GENÇLİKİŞÇİ SINIFI

Kîne Em…

Onların gerçek yüzünü küçükken senin kasetlerini köşe bucak saklarken öğrenmiştik; tanıyoruz… “Tanımadığımız” sensin!

Kîne Em…

Sapla samanın birbirine karıştığı bir zamandan geçiyoruz! Her yerden “demokrasi” fışkırıyor… Ruhunu şeytana satmış solcu kılıklı güruh, demokrasi oyunlarına yedeklenmiş gidiyor… KCK Davası’na toslayan “Kürt açılımı”, “Kürt sanatçı ve aydın açılımı”yla devam ediyor. TRT 6 ve bir dizi hamleyle “sistemin Kürdü”nü yaratma girişimlerinin “sanatçı ve aydın” ayağına geçildi.

Yıllardır Kürt halkının özgürleşmesi için canını verenler, Kürt halkının bilincini bir adım ileri taşımak için bedel ödeyenler eli silahlı katil; biz Kürtlere uygulanan bu zulmün sebebi olanlarsa “demokrasi getiren” oldular. Nasıl oldu bu? Bu seferki demokrasi şovu AKP’nin ikinci adamı Bülent Arınç’ın sizinle görüşmesiyle başladı ve AKP şov yaklaşık iki aydır sizin katkılarınızla devam ediyor sayın Şivan Perwer! Aslında Bülent Arınç’ın elindeki sapın da samanın da ne olduğu belli; ama araya siz girince Şivan arkadaş, işte o zaman karışıyor.

Bu öyle bir şov ki, bir yandan Kürt siyasetini yıpratırken bir yandan da Kürtlerin çektiği acıdan, verdiği mücadeleden doğan ezgilerin sesinden, “Gel bana, gel…” dedirtiyor. Öyle bir şov ki, geçmişimizden gelip geleceğimiz için verdiğimiz kavgada şekillenen ezgilerimiz bağrımıza bir hançer gibi saplanıyor. “Saplanıyor” diyorum, ama saplanmıyor; sen saplıyorsun! Biz onların gerçek yüzünü küçükken senin kasetlerini köşe bucak saklarken öğrenmiştik. Halen sokaklarda Kürtçe müzik dinlemeyerek, dinlediğimizde başımıza nelerin geleceğini bilerek öğrendik. Yani tanıyoruz… “Tanımadığımız” sensin!

Acı ezgileri senin ağzından dinleyen çocuklarımız hangi Şivan’a inanacaklar şimdi: TRT 6’da konuşana mı, yoksa Halepçe’yi notaların kıvrımlarına döken Şivan’a mı?

Sahi, sen hangisine inanıyorsun? Bu televizyon bizi yanıltıyor mu? Yalan söyleyen televizyon mu, yoksa sen misin? Sen artık değişmişsin… Bizimle bütünleşen, yüreğimizi tarihin derinliklerinden, direncin doruklarına kadar baştan başa dolaşan o ezgiler sadece kasetlerde kalmış. Hani Mardinlisin ya mutlaka duymuşsundur, senin sürgüne çıktığın yıllar değil; mutlaka hatırlarsın, daha birkaç yıl önceydi… Memleketlin Uğur’u duymuşsundur. Uğur dediğime bakma, henüz bir çocuk; ama sırtından 12 kurşun çıkarıldı. Hatırlayınca bunları ben, kızıyorum sana! Şimdilerde sana kızınca “cani” oluyoruz. Ağzından salyalar saçarak üzerimize gürleyen, senden tebessümünü eksik etmeyen beyler “demokrat”, biz “anti demokrat” oluyoruz. Bir süre sonra insan aldırmıyor. Uğur’u sırtından vurulduklarında sokaklara çıktığımızda da “marjinal” olmuştuk. İnsan bunları aldırmıyor; çünkü karşısındakinin kim olduğunu biliyor. Karşında 12 kurşun, karşında 33 kurşun… Bu yüzden seni nasıl tanımladıkları umurunda olmuyor, can yakmıyor. Ama bu tanımları senin gibiler de yapmaya başlayınca olmuyor!

Evladı kaybedildiği için sokaklarda yürüyen analarımızın yaptığı zafer işaretini “insanlıkdışı” diye tanımlaman yaralıyor, hayrete düşürüyor! Hem de bunu öyle utanmazca, öyle arlanmazca yapmışsın ki! Kaç Kürdün, kaç işçi emekçinin kanına girmiş, Türkiye’deki sivil faşistlerin simgesi olan kurt işaretiyle karşılaştırarak!.. Sen bunları bilmiyor musun? Biliyorsun; ama bir kere yoldan çıkmayıversin insan, bir kere kendi ideallerine sırtını dönmeyiversin… Döndü mü bütün bildiklerini tersten okumaya başlar. Artık yeni yolda, yeni arkadaşlarının diliyle konuşmaya başlar. Yoksa bilmez misin ters V’nin ya da kurt işaretinin ne anlama geldiğini; birinin insanlığa anlam katmak için diğerinin ise insanlığın karşısında olduğunu. Bilirsin… Birinin, sırtında 12 kurşun olan Uğur Kaymaz olduğunu, diğerinin ise 12 kurşunu sıkan olduğunu. Hadi bunları unuttun! Ama daha senin yanına gelmeden 2 ay önce, çok değil sadece 2 ay önce, yüzlerce Kürdün kanına girmiş Hizbullahçıları, o yanına gelen beyefendilerin dışarı saldığını da mı unuttun? Bu kadar mı kaybettin belleğini?.. Faali meçhullerimizin içine kepçelerle daldıklarını da mı unutun?.. Unutmuşsun, yazık unutmuşsun…

Hatta öyle bir unutmuşsun ki; Sedat Batu’yla 6 arkadaşının gömüldüğü o kuyudan 3 şiir çıktı Sedat’ın üzerinden… Orada Sedat, “Bilirsin yaratılması özgür yaşamın başkalarınca normaldir. Oysa bizim için uğruna ölünecek kadardır” der. İşte sen öyle bir unutmuşsun ki, şimdi bu şiirleri de yeni arkadaşlarının bizleri kandırması için kullanırsın. Tabii “uğruna ölmek” bölümünü revize ederek…

Peki, değdi mi bari? Halepçeyle ve sayısız ezgiyle gönlümüzde kurduğun tahtın bir anda yıkılmasına değdi mi? Cigerxwin’un o canım dizelerine sırtını dönmene değdi mi? Geldiğin noktada o dizelerin adını bile anamayacaksın! Sahi seni şimdi kim ve hangi değerler besleyecek?! En başta kendini bitirdiğinin farkında mısın?

Sana niye anlatıyorum ki bunları; sen sattın kendini! Ya da neye alet olduğunun farkında değilsin. Bunu demek de artık senin için bir anlam ifade etmez. Tarih senin gibilerle doludur Şivan “hewal”; yani dönenlerle doludur. Dönenlerin çoğu zamanında ölseydiler bugün gönüllerdeki yerlerini koruyacaklardı. O yüzden zamanında ölmeyi de bilmek lazım… Olmadı, birçokları gibi sen de kaçırdın bu fırsatı.

Bitirmeden söylemeliyim ki biz senin şarkılarını dinlemeye devam edeceğiz. Çünkü onların herbiri bizim mücadelemiz sayesinde yeşerdi. Özellikle “Kîne Em” ezgisini daha çok dinleyeceğim. Geleceğin sesi olan Cigerxwin’un yüreğine dalarak… Biliyorsun değil mi, “Kîne Em” biz Kürtler için “kendini bilmek” anlamına gelir. Kendini bilmek!!!

Etiketler
Daha fazlası

İlgili

Ayrıca bak..

Close
Close