DÜNYAManşet

ABD de tıpkı İsrail gibi işgal kuvvetlerine özgü bir şiddetle yönetiyor

George Floyd’un öldürülmesi ve ardından meydana gelen protestolar ile İsrail-Filistin’deki olaylar arasında çarpıcı paralellikler bulunmaktadır. Farklılıklara rağmen baskı mekanizmaları benzer şekilde işlemektedir

Mariav Zonszein, 1 Haziran 2020

Bir başka beyaz polis ABD’de bir siyahı öldürdü. Koronovirüs pandemisi -ülkenin siyah ve kahverengi insanlarını orantısız bir biçimde öldüren hastalık- nedeniyle halka açık alanların boş kaldığı iki ayın sonunda, caddeleri hayatlarını ve güvenliklerini tehlikeye atarak George Floyd ve tüm siyahlar için adalet talep eden insanlar doldurdu.

Geçen hafta Minneapolis’te Floyd’un öldürülmesi acı bir benzerlik taşımaktadır. Louisville’de Breonna Taylor’ın öldürülmesinin üzerinden sadece iki ay, Georgia’da Ahmaud Arbery cinayetinin kamera kayıtlarının ortaya çıkışından ise birkaç hafta geçmiştir. Eric Garner, Michael Brown, Philanda Castille ve Tamir Rice cinayetlerinden sonra. Liste uzayıp gider.

Fakat bu defa adeta bir hesaplaşma zamanı söz konusudur. Kitlesel protestolar, sirenler, yangınlar, havai fişekler, polis kalkanları, biber gazı ve sokağa çıkma yasakları Minneapolis, New York, Oakland, Atlanta, Portland, Louisville ve Washington D.C. gibi kentlerin caddelerini dolduruyor. Polis 17 kentte en az 1400 kişiyi tutukladı ve yetkililer 21 eyaletin 39 kentinde sokağa çıkma yasağı ilan ettiler.

Olup bitenleri izlerken, George Floyd cinayeti ile İsrail güçlerinin sayısız Filistinliyi katletmesi arasında çarpıcı paralellikler olduğunu farkettim. Bunu ne Filistinli ne de siyah biri olarak, hem ABD’de hem de İsrail-Filistin’de bu tür olaylara tanıklık eden bir gazeteci ve her iki toplumla dayanışma içindeki bir aktivist olarak yazıyorum.

İki ülke arasında, içinde bulundukları şartlar açısından önemli farklılıklar olsa da, devletin şiddet ve baskı mekanizmaları nihai olarak benzer biçimlerde işliyor. Kesin bir “biz” ve “onlar” ayrımı var. İşgal eden ve edilen anlamında. İsrail kontrolünde bir Filistinliyseniz hedefsiniz. Amerika’da siyahsanız hedefsiniz. Karşı gelirseniz dövülür ya da vurulursunuz.

Diğer birçok ülke gibi, bu iki ülkede de devlet, üzerinde kurulduğu yapısal eşitsizlikleri koruyabilmek adına acımasızca şiddet kullanmaktadır. ABD’de siyahların hayatının kutsallığını savunanlar, İsrail yönetimine karşı Filistinlilerle saf tutanlar gibi, kendilerini düşman işgal kuvvetleri rolündeki silahlı güçlerle karşı karşıya buluyor.

Floyd’un öldürülmesinden sadece birkaç gün önce, 32 yaşındaki otizmli Filistinli İyad Hallak’ın Kudüs’te İsrail Sınır Polisi tarafından katledilmesi ile bu paralellik geçtiğimiz hafta daha da belirgin hale geldi. Görevliler Hallak’ın silahlı olduğunu düşündüklerini söylediler ama silah yoktu. Kıpırdamaması için emir verdiklerinde Hallak korkudan koşmuş ve bir çöp bidonunun arkasına saklanmıştı. Görevlilerden biri ona defalarca ateş etmiş, söylendiğine göre amiri durmasını söyledikten sonra bile ateş etmeyi sürdürmüştü.

Geçen haftanın cinayetleri, çok sayıda başka cinayet ile birlikte iki ülkenin birbirlerinin ayrımcılık ve vahşet deneyimlerine nasıl ayna tuttuklarını gösterir.

Kameraların gücü

George Floyd cinayeti değişik açılardan çekilen videolara yakalandı. Haberin bu kadar hızlı yayılmasının ve olayı örtbas etme çabalarının başarısız olmasının esas nedeni bu. Filistinliler de İsrail’in insan hakları ihlallerini yıllardır bu şekilde belgeliyorlar; şiddetin kamera görüntüleri çoğu zaman adalet talep etmek ve durumun ciddiyetine dikkat çekmek için kullanabilecekleri tek araç.

Floyd’un katli bana Mart 2016’da İsrailli asker Elor Azaria’nın işgal altındaki Hebron’da [el-Halil] yaşayan Filistinli Abdülfettah el-Şerif’i öldürmesini hatırlattı. Şartlar farklı olsa da el-Şerif bir askeri bıçaklamaya çalışmıştı- el-Şerif de, Floyd gibi, Azaria tarafından hukuk dışı bir biçimde, öldürme amacıyla kurşunlandığında yere yatırılmıştı ve hiçbir tehdit oluşturmuyordu.

