durum? Son yıllarda her 1 Mayıs, yönetimlerinde genellikle solun çeşitli bölüklerinden aktörlerin yer aldığı sendika konfederasyonları ve meslek örgütlerinin tutumuna göre şekilleniyordu. Bu kurumlar en azından son 2 yıla kadar sınıf mücadelesinde önemli bir anlam taşıyan 1 Mayıs’larda solla araya bu yıl olduğuna benzer bir mesafe koymuyor ve onu kendi eksenleri temelinde adeta sürüklüyorlardı.
2000’lerin başında bu ilişki, solun henüz belli boyutlarda gücünü koruması, söz konusu kurumlar üzerinde de nispi bir hegemonik etkiye sahip olması hasebiyle tersten bir nitelik taşıyordu. Bu kurumlar isteseler de istemeseler de devrimci etkinin çekim gücünün dışında kalamıyorlardı. Nitekim 2000’lerin ilk yıllarından başlayarak dişe diş bir mücadeleyle Taksim’in 1 Mayıs Meydanı olarak kabul ettirilmesi ve 1 Mayıs’ın resmi bayram olarak tanınması bu diyalektik ilişki sayesinde mümkün olmuştu.
Fakat solun güçsüzlüğünün ciddi bir irade kaybına da dönüşmesiyle birleşip bu kurumların yönetimlerindeki aktörlerin izledikleri çizgilere de sirayet etmesiyle sendika ve meslek örgütleri, 2013 yılından başlayarak (bu aynı zamanda rejim değişikliği arayışlarının da belirginleştiği bir dönemdir) solun daha titrek, giderek devrimci ruhunu yitiren bir 1 Mayıs politikasına doğru çekilmesinin odağı haline geldiler.
Fakat o sendika ve meslek örgütleri de kendinde kurumlar değildi. Esasında hem solun kendisiydiler hem de sol onların aynasıydı.
Fakat bu geriye doğru kırılma özellikle son yıllarda ve pandemi döneminde aleni bir nitelik kazandı. Pandemide işçiler sapır sapır ölürken, işsizlik, kod-29 ahlaksızlığı, gelir kayıpları, örgütsüzleştirme saldırısının fütursuzlaşması alıp başını giderken bu sendikalar online toplantılar yapmanın ötesine geçmeyerek geldikleri noktanın adını da koymuş oldular.
Geçen yılki 1 Mayıs’ta bu durum alenen ortaya çıktı. Bu yıl ise geçen yılın da gerisine düşerek sol güçlerle bir toplantı yapmaya, basın açıklaması gerçekleştirmeye bile yanaşmadılar. Son noktada da direnişçi işçilere ve devrimcilere polisini saldırtan Soylu gibi bir isimle aynı kareye girdiler, üstüne bir de onunla 1 Mayıs icazeti almaya dönük bir görüşme gerçekleştirdiklerini açıklama yoluna gittiler. 1 Mayıs’ta da o icazetçi tutumlarını sürdürerek Taksim Meydanı’nda aslında miadını doldurmuş bir sendikal çizginin cenaze namazını kılmış oldular.
Kısacası 2021 1 Mayıs’ı sendikaların solla aralarına belirgin bir mesafe koymaları üzerinden şekillendi. Kapitalist sömürünün, faşist zorbalık ve saldırganlığın tüm toplumsal kesimlerde artık kolayca yatıştıramadığı öfkelere yol açtığı bu koşullarda sol sendikaların zaten mesafe koydukları bir zeminde kendi başına özneleşme ve onlar üzerindeki hegemonik gücünü belki de yeniden tesis etme fırsatı yakalamış oldu.
Nitekim sendika ve meslek örgütleri dışında oluşan 1 Mayıs Platformları bu misyonlarını hakkıyla yerine getirdi de -elbette sınırlarıyla birlikte. 1 Mayıs çalışmalarını sendika bürokrasisinin devletle araya kurduğu köprülere basarak değil, bizzat kendi özgüçleriyle, çatışarak ve yasakları tanımayarak -güçleri ve sınırları oranında- yürüttüler. Çalışmanın çapından da bağımsız olarak mesele konulan irade ve inisiyatifti. O irade ve inisiyatif 1 Mayıs gününe de dipdiri bir ruh, devrimci ısrar ve cüret olarak yansıdı.
