GENÇLİK
Seçimlerimizin sonuçları
Darbelere yol açan öğrenci hareketleri ya da çatışmalar değil, sermayenin içine düştüğü krizdir
“Özgürlük için mücadele her zaman bedel ödemeyi gerektirir. Yaşadığım hayat buna değer mi sorusuna evet diyorsanız, bunu yaşanması gereken bir süreç olarak görüyorsunuz… (bazen) bunun için bütün hayatınızı ortaya koymanız gerekebiliyor.”
Ertuğrul Kürkçü’yle, AKP Hükümeti’ne dönük son öğrenci eylemleri, ’68 hareketini nasıl okumak gerektiği, öğrenci gençlik hareketinin sınırları, üniversiteler ve üniversite gençliğinin politikleşmesi, işçi sınıfı mücadelesiyle gençlik hareketi arasındaki ilişkinin niteliği, kapitalizmin krizleri ve faşist darbe süreçleri, kişilerin hayata dair seçimleri ve bunun sonuçlarıyla yüzleşmelerinin zorunluluğu üzerine bir söyleşi yapıldı.
Serbay MANSUROĞLU’nun yaptığı söyleşi, 19 Aralık’ta BİRGÜN’de yayınlandı.
Keşke Türkiye’nin başına tekrar böyle bir hareket gelse
Ertuğrul Kürkçü’nün, 48 yılında başlayan yaşam serüveni 65 yılında girdiği Orta Doğu Teknik Üniversitesi’nde (ODTÜ) değişti. Kürkçü, girdiği Mimarlık Fakültesi’nde muhalif öğrenci gençliğin önemli ismi oldu. 68 kuşağının sembollerinden biri haline gelen Kürkçü, 72 yılında Kızıldere’de yapılan katliamdan kurtulan tek isim oldu. Kürkçü, sosyalist eylemci ve yazar olarak yaşamını sürdürüyor. Geçen hafta Burhan Kuzu’ya yapılan yumurtalı protestonun ardından, 68 kuşağının gündeme gelmesiyle Ertuğrul Kürkçü ile o dönemi ve günümüze yansımalarını konuştuk.
Sizin nazarınızda ‘68’ neyi ifade ediyor? Yapılan güzellemelerin yanında, son olarak Burhan Kuzu’ya yapılan protesto ile 68 hareketi yeniden tartışmaya açıldı.
68 güzellemesi abartılı. Bugün bu güzellemenin nedeni biraz da 60’lı yaşlarını süren bir kuşağın geçmişine sığınarak bu gününü unutturması ya da unutmak istemesi olabilir. Nâzım’ın şu dizesi bana anlamlı geliyor: “Ölmüş babamdan ileri, doğacak çocuğumdan geriyim.” Benim için bunun tarihsel bir doğruluğu var. Babalar çocuklarından daha çok şey biliyor değiller. Aramızda daha zeki, daha çok çaba gösteren arkadaşlarımızın oynadıkları kişisel rolleri inkâr edecek değilim ama bir bütün olarak 68’in eylemini kışkırtan, teşvik eden bir zamandan geçiyor oluşumuzu unutmayalım. 68’de 20’li yaşlarımızdayken Türkiye’de kırdan kente göçün, tarımdan sanayiye geçişin, toplumsal gelişimin yoğun alt-üstlüklerine tanık olundu. Öte yandan dünyada yükselen muhalif hareketlerin rüzgârı vardı. Biz böyle bir rüzgârı yakalayarak ileri atıldık.
68 öyle bir şey ki, bugün sağcılar bile sahipleniyor. Oysa onlar 68’in menfi, olumsuz, gerici yanını temsil ediyordu. Çatışmada barikatın öbür tarafında yer alıyorlardı ama bugün barikatta olmayı imtiyaz olarak kabul ediyorlar. Her şeyi yerinde değerlendirmek gerekiyor. Fakat böyle bir güzellemenin yapılması büsbütün manasız da değil, ki Burhan Kuzu, gençlere öfkeyle “sonunuz 68 kuşağı gibi olur” diyor. Burhan Kuzu ve onun tarafındakiler bir çeşit paranoya içinde tavır alıyor. 68 mücadelesinin de katkıda bulunduğu gerilim bir askeri darbeyle sonuçlandığına göre “bu gençler askeri darbenin aracısı oldular” demeye getiriyor. AKP, toplumsal meşruiyetinin bir zemine oturduğunun farkındadır. O nedenle bu meşruiyetin sorgulanmasını hemen bertaraf etme uğraşına giriyor. Öğrenciler uç unsurlar ilan ediliyor.
O kuşağın nasıl bir yaşam tarzı vardı?
