
Kendisine komünist, sosyalist, devrimci diyen her kesim, Türkiye’de egemen burjuvazinin, “genel oy hakkı”nı, 31 Mart yerel seçimleri sonrasında tümüyle ortadan kaldırdığı gerçeğini görmek, bundan sonrasına ilişkin stratejisini ve taktiklerini bu sınıfsal gerçeği esas alarak belirlemek zorundadır
Cihan Çetin
Esasta “yerel seçim analizi” olarak düşünülen bu yazının yazılması için seçim sonrasındaki gelişmeler bir süre beklendi. Ancak 31 Mart günü seçim sonuçlarının duyurulmaya başlamasından itibaren başta AKP eliyle ortaya çıkan her gelişme, Türkiye’deki sınıfsal ilişkilerin mevcut durum analizini aştığını; esas olarak Türkiye’deki sınıf ilişkilerinin gerçek temellerini ve bu temellere bağlı gerçek fay hatlarını neredeyse bütün gövdesiyle görülmesini sağladı.
31 Mart’tan bugüne kadar: Erdoğan’ın 3-4 gün sessiz kalması, İmamoğlu’nun Anıtkabir ziyareti, tüm Türkiye’de AKP’nin seçime dair itirazlarının yüzde 90’ı kabul edilirken HDP’nin itirazlarının kelimenin tam anlamıyla hiçbirinin kabul edilmemesi, seçim öncesi “1 fazla oy alan kazanır” diyen Bahçeli’nin “İstanbul seçimi yenilenmeli” açıklamasından Kılçdaroğlu ve Akşener’in ele ele tutuşarak her gün “yasallık” adına açıklama yaparken ki çaresizlikleri, polisin İstanbul’da seçmen avına çıkmasından Dersim’de Maçoğlu’na mazbatasının “açıklanamayacak güvenlik nedeniyle” geç verilmesine kadar…. ortaya çıkan her gelişme, Türkiye’deki tarihsel ve de güncel birikmiş sınıfsal hatların geldiği noktayı açık biçimde göstermektedir.
Seçimin üzerinden daha 24-48 saat geçmeden zafer çakırkeyifliğiyle “sol-sosyalist muhalefetin baharı yakaladığı” analizinden tutalım “AKP’nin bundan sonra yapması gereken reformlar şunlardır” diye akıl veren liberallerin “baharın müjdecisi olan tüm çiçekleri”, YSK’nın 10 Nisan kararı ile “don” vurarak “çöp” olmuştur.
10 Nisan’da YSK, “KHK ile görevinden alınmış olanlar, seçimi kazansa dahi KHK’lı oldukları için mazbatalarının verilmemesine” kararını vermiştir. Bu karar, dünya tarihinde işçi sınıfının eliyle alınmış “genel oy hakkı”a karşı, yerel seçimi kazanmış Kürt belediyeleri üzerinden üzerinden BÜTÜNÜYLE SINIFSAL ve AÇIK BİR SALDIRIDIR.
YSK, İstanbul seçimlerinin yenilenmesi konusundaki kararını henüz vermemiştir. Erdoğan’ın “12-13 bin farkla seçim kazanılmaz” açıklaması, Bahçeli’nin “İstanbul seçimi yenilenebilir” sözleri, polis eliyle seçmen, sandık görevlisi avına çıkılması gibi göstergeler, YSK’nın İstanbul seçimini de iptal edeceği yönündeki ihtimali arttırmaktadır.
Ancak YSK İstanbul için seçim kararı alsın ya da almasın, Kürdistan üzerinden YSK’nın aldığı “seçimi fillen sen kazansan da esas kazananı ben belirlerim” kararı ile Türkiye’de bundan sonra gerçekleşecek her seçim, olağanüstü değişiklikler ortaya çıkmazsa, “genel oy hakkı”nın en hızlı biçimde ve en kısa sürede yok edilmesi üzerine inşa edilecektir. Yeni krizleri ve hatta çatışmaları tetikleme ihtimali şu an hâlâ yüksek olmakla birlikte, yerel seçim süreci bittikten hemen sonra ve de ilk fırsatta seçim sisteminden, seçimlerin sayılmasına kadar yeni kanuni düzenlemeler yapılarak gelecek ilk seçimde “genel oy hakkı”, “seçime girmek serbest, bizim dışımızda kazanmak yasak” ekseninde ortadan kaldırılacaktır.
31 Mart seçimlerinin ardından AKP eliyle artık tartışmasız biçimde “genel oy hakkı gaspı”na giden yol 1-2 günde oluşmadı. İlk büyük adımın 7 Haziran seçimleriyle atılmasının ardından hırsızlık, arsızlık, yalan, dolan, zorbalık yöntemleriyle hepsi kendisini bir öncekinden bir ileriye taşıyan diğer seçimlerle 4 yıl sonunda bu noktaya gelindi. 15 Temmuz sonrası iyice azıya alan sınıfsal ve ulusal saldırı, YSK’nın 10 Nisan kararı ile hiç bir liberal yorumla dahi bulamaç edilemeyecek kadar netleşmiştir.
Gün geçtikçe ağırlaşan ekonomik kriz, siyasetin ulaştığı “kendini kendine rağmen bile zar zor yönetme(me)” işçi sınıfı ve emekçilerin mücadelesi açısından pek çok fırsata sahip olduğu gibi, tam tersine savruluşları da aynı derecede barındıran tehlikelere sahiptir.
Bu bağlamda 10 Nisan YSK kararı ile ortaya çıkan “genel oy hakkına” yönelik bu sınıfsal ve de açık saldırı karşısında ilk silkinmeyi HDP, hem de zaman kaybetmeden yapmalıdır. “Ne yapılacağından” da önce “ne yapılmayacağına” dair atılacak adım silkinmenin de ilk adımı olacaktır. HDP, sadece kendine yönelik seçim sonuçlarına odaklanıp Kürdistan’daki usulsüzlükleri, gaspları yok sayan CHP’ye (ve de Iğdır’da olduğu gibi HDP kazanmasın diye aday çıkarmayan İYİ Parti’ye) “AKP-MHP dışında muhaliflerinden en azından birisi kazansın” adına sunduğu desteği, onların Kürt halkının iradesine dönük saldırılara da en az İstanbul seçimleri konusunda gösterdikleri kadar saygı gösterip sahipleneceklerini hemen, şimdi PRATİKTE göstermeleri koşuluna bağlamalı; bu destek ve sahiplenmeyi NET BİR BİÇİMDE göstermedikleri taktirde, 31 Mart öncesi izlediği “tek taraflı aşkın” biteceğini ilan etmelidir.
“Ne yapılacağına” dair kişilikli ve tutarlı demokratik bir strateji ancak, CHP tabanındaki samimi ve dürüst demokratların dahi hak verecekleri bu hareket noktası üzerine inşa edilebilir.
Kürt halkının neredeyse 40 yıldır kanla ortaya çıkardığı tüm değerler ve kazanımları, bu bağlamda da Kürt halkının iradesini yansıtan oyları, Türkiye kapitalizminin artık kağıt üzerinde dahi kalmayan beş para etmez burjuva demokrasisine FEDA EDİLEMEZ! Faşizmin sahte burjuva demokrasisi maskesini dahi yırtıp attığı burjuva OY PAZARINA SUNULAMAZ ! EDİ BESE!
Kendisine komünist, sosyalist, devrimci diyen her kesim, Türkiye’de egemen burjuvazinin, “genel oy hakkı”nı, 31 Mart yerel seçimleri sonrasında tümüyle ortadan kaldırdığı gerçeğini görmek, bundan sonrasına ilişkin stratejisini ve taktiklerini bu sınıfsal gerçeği esas alarak belirlemek zorundadır.
Elbette işçi sınıfının dünya tarihinde kanla elde ettiği “genel oy hakkı” üzerinden çizilecek olan bu sınıfsal hat, “tüm seçimleri her koşulda boykot” gibi “sol çocukluk” olarak yorumlanamayacağı gibi “seçimlerde muhalif olan herkesin desteklenmesi” gibi sağ sığ bir yoruma da tabii olamaz. Sınıfsal hattı bulanıklaştırmadan, sulandırmadan ancak mevcut koşulları dikkate alarak hareket etmek, hedef belirlemek önümüzdeki süreç için olmazsa olmazdır. Örneğin İstanbul’da seçimin olası bir yenilenmesi sürecinde hala aday çıkaracak bir “muhalefeti” kayıtsız-şartsız desteklemek yerine, bu koşullarda yapılacak öyle bir seçimin boykotu gündeme getirilmelidir.
İşçi sınıfı ve emekçiler safında komünist, sosyalist, devrimci olarak yer alanların, egemen sınıfın krizinden ve/veya sınıf içi klikler arası çatlaklardan medet umacak düzeyde, onların cephesinde olup bitenleri ağzı açık seyrederek analiz yapıp pozisyon almak yerine işçi sınıfı ve emekçilere önderlik edecek eksende ısrar etmesi ve bu hat üzerinden yürümesi şarttır. Bu bağlamda, seçimler gibi kapitalist sistem içi araçların kullanımı her şeyden önce net bir sınıfsal tutum temeline dayanmak zorundadır. Ez cümle, bundan sonra, örneğin CHP’den aday olup da “ben aslında sosyalistim” demek, işçi sınıfı ve emekçilerle oynamak, onların tarihsel amaç ve hedeflerinin içine tükürmekle eş anlamlı olacaktır. Bugünden sonra buna cüret eden olur ise şayet, işçi sınıfı ve emekçilerden alacağı karşılık tükürükten daha fazlası olmalıdır.