Azaria İsrail’de kimilerince çürük elma olarak nitelenmiş ama bazı sağcılar tarafından savunulmuştu. Dokuz ay hapis yattıktan sonra serbest bırakılmış ve birçok İsrailli tarafından kahraman olarak karşılanmıştı. Amerikan polisi nasıl tutumunu değiştirmediyse, İsrail Savunma Kuvvetleri de kitlesel isyana rağmen Batı Şeria’daki tutumunu değiştirmemiştir.

Bununla beraber, kamera görüntüleri olmasaydı, polisin ve askerin yürüttüğü birçok soruşturma (sonuçsuz da olsa) açılmamış ve halkın denetimine sunulmamış olurdu. Siyah bir adam ve fanatik bir kuş gözlemcisi olan Christian Cooper’ın, geçen hafta New York’ta Central Park’ta, hiç düşünmeden kamerasını çıkarmasının nedeni, köpeğine tasma takmasını istediği beyaz kadın Amy Cooper’ın ölümle tehdit edildiğini iddia ederek polis çağırmasıydı. Benzer şekilde, Batı Şeria’da yaşayan pekçok Filistinlinin İsrail görevlileriyle veya Yahudi yerleşimcilerle yüz yüze geldikleri zaman, kendi cep telefonlarıyla veya insan hakları gruplarının dağıttığı profesyonel fotoğraf makineleriyle film çekmeye başlamalarının nedeni de budur.

Şiddetin etrafındaki hikaye

Kentin 3. Bölge karakolunun alevler içinde kaldığını gören Minneapolis’te protestolar patlak vermeseydi, Floyd’u öldüren polis David Chauvin muhtemelen o anda gözaltına alınmaz ve 3. derece cinayet ile suçlanmazdı.

Yine de, bazı yerler yağmalanıp tahrip edilirken, ana akım medya hikayesi protestocuların kendi kuyularını kazan “haydutlar” olduğunu iddia ederek onların karşısında yer alır. Örneğin, New York Times serbest kürsüsüne yazan Ross Douthat “şiddet-içermeyen protestoların kazanımlarını şiddet içerenler kaybettirir” diyerek isyanların umudunu kırar.

Siyah-Filistin dayanışma hareketiyle de bağlantıları olan ünlü siyah aktivist Tamika Mallory bu hikayelere dokunaklı bir yanıt vermiştir: “Bize yağmadan bahsetmeyin. Sizsiniz yağmacı… Amerika siyahları yağmalamıştır. Buraya ilk geldiklerinde Amerika, yerlileri yağmalamıştır. Yağmalamak sizin işiniz, biz bunu sizden öğrendik… Şiddeti sizden öğrendik. Daha iyi olmamızı istiyorsanız, lanet olsun, siz daha iyi olun.”

Aynı medya dinamikleri İsrail-Filistin’de de vardır. Yıllardır İsrail, Filistinlilerin haklarını ellerinden alarak, onları kuşatarak, kentlerini basıp evlerini yıkarak -devlet şiddeti ve talanının tüm altyapısı ile- Filistinlilerin hayatlarını ve mülklerini yağmalamaktadır. Fakat Filistinliler protesto edip karşılık verdikleri zaman şiddete başvurdukları için suçlanan onlar olmuştur, onlar “terörist”tir. Devlet şiddeti aniden görünmez olur.

Filistinlilerin büyük çoğunluğu, Boykot, Tasfiye ve Müeyyide Hareketleri dönemleri dahil her zaman şiddet içermeyen gösteriler yapmaya devam etmiştir. Benzer gösteriler 2014 Ferguson’dan beri “Siyah Hayatlar Önemlidir” grubu gibi grupların önderliğinde yapılmış, Colin Kaepernick gibi siyah atletler ırkçılığa ve polis şiddetine karşı milli marş sırasında diz çökmüşlerdir. Bu basit hareket bile ceza ve tepkiyle karşılanmıştır. Hiçbir protesto biçimi hiçbir zaman uygun bulunmamıştır.

Protestolar konusunda çifte standart

ABD polisinin beyaz ve siyah protestoculara karşı tutumundaki çifte standart çarpıcıdır. Geçtiğimiz ay beyaz, aşırı sağcı, karantina karşıtı gösteriler yapılırken -Michigan’da yüzlerce silahlı protestocunun parlamento binası önünde toplanması gibi- polis ne biber gazı kullanmış ne de tutuklama yapmıştır; hatta coplarını bile ellerine almamışlardır.