Özcesi, 1 Mayıs’ta çapından da bağımsız olarak meydanlara, mahallelere yansıyan irade elbette ki 1 Mayıs günü gökten şimşek çakarcasına ortaya çıkmadı. 1 Mayıs’taki cüret, ısrar, faşist saldırganlığın vücut bulmuş hali olan polis barikatlarının üzerine üzerine yürüme iradesi, toplumun tüm kesimlerinin birikmiş acılarının, öfkesinin devrimciliğin tarihsel misyonuna da uygun olarak alanlara yansıtılmasıydı. Böyle olduğu kadar, devrim derdi olanların aynı zamanda bu iradeyi toplumun daha geniş kesimlerine taşıması sorumluluğu olduğunu da bir kez daha hatırlattı.
Keza cesarette, netlik ve iradede simgeleşen toplumsal direniş dinamiklerinin moral etkisi aynı zamanda o dinamiklerle ne kadar zayıf bir ilişkimiz olduğunu da önümüzde koydu. Devrimci-demokrat güçlerin az çok örgütlü oldukları emekçi bölgelerinde bile-Esenyurt gibi istisnalar olsa da- devrimci-sosyalist, genel olarak sol güçlerin kitleler üzerindeki etkisinin zayıflığını da bir kez daha gösterdi.
Bu 1 Mayıs, ortaya çıkan irade ve cüretle yeni bir sıçrama eşiğini temsil etmekle birlikte bu noktadaki zayıflıklarımızın üzerine gitme iradesini kuşanmamızın da tarihsel bir zorunluluk olduğunu gösterdi. Bu da devrim ve sosyalizm derdi olanların eski-alışılmış, bu açıdan da belirli bir konforu ifade eden araç ve yöntemlerden, alışkanlıklardan koparak cesaretle ve kurucu bir iradeyle zamanın ruhuna uygun bilinçli bir yönelimle yeniden inşa sürecine girmesidir.
Zamanın ruhu faşist baskılara, kapitalist sömürü politikalarındaki pervasızlığa karşı dişe diş bir mücadeleyi gerektiriyor. Devrimci-sosyalist hareketin nüfuz edemediği toplumsal hareketler bunu yapıyor. Sınırları-ufukları oranında da bir noktadan sonra çözülmeye başlıyorlar. Bizler tam da bu noktada eski alışılmış örgütlenme biçim ve alışkanlıklarına karşı aynı cüretle savaş açabilmeliyiz.
Bunun ilk adımıysa o alışkanlıkların simgesi olan mevcut örgütlenmeleri mesela sendika bürokrasisi ve çizgisini sundukları kimi olanakları dolayısıyla konforları kaybetmeme yaklaşımından özgürleşmemizdir. Sendikal bürokrasinin bu 1 Mayıs’taki tutumuna karşı açık bir sınıf tutumu geliştiremeyen hiçbir devrimci-sosyalist güç kendisini de sınıf hareketini de yeni bir temelde ve zamanın ruhuna uygun gereklerle örgütleyemez. 1 Mayıs muhasebesini yaparken her şeyden önce bu kopuşun önemine vurgu yapmak gerekir.
2021 1 Mayıs’ı solun kaybettiği iradesini yeniden kazanma yönelimi olduğu kadar bu iradeyi birleşik mücadeleyle kolektif bir şekilde inşa edebileceğimizin de fotoğrafı oldu. Gerek 1 Mayıs öncesinde güçlerin yoldaşça bir hesapsızlıkla bir araya getirilmesi gerek 1 Mayıs günü oluşturulan politik hattın kolektif tartışmalar ve yoldaşça etkileşimler içinden şekillenmesi bundan sonrası açısından da umut verici birikimler oluşturdu. Bu aynı zamanda kitlelere güven verecek, kaybedilen moral etkinin yeniden tesis edilmesini sağlayacak yoldur. Keza 1 Mayıs çalışmalarında güçlerin birleşmesiyle oluşan sinerji, fiziki tamamlanma hali herbirimizin deneyimlediği anlamlı bir şey oldu.
Devrim ve sosyalizm perspektifindeki netliğiyle birçok birlikten, bir araya gelişten en başta niteliksel bir farklılık taşıyan Birleşik Mücadele Güçleri’nin inşası ve daha ileri bir noktaya taşınması tam da bu noktalardan tartışılmaz bir görevdir. 1 Mayıs’ta kendisi dışındaki birçok özneyi de dışlamayan, ortak bir hattın örülmesi için çaba harcayan BMG devrim ve sosyalizm iddiasındaki netliğini koruyabildiği, eksenini bu noktada berraklaştırdığı oranda çekim merkezi olmayı başaracaktır
Alınteri Gazetesi