Bir yandan Senegal açıklarında yine 28 göçmeni taşıyan botun battığı göçmenlerin yine öldüğü sıradanlaşmış haber olarak gazetelere düşüyor, öte yandan “Düzensiz göç“ denilen anlamı kendinden menkul bir tanım bütün Avrupa burjuvazisinin ortak nakaratı oldu.
Göçmenler dolayımlı dönen kirli pazarlıkların ortalığa dökülmesi üzerinden emperyalist kapitalist ülkeler birbirini kırıp geçirmeye de başladı.
Almanya devleti, “Düzensiz göçle mücadele ve halkı oluşabilecek tehditlerden korumak amacıyla“ ülkenin tüm kara sınırlarında geçici sınır kontrolleri ilan etti. Diğer ülkeler bunu beklermiş gibi göçmen pazarlığı üzerinden dönen kirli işbirliklerinin dikişlerini patlatma yarışına girdiler. Polonya Almanya’nın sınır kontrollerinin kabul edilemez olduğunu dile getiriyor. Avuturya Almanya’dan kendi ülkesine girmeyi başaran göçmenler olursa derhal Almanya’ya postalayacağını ilan ediyor. Macaristan her bir mülteci başına aldığı paralara karşın göçmenleri Sırbistan tarafında kampta tuttuğu Macaristan’a girenleri derhal sınırdışı ettiği için AB tarafından para cezasına çarptırılınca otobüslere doldurduğu mültecileri Brüksel’e doğru yola çıkartacağını söyleyip hazır otobüs fotolarını servis ediyor. Hollanda ise faşist partinin programın harfiyen uygulayarak oturumu kabul edilmeyen mültecilerin yasal süreçleri işletme dönemi de dahil bütün yardımları kesti. “Onlara tek yardım uçağa bindirip göndermek olacak” çığlıkları atıyorlar.
Almanya İçişleri Bakanlığı tarafından yapılan açıklamada, sınır kontrollerinin 16 Eylül’de başlayacağı ve başlangıç olarak 6 ay süreceği belirtildi. (Başlangıç olarak!) Almanya İçişleri Bakanı Nancy Faeser, “İç güvenliği güçlendiriyor ve düzensiz göçe karşı sert tutumumuzu sürdürüyoruz” dedi.
Avusturya İçişleri Bakanı Gerhard Karner ise, yaptığı açıklamada Almanya’nın sınırdan geri çevirdiği hiçbir göçmeni kabul etmeyeceklerini vurgulayarak, “Orada manevra yapacak yer yok. Kanun böyle. Federal polis müdürüne herhangi bir iadeye izin vermemesi talimatını verdim” ifadelerini kullandı.
İş ‘Otobüslere doldurur Brüksel’e taşırız’a vardı
Avrupa Birliği (AB) ve Macaristan arasındaki mülteci pazarlığı karşılıklı sert açıklamalarla sürüyor. Macar yetkililer, mültecileri otobüslerle Belçika’ya taşımakla tehdit etti. Gerilim; Brüksel’in “mülteci politikasının gereklerini yerine getirmemesi” bahanesiyle Macaristan’a yaz aylarında 200 milyon euro (7,5 milyar lira) ceza vermesiyle başladı. (Macaristan mültecileri kendi ülkesine sokmayarak Sırbistan sınırında bir kampta tutuyor. Macaristan’a girebilen olursa derhal sınır dışı ediyor) AB kendi mülteci kamplarının farkı varmış gibi; bu uygulamayı “hukukun ihlali” olarak tanımladı ve sınır dışında kurulan bu istasyonların yaşanılamaz yerler olduğunu, çocukların ve hastaların bakımı için de yetersiz olduğunu söyledi. Ödemenin yapılmamasıyla birlikte Brüksel, bu ceza tutarını Macaristan’a verilecek AB yardımlarından tahsil etti. Geçen hafta sonu Macaristan Mülteci İşler Sorumlusu Bence Retvari, ülkesinin 2015’ten beri yaklaşık bir milyon mültecinin Macaristan’a, dolayısıyla AB’ye kaçak girmesini engellediğini Macaristan’ın bunu AB’nin karşı çıktığı ve “hukuksuz bir uygulama” diye nitelendirdiği önlemlerle başardığını söyleyerek, asgari de olsa öyle kanun, hukuk, kıstasla işleri yürütmediklerini de itiraf etti.
“İç” in güvenliğini sadece göç dalgası bozmayacak
Yapılanların asli nedenini; Avrupa ve dünya burjuvazisinin sömürü sistemlerini beslemeyecek kalifiye olmayan tek bir kişiyi dahi istememeleri, öte yandan mültecilere ayrılan sınırlı da olsa kırıntı ödenekleri de kar hanelerine eklemek istemeleri oluşturuyor. İşin başka bir boyutunu ise otomotiv sektörü başta olmak üzere on binlerce işçi ve emekçinin işine son verilecek olması, aynı tekele bağlı işçi ve emekçilerin ortak direniş dalgası olasılığının kapıda olması oluşturuyor. Geçmişte olduğu gibi işçi emekçi direnişlerinin sınırları aşma olasılığı burjuvazide huzurda, güvenlik duygusu da bırakmıyor.
Çünkü; direnişlerin geçmiş ortak direniş tecrübeleri de olan Almanya ve Belçika otomotiv işçileri başta olmak üzere işçi emekçi direnişlerinin sınırları aşarak ortaklaşması her bir ülke burjuvazisinin iç güvenliğini hayli bozacaktır. Geçmişte Belçikalı otomotiv işçilerinin Almanya’daki direnişe destek için yola çıkmaları karşısında her iki devletin nasıl bir güvenlik ordusunu devreye soktuğu hafızalarda tazeliğini hala koruyor. Alman otomobil üreticisi Volkswagen Grubu’na ait Audi’nin Brüksel’deki fabrikasına üretim için hiçbir model tahsis edilmemesini protesto amacıyla işbaşı yapmayan işçilerin, üretimi tamamlanmış 300 otomobilin anahtarlarına da el koyması bu sektörde start niteliğinde bir eylem oldu.
Otomotiv sektöründe sadece Almanya’da 900 bin işçi çalışıyor. Volkswagen, BMW, Mercedes Benz, Porsche, Opel gibi otomotiv devlerinin (Opel’de 15 bin olan işçi sayısı 8300’e indi. Bin işçi daha atılacağı söyleniyor) kriz gerekçesiyle onbinlerce işçiyi kapıya koyacağı biliniyor. Birde buna ZF Frederichshafen (17 bin kişiyi işten atacak), Continentel’in ana firması Schaeffler (1300 işçiyi çıkartacak), DAX (1700 işçi çıkartılacağı söyleniyor) gibi firmaları da eklendiğinde dev bir direniş dinamiği oluşturuyor. Bunun Almanya başta olmak üzere, Avrupa burjuvazisi açısından nasıl bir “İç güvenlik” sorununa dönüşeceği çok açık. Üstelik bu kez kaybedecek bir şeyi kalmayanların inatçı direnişlerine dönüşebileceği, geçmiş direnişlerlerden daha uzun soluklu olabileceğinin sinyalleri tek tek gösteri ve eylemlerden şimdiden gelmekte.
Mülteci ve yabancı düşmanı ırkçı faşist politikalara karşı sınırları aşan direnişler, savaş ve silahlanma karşıtı direniş dinamiklerinin de boş durmayacağı düşünüldüğünde sadece “halkın güvenliğini” değil, Avrupa burjuvazisini de tekinsiz günler beklemekte.