Aksine, geçen haftanın protestolarının ardından belediye başkanları sokağa çıkma yasağı ilan etmiş, valiler birçok eyalette Ulusal Muhafızları göreve çağırmıştır. Mahallelerde tanklar dolaşırken, polis Minneapolis’te ve diğer şehirlerde ses bombası atmış, biber gazı ve plastik mermi sıkmıştır. Muhabirler basın kaskları, yelekleri ve geçiş kartlarıyla kolaylıkla farkedilebilir olmalarına rağmen Cuma gününden bu yana polis tarafından hedef alındıkları en az 60 vaka bildirmişlerdir. Minneapolis’te atılan bir plastik mermiyle kadın fotoğrafçı Linda Tirado’nun sol gözü kör olmuştur.

Tüm bu uygulamalar İsrail işgalinin dayanak noktalarıdır ve taktikler tamamen İsrail’in el kitabından çıkmıştır. Los Angeles’ın sokağa çıkma yasağı İsrail Savunma Kuvvetlerinin askeri bölge yasak emri gibi okunmalıdır. İşlerini yaptıkları için muhabirlerin tutuklanmaları ve saldırıya uğramaları ABD’de nadiren meydana gelir fakat Filistin’de sıkça rastlanan bir durumdur.

İsrail-Filistin’de devletin gösterdiği çelişkili tepki utanmazcadır. Protesto edenler Filistinliyse çoğu zaman dövülürler, tutuklanırlar, vurulurlar ve taş atarken yakalanırlarsa yıllarca hapis yatabilirler. Bu arada İsrailli Yahudiler genellikle daha serbestçe protesto ederler, tutuklanma korkusunu ve baskıyı nadiren hissederler. En önemli istisna, ayrımcılığı ve şiddeti protesto ettikleri için polisin tekrar tekrar acımasızca davrandığı Etiyopyalı Yahudilerdir.

ABD tüm baskı yöntemlerini İsrail’den öğrenmiş değildir ama pekçok doğrudan bağlantı bulunmaktadır. Son yıllarda federal, eyalet ve yerel seviyelerdeki Amerikan kolluk kuvvetleri İsrail’de, çoğu İsrail Ordusu’nun kullandığı karşı-terör taktikleri etrafında dönen, sponsorluğunu İftira ile Mücadele Birliği (ADL) gibi grupların yaptığı değişim programlarında eğitilmişlerdir. Esas olarak işgal kuvvetleri yöntem ve mantığını destekledikleri için Barış için Yahudi Sesi gibi gruplar bu değişim programlarının sonlandırılması için kampanya yürütmüşlerdir.

Polis değiş-tokuşuna sponsor olan grupların ikiyüzlülüğü sarsıcıdır. Örneğin ADL’nin CEO’su Jonathan Greenblatt, Floyd cinayetinin ardından, “ırkçı ve adaletsiz bir sisteme” tabi olduklarını ifade ederek siyah toplumla dayanışma içinde bulunduklarını beyan etmiştir. İsrail’e ilişkin konularda sık sık yorumlar yapan Greenblatt henüz Hallak cinayetini kınamamış ve İsrail’in kendi “ırkçı ve adaletsiz sistemi”ne ilişkin benzer bir görüş beyan etmemiştir.

Polisin ve Ordunun dokunulmazlığı

Minneapolis polisi kötü memurlarını işler uzaklaştırma ve reformları benimseme konularını reddetmesiyle ünlüdür. Floyd’u öldüren David Chauvin’in dosyasında kendisi hakkında 18 şikayet bulunmaktadır. Pandemi sırasında polisin sosyal mesafe konusunda siyahların saldırıya uğradığı New York City’de son dört yılda New York Polis Departmanı memurları aleyhine yaklaşık 2500 adet önyargılı tutum şikayeti vardır; polis her bir vakayı hükümsüz saymıştır.

Benzer şekilde, İsrail askerlerinin ve polisinin Filistinli protestoculara zarar vermekten mahkemeye sevk edildiklerine çok ender rastlanır. Örneğin, 2018 Martında başlayan Gazze Büyük Dönüş Yürüyüşü sırasında yalnızca bir İsrail askerine kitlesel protestolarda tamamen silahsız bir Filistinli çocuğu ateş ederek öldürmekten dava açıldı ve sadece bir ay hapis cezası verildi.

Batı Şeria’da biber gazı, plastik ve gerçek mermi sıkan diğer askerler nadiren yargılanmıştır. 2009’da Bil’in’de bir protesto sırasında Filistinli Bassem Abu Rahmeh’i gaz bombası kapsülüyle göğsünden vurarak öldüren asker hiç suçlanmamıştır. On yıl sonra bu ölümün hiçbir sorumlusu bulunmamıştır.

Katil Chauvin işlediği suçtan ötürü yargılanacakmış gibi durduğu için George Floyd, şimdilik Abu Rahmeh’in akıbetinden kurtulmuş gibi görünüyor. Fakat yine de Chauvin’in adil bir biçimde yargılanacağının, şiddet uygulayan diğer polis memurlarının benzer sonuçlarla karşı karşıya kalacağının hiçbir garantisi yoktur. O zamana kadar Amerika benzer isyanlar görmeye devam edecektir.

972magazine

Ümit Mavi tarafından Alınteri için çevrilmiştir.

Daha fazlası

İlgili

Close