68’de, daha solcu olmadan bile önce ‘öğrenci yoldaşlığı’nın üniversitenin ruhu olduğunu söyleyebilirim. Öğrenci evlerinde, yurtlarda ekmeğimizi, paramızı, her şeyimizi paylaşmanın güzelliğini yaşadık. 1. sınıfa başladığım ilk gün koridorda biri yanıma geldi, “1 liran var mı” diye sordu. Sadece 1 liram vardı. Çıkardım verdim. O gün en iyi arkadaşlarımdan biriyle böyle tanışmıştım. Bu gün ise insanlar korkularına daha çok kulak asıyor, ince hesaplar yapıyor. Karşılarına çıkan yol ayrımlarında hangi yolun doğru ya da yanlış olduğundan çok bunun hesaba gelip gelmediğini düşünüyorlar. Herkes buna teslim olmasa da böyle bir durum doğdu. Aileler artık korumacı politikalarla çocuklarını politikadan uzak durmaya teşvik ediyor. Ben şahsen gençlerin politik olmasını önemsiyorum. Ben öğrenciyken yakınlık, samimiyet, içtenlik, sıkıntıları ve sevinçleri karşılık beklemeden paylaşmak çok güzeldi.
68 gençliği ve günümüz muhalif gençliğinin hem hak taleplerini, hem de ötesi talepleri dillendirdiği bir tarz oluştu? Doğru bir tarz mıdır?
Gençlerin her şeyi talep etmeye hakkı var. AKP’ye meydan okumaya hakları var. Dünya kapitalizmine kafa tutmaya hakları var. Değişim taleplerini zaten ancak gençler kavgalarında sırtlayabilirler. Türkiye’nin nüfusunun yüzde 70’i 35 yaş ve altında. Böylesine genç bir toplumda gençlerin kendilerini akademik, demokratik taleplerle sınırlama zorunlulukları olamaz. AKP hükümetini ya da siyasal düzeni değiştirmek tabii ki gençliğin tek başına altından kalkabileceği bir şey olamaz ama böylesine bir siyasi ufkun oluşmuş olması elbette güzel. Çünkü AKP bugün sadece hükümet değil aynı zamanda müesses nizamın kendisi. Böyle bir ufuk olunca öğrenci olarak kendi cürümümüzden çok yer yakmış oluyorsunuz. Düzen, kendine yönelen hedefin bütünlüklü olduğunu görünce işler büyüyor. Ama sadece yumurta, ayakkabı, boya atmakla da siyaset yürümez. Mönüyü zengin tutmakta fayda var.
68 hareketinin muhalifliğinin günümüze aktarılamadığı, öğrencilerin yoksulluğundan kaynaklı aidiyetlerinin olmadığı ama okuldan sonra iş, mülk gibi aidiyetleri edinince muhalif kimliklerini terk ettikleri eleştirisi yapılıyor.
68 yılında büyük üniversitelerin sayısı kısıtlıydı. Şu an 80 ilin hemen hemen hepsinde üniversite var. Büyük kentlerde özel üniversitelerle birlikte onlarca üniversite var. 68’de 3 büyük kentte üniversite vardı. Oralarda okuyup okulu bitirince bürokrat, siyasetçi, yazar olmak daha kolaydı. Dolayısıyla muhalif gençlik zamanla kendine bu konumlarda yer buldu. O zamanlar için söyleneni kısmen doğru buluyorum. Ama günümüzde üniversite bitiren gençler iş bile bulamaz. Gençler işsiz olmak için diploma alıyor. Bu nedenle gençliğin muhalefet dışında bir manevra alanı olduğunu da düşünmüyorum. Geleceksizlik Fransa, İtalya, Yunanistan gençliğini sokağa döktüğü gibi bizim gençliği de sokağa döküyor. Gençler düzene uyum sağlamıyor, çünkü düzen onları içermeyi, içine almayı düşünmüyor.
68 nasıl bir zeminde yükseldi? Nasıl geri çekildi?
Geleceksizlik kaygısı sosyal meseleler ile siyasal meseleleri iç içe geçiriyor. Burada gençliği harekete geçirenin yaygın bir politik organizasyon olduğunu düşünüyorum. 68’lilerle birlikte oluşan DEV-GENÇ dalgası, Türkiye İşçi Partisi’nin varlığı, CHP’nin sosyal demokrasiye yönelerek merkezdeki gençliği sola çekmesi gençlik için yaygın politik organizasyonlar sağlıyordu. Muhalif gençlik kendini o platformlarda ifade edebiliyordu. O gün oluşan sol hegemonya, 80 darbesi ve Sovyetlerin dağılması ile bugün yerini AKP hegemonyasına bırakmış durumda. Şimdi, 40 yıl sonra bu hegemonya yeniden sarsılmaya çalışılıyor.
71 ve 80 darbeleri, 68 öğrenci hareketlerinin ötesinde bir durumu ifade ediyor? Öyle değil mi?
Bazı dönemlerde orta zekâlı adamlar çıkıp akılda kalan tahliller yapıyor. 71 döneminin Genelkurmay Başkanı Memduh Tağmaç, “toplumsal uyanış iktisadi gelişmeyi geçti” dedi, evet durum buydu. 80’de ise TİSK Başkanı Halit Narin, “bugüne kadar biz ağladık, onlar güldü, artık biz güleceğiz, onlar ağlayacak” diyerek 12 Eylül darbesini sınıf özünü şüpheye yer bırakmayacak açıklıkla özetledi.
Öğrenci hareketinin yanı sıra yükselen işçi sınıfının ve toplumsal muhalefetin talepleri, sermayenin kâr oranlarının düşüşüne yol açıyor, kriz dedikleri olgu gerçekleşiyor. Devrimcilerin öldürüldüğü çatışmalar ortamını, “kardeş kavgalarına son” diyerek darbeye gerekçe göstermeleri bir şey değiştirmez. Darbelere yol açan öğrenci hareketleri ya da çatışmalar değil, işçi muhalefeti ve talepleriyle birlikte sermayenin içine düştüğü krizdir. Egemen sınıf bu gidişi durdurmak için sendika yasalarını değiştirmek istedi. 15-16 Haziran 1970’te işçiler buna karşı ayaklandı. DEV-GENÇ’in ya da toplumsal muhalefetin yükselmesi, darbelerin tarihsel arka planındaki sınıf mücadelesi dinamiklerinin saklanması için bahane olamaz. Biz işçi sınıfının kaderini paylaştık.
68 hareketi başarılı oldu mu?
68’in önüne koyduğu hedeflere bakmak gerekiyor. Evet, kısmi başarıların elde edildiğini söyleyebiliyorum. 1970 gelmeden ODTÜ’de öğrencilerin yönetime katılmasını başarmıştık. Öğrenciler tüm akademik kurullarda temsil ediliyordu. Ben, Mimarlık Fakültesi’nde tüm akademik kurul toplantılarına öğrenci temsilcisi olarak katıldım. Öğrencilerin talepleri yönünde pek çok değişiklik kararı aldırabildik. Günlük hayattan, hoca-öğrenci ilişkisine kadar sayısız değişiklik yaşandı. 68 hareketinden aklı başında üniversite yönetimleri de kazançlı çıktı. Üniversiteye bilim geri geldi.
Ama bir de 68’in üniversite dışındaki talepleri vardı. Bunu gençliğin tek başına gerçekleştirmesi olanaksızdı. Halkın içinde örgütlenmek gerekiyordu. Bunun için öğrenci gençlik Türkiye’nin tüm köylerini gezdi. İşçi hareketine yabancı kalınmadı. Sosyal Demokratlar bile bu halka gitme hareketinin peşine takıldı. Özetle 68 hareketi yalıtık kalmadı. Halkla kucaklaşmaya çalışarak başarıya yaklaştı. Ama süreci nihayete erdiremedi.
DEV-GENÇ’İN bir genel merkezi yoktu. Önderlik neredeyse merkez de orasıydı. Mülkiye yurdunda kaldığımız dönemde, toprak ağalarına karşı, patrona karşı mücadele eden insanlar yardım, danışma, avukat sağlanması gibi taleplerle bize gelirlerdi. DEV-Genç’liler olarak onlara elimizden gelen yardımı yapardık. Keşke Türkiye’nin başına tekrar böyle bir hareket gelse. Ama devamında o ölçüde başarılı olamadık. Politik örgütlenme hedefiyle THKP-C kuruldu. Daha politik program oluşturulurken öncülerin ve militanlarının yakalanması, yok edilmesi geriye yeterli kadro kalmayışı gibi nedenlerle hareket akamete uğradı.
68 hareketi içinde size gelen tepkiler nasıldı?
Karşı propaganda daha çok okuldan uzaklaşmamız üzerine kuruldu. Yüzümüzü sokağa dönmemiz, halkın sorunlarıyla ilgilenmemiz karşı cepheyi rahatsız etti. Bizden sonraki 78 kuşağı dönemi, egemenleri daha da rahatsız etti. Çılgına çevirdi. Onların tabiriyle “Laf ayağa düştü”. Her mahallede, her köşe başında fakir-fukara kendi hakkı için konuşmaya başladı. Devletin desteğindeki faşistlerle mücadelede devrimciler başarılı olunca 80’de devletin kendisi müdahale etti. Bizim kuşağın okuldan, öğrenci hareketinden koptuğu, uzaklaştığı savı doğru değildir. Öncü ve militan bir grup öğrenci dışında okuldan kopmalar az oldu. Kopmayanlar daha sonralarda öğretmen, doktor, mühendis ya da başka görevlerde 78 kuşağının öğrenci ve işçilerini yetiştirdi.
Mücadelede ağır bedeller ödediniz, ödendi. Bugün olsa yine yaparım diyor musunuz?
Bu hepimiz için bir seçimdi. 70’lerde okulda boykot ve işgaller bittiğinde, yüksek lisans yapan arkadaşımız geldi; “Ne yapalım” diye sordu. “Mimar mı olalım yoksa devrimci mi?” O mimar olmayı seçti, ben devrimciliği seçtim. Herkes kendi seçimini yaptı. O kendi işini iyi yapan bir mimar oldu. Ben kendi yoluma devam ettim. 21 yaşını görme fırsatını bulamamış binlerce insan var. Herkes seçimlerinin sonucuna katlanacak. Özgürlük için mücadele her zaman bedel ödemeyi gerektirir. Yaşadığım hayat buna değer mi sorusuna evet diyorsanız, bunu yaşanması gereken bir süreç olarak görüyorsunuz. Bunu ‘halka iyilik’ gibi görürseniz karşılığını alamayınca hayal kırıklığı yaşar, ