
Kapitalistler sınıfının bireylerinin dünyası işte bundan, yani para-sermaye-yatırım-kar döngüsünden, çıplak ve soğuk meta-para ilişkisinden ibaret; insana dair ne varsa dışlayan sefil bir dünya bu!
Ege Deniz
Pandemi ile birlikte, onun yıkıcı ve halk sağlığını ciddi ölçüde etkileyen sonuçları karşısında devleti göreve çağıran birey/grup/çevre/partilerin sayısının hiç de az olmadığını ilk günlerden başlayarak gözlemledik.
Kimi “solcu” ya da “komünist” geçinen çevre ve bireylerin bile ordunun duruma el atmasını içeren akıl almaz “çözüm” önerilerine tanık olduk.
Kriz sürecinde, tekelci burjuvazinin devletinin ve onu yönetenlerin, işçi ve emekçileri patronların insafına terk eden, halkın kendi yandaşı olmayan bölümünü “hiç” gören, patronları kurtarma paketlerini yürürlüğe koyan politikaları karşısında, işçi ve emekçilerin acil ve yaşamsal ihtiyaçlarının karşılanması yönünde talepler ileri sürmek, devletin ilgili kurumları üzerinde bu yönde basınç oluşturmak elbette gereklidir. Ama bunun ancak bir yere kadar “doğru” olduğunu akılda bulundurmak kaydıyla!
Bir kere, pandeminin sonuçlarıyla birlikte zor günler geçiren işçi ve emekçilerin acil ihtiyaçlarının karşılanması yönünde devlete ve hükümete baskı uygularken, bunun aynı zamanda burjuva devletin ve hükümetinin teşhiriyle birleştirilmesi olmazsa olmazdır. Muhalif kesimlerde, hatta solcu geçinen çevrelerde bunun bile üstünkörü yapıldığını söylemek durumundayız.
İkincisi ve ilkinden daha da önemli (pandemiye karşı) bir önlem olarak çoktan düşünülmüş ve hayata geçirmenin yolları zorlanmış bir adım olarak genel grev çağrısı ajitasyonel seviyede yaygınlaştırılmalıdır. İnşaat İşçileri Sendikası (İnşaat-İş) ve diğer bazı sendikal-siyasal grupların gündemleştirmeye çalıştığı bu çağrının pratikleştirilmesi için zaman daralıyor olmakla birlikte hala iş işten geçmiş değildir. Kuşkusuz bu eylemin, pandeminin seyrine bağlı olarak temel gıda ve sağlık malzemeleri üretiminin olduğu sektörlerin dışında diğer tüm alanları kapsaması, bunun yanında, üretimin sürdürülmesinin olmazsa olmaz olduğu alanlarda işçilerin -taban örgütlüklerine dayalı- denetiminin sağlanması istenilen durumdur.
Üçüncüsü, gıda, sağlık gibi temel ihtiyaçların karşılanması için gerekli malzemelerin dağıtımının bir an önce yapılmasını zorlamak, ama bu gibi çağrılarla yetinmeden, işçi ve emekçilerin kendi öz dayanışma ve mücadele ağlarını büyütmek yakıcılığını korumaktadır.
Bu saydıklarımız kuşkusuz, pandeminin yakın sonuçlarına karşı ilk elde atılması gerekli adımları içeriyor. Daha fazlası, komünistlerin, devrimcilerin, sosyalistlerin, işçi ve emekçilerin içerisinde (ve onlarla birlikte) ne denli başarılı çalışmalar yürüteceğine bağlı ilerlemeler olarak gündeme gelebilecek.
‘Göreve’ çağrılan devlet..
Şimdi pandemiye karşı sağlı sollu (burjuva ve küçük burjuva) muhalefetin göreve çağırdığı burjuva devlet ve onu yönetenler cephesinde genel durum nedir ona bakalım.
Şu ana kadar yapıp ettikleriyle en pervasız, bizleri ve vicdanı olan herkesi en üst seviyede öfkelendiren bir devlet örneği olarak Türk devleti, tekelci sermayenin ve genel olarak kapitalistlerin çıkarlarını korurken, onların daha ilk günden ellerini ovuşturarak baştan aşağı kötülüğe bürünmüş gözlerini diktiği “fırsatlar”ın değerlendirilmesi için her türlü olanağı devreye sokarken, diğer yandan, “bizden olmayana zırnık yok” dercesine hareket ediyor.
Tayyip ve AKP’de cisimleşen iktidar koalisyonu, öyle ki, burjuva parlamenter hasmı CHP’ye ait belediyelerin halka ekmek dağıtımını bile engelliyor! “Bu kadar vicdansızlık olur mu?” dedirtiyor insani duyarlılığını kaybetmemiş herkese…
Ya da “maske dağıtacağım” diyor, kendinden olmayanı kapsama alanına almıyor! Pişkince başlattığı “IBAN’ı atıyorum, 10 tl. yatır” kampanyasını bile, aynı zamanda, ona katkıda bulunmayanları fişleyecek bir uygulamaya dönüştürmenin yöntemi olarak görüyor!
Belki Türkiye örneğindeki gibi “bu kadarına da pes doğrusu” dedirtecek düzeyde değildir ama aynı politik-sınıfsal tutumu, kendi egemen sınıflarının ve yandaşlarını koruyacak şekilde diğer burjuva devletlerde de görüyoruz; buna her gün tanıklık ediyoruz.
Bu anlamda devleti “göreve” çağırmakla sınırlı bir yaklaşımın hayatta, işçi ve emekçilerin yaşamında bir karşılığı yoktur. Ancak, hükümet ve özellikle belediyeler üzerinde, halkın sağlık, gıda gibi acil ihtiyaçlarının bedava karşılanması yönünde bir baskı oluşturup, yapıp yapmadıklarıyla her gün emekçiler nezdinde teşhir olan devletin bu sınıf karakterini ortaya serecek söylemlere ve pratik faaliyetlerin büyütülmesine ihtiyaç var.
Peki genel olarak sermaye ve kapitalistler nereye bakıyor?
Patlayan “finansal balon” eşliğinde servetleri görece eriyen tekelci kapitalistlerin, bunun acısını dünya proletaryasından çıkarmaya hazırlandıklarından, gözlerinin, nereden nasıl kar devşiririm, emek sömürüsünü yeniden nerelerde nasıl arttırım odağından baktıklarından kimsenin kuşkusu olmasın!
Daha geçtiğimiz günlerde “Sermaye yönetim danışmanlığı” yapan kötü ünlü “McKinsey & Company” dünya kapitalizminin “yeni normal”e nasıl hazırlık yapması gerektiği konusunda önerilerini sunduğu basına düştü.
Bu sermaye danışmanı şirket, COVID-19 salgınının yarattığı toplumsal alt üst oluş ve kapitalizmin yaşadığı finansal şok ve kriz ortamında, “yeni ve gelişmiş sistemlerin yaratılmasına uzanan geçişi yönetmek üzere 5 adımdan oluşan bir aksiyon önerisi” hazırlayıp küresel kapitalistlere sunmuş.
“Çözümle, Direnç Kazan, Yeniden Başla, Yeniden Tasarla ve Reform Yarat” denilen “yol haritası”nda “sürecin getirdiği zorluklar kadar fırsatlara da” işaret ediliyor.
‘Çözümle’ adı verilen ilk aşamada “liderlerin hem hükümet hem de kurumsal düzlemde gerekli aksiyonların ölçeğini, hızını ve derinliğini belirlemesi gerekiyor… İşlerin devamlılığı, çalışan sağlığı ve güvenliği için çalışmalar yoğun bir şekilde sürüyor, evden çalışma yaygınlaştı. Çoğu şirketin operasyonlarında ciddi yavaşlamalar var, bununla birlikte bazı şirketler de gıda, temizlik ve kağıt ürünleri gibi kritik alanlarda talebi karşılamak üzere üretimi hızlandırmak için çalışıyor. Ancak bir harekete geçememe, paralize olma durumu da söz konusu ki bu, alınması gereken kararları geciktiriyor” pasajında denilen “geciken kararlar”ın içerisinde işçi kıyımları, sıfır zam, öte yandan yeni teknolojilerin devreye sokulması gibi uygulamaların (her ne kadar hazırlanan metinde açıkça belirtilmese de) olduğunu söyleyebiliyoruz.
“Direnç Kazan” bölümünde, “Küresel salgın, halihazırda sorunlar yaşanan ekonomik ve finansal sistemin ‘metastaz’ yapmasına neden oluyor. Halk sağlığını korumak için alınan önlemler, ekonomik hareketliliği azaltırken, vatandaşların (burjuva vatandaşlar kastediliyor tabii -bn) ve kurumların mali refahını riske edebiliyor. Hızla artan likidite ve borç ödeme gücündeki zorluklar, hükümetlerin ve merkez bankaların finansal sistemlerin işlerliğini sağlama çabalarına (burjuva devletin açıkladığı büyük büyük destek paketlerine -bn) rağmen pekçok endüstriyi derinden sarsıyor.” deniliyor.
Virüse karşı alınan palyatif önlemlerin (içinde bulunulan yapısal-mali krizin üzerine gelen bu sürecin -bn) şimdiden burjuvaların servetlerinde erimeye sebep olmasına dair “Avrupa ve Amerika’da, çeyrek dönemde ekonomik hareketliliğin azalması ile 1929’daki Büyük Buhran’da yaşanan gelir kaybından çok daha büyük bir gelir kaybı yaşanması bekleniyor” vurgusunun yapıldığı pasajda “Bu zorluklar karşısında direnç kazanmak hayati bir ihtiyaç. Likidite ve borç ödeme gücü gibi kısa vadeli konularda nakit yönetimi büyük bir önem taşıyor. Bununla birlikte iş dünyasının bu kısa vadedeki zorlukların ardından gelecek olan, sektör ve rekabet yapılarını altüst edebilecek şok dalgalarını yönetmek üzere çok daha kapsamlı direnç planlarına ihtiyaçları var. Nüfusun büyük çoğunluğu belirsizlikleri ve finansal baskıları hissedecek. Hükümetler, iş dünyası ve sivil toplumdan liderlerin koronavirüs öncesi de güçlüklerin yaşandığı toplumsal uyum ve bütünlüğün sağlanması için zorlu kararlar almaları gerekecek” deniliyor. “Toplumsal uyum ve bütünlüğün sağlanmasının (sınıfsal çelişki ve çatışmaların bastırılmasının -bn) giderek zorlaşacağı önümüdeki kesitte alınması gerekli “zorlu kararlar”ın kemer sıkma, neoliberal politikaların kapsamı genişletilerek sürdürülmesi, işçi ve emekçilerin ekonomik-sosyal haklarının budanması gibi gibiyi içerdiğini anlamak zor olmasa gerek.
“Yeniden Başla” adımına dair alt çizmelerin olduğu bölümde “Durdurulan işlerin yeniden başlatılması ve operasyonel sağlığın kazanılması, şu an Çin’de kurumların deneyimlediği üzere, oldukça zorlu bir süreç. Koronavirüs, pekçok coğrafyada birden küresel tedarik zincirlerinde yıkıcı etkiler yaratıyor, bu da çoğu endüstride şirketlerin tüm tedarik zincirini yeniden aktive etmeleri gerekeceği anlamına geliyor. Zincirin en zayıf halkası, başarının da belirleyicisi olacak, aksi takdirde şirketlerin yeni işe alımlar yapmak, eğitim vermek ve eski işgücü verimliliğini sağlamak gibi bir sürece girmeleri gerekecek. Dolayısıyla şirketler, tüm iş sistemlerini yeniden değerlendirmeli ve işe yeniden başlama sürecini belirli bir hız ve ölçekte gerçekleştirerek efektif bir üretime geçmek üzere aksiyonlarını planlamalılar” denilmekte.
“Yeniden Tasarla” başlıklı bölümde “Böyle büyük çaplı bir şok, bireylerin bir vatandaş, çalışan ve tüketici olarak tercihleri ve beklentilerinde değişimler yaratacaktır. Bu değişimlerin yaşama, çalışma ve teknolojiyi kullanma biçimlerine olan etkileri ise gelecek birkaç hafta içerisinde daha net anlaşılacak. Bu beklenti ve ihtiyaçları kavrama ve öngörme yetenekleri güçlü olan şirketler, kendilerini yeniden tasarlayabilecek ve böylece çok güçlü büyüme ve gelişim fırsatları yakalayacaktır. Bugün online dünyada temassız ticaretin tüketici davranışlarını tamamen değiştirecek şekilde geliştirilebileceği ortada. Ancak verimlilik ihtiyacının dirençlilik ihtiyacına dönüşmesi ile birlikte bundan çok daha büyük değişimler gerçekleşebilir; örneğin, üretim ve tedarik çalışmaları son kullanıcıya daha yakın yerlere taşınırsa bu, tedarik zincirinde küreselleşmenin sonu olabilir.” deniliyor.
Üretim ve tedarik zinciri kullanıcıya daha yakın yerlere taşınırsa bu “küreselleşmenin sonu” olabilir! Küreselleşme denilen sürecin emperyalist tekellerin ve mali sermayenin çıkarı ekseninde işlediğinin itiraf edildiği burada aynı zamanda korkunç bir vicdansızlığın, insanlık dışı bir yaklaşımın savunusu var.
Pandeminin Asya ve Uzakdoğu’da yaygın etkide bulunması, ticaret yollarının tıkanması gibi nedenlerle, taşeronlar ve fason üretimciler aracılığıyla buralarda üretilen metaların daha ziyade emperyalist metropollerde bulunan “son kullanıcıya” yakın yerlere, yani Amerika’ya, Avrupa’ya filan yakın coğrafyalara taşınması “küreselleşmenin sonu olabilir”!
Örneğin, dünya tekstil-hazır giyim üretimi birkaç on yıldır Uzakdoğu ve Güneydoğu Asya ülkelerine kaydırılmıştı. Uluslararası tekeller bu süreç boyunca, oralarda kölelik koşullarında çalıştırılan milyonlarca kadın-erkek emekçinin sadece emeğini değil kanını da emerek yüksek karlar devşiriyordu. Şimdi oralardaki işçiler kitlesel biçimde ücretleri dahi ödenmeden işten atılıyorlar; (son olarak Bangladeş örneğindeki gibi işçilerin ‘fabrikaları yakarız’ öfkesinde somutlaşan tepkilerle birleşik olarak) yüzbinlerce işçi kendi kaderine terk ediliyor.
Bu neoliberal kafalı sermaye dalkavukları, asgari insani vicdandan dahi yoksun bu zatlar, insanın kanını donduracak pervasızlıkta “tedarik zincirlerinin yerlerinin değiştirilmesi” olasılığının sermayeye getirebileceği külfetlerden bahsediyorlar!
Son olarak “Reform Yarat” başlığı altında ise, “Yaşanan bu şok, koronavirüsün yerel bir sorun yerine küresel bir krize dönüşmesine neden olan etkenlerin kısıtlanması ya da ortadan kaldırılmasına yönelik bir eğilim yaratabilir. Hükümetler ekonomik hareketliliği şekillendirmede daha aktif bir rol almak üzere vatandaşları tarafından cesaretlendirilebilir ve desteklenebilir” vurgusu ve uyarısı yapılmakta.
Daha birkaç on yıl önce dünya için “global köye dönüştü” böbürlenmesi sergileyen bu neoliberal kafalar şimdilerde bu küreselliğin ekonomik olduğu kadar politik bakımdan da parçalanması tehlikesini iliklerinde hissediyorlar. “Bizi düze çıkarın” çığlığı atan sermayenin göreve çağırdığı devletin işin içine fazlasıyla girip “ekonomik milliyetçiliğin” dünya mali sermayesinin genel çıkarlarına ters düşecek ölçüde abartılması olasılığını görüp ürküyorlar.
Ve son olarak, kar getirecek bir “sektör” olarak gördükleri sağlık alanında kapitalistlere akıl vermeyi ihmal etmiyorlar: “Hızla artan vakaların karşılanması gibi zorluklar için yüz yüze ve sanal hasta bakımının (sanal hasta bakımı!) başarıyla yönetilmesine odaklanılmalı. Halk sağlığı yaklaşımlarında, birbiriyle bağlantılı ve oldukça mobil bir dünyada yanıt verilmesi gereken hız ve küresel işbirliği yeniden değerlendirilmeli. Kritik sağlık altyapıları, temel sağlık ürünlerindeki stratejik stok yönetimi ve kritik medikal ekipmanların üretimi konularında politikalar geliştirilmeli” önerisinde bulunulup “buralara yatırım yapın, ekmek var burada” deniliyor!
Bu adamların ve genel olarak kapitalistler sınıfının bireylerinin dünyası işte bundan, yani para-sermaye-yatırım-kar döngüsünden, çıplak ve soğuk meta-para ilişkisinden ibaret; insana dair ne varsa dışlayan sefil bir dünya bu!
Ama bu sefil dünya dünya işçi sınıfının başına bela olmayı, işçi ve emekçileri hiçliğe, yokluğa, yoksulluğa sürüklemeyi sürdürüyor, sürdürecek. Taa ki dünya işçileri ve emekçileri kendi kaderini kendi avuçlarına alıncaya dek…
Not: McKinsey’in hazırladığı “çözüm” adımları”na ilişkin pasajlar “HRdergi.com”dan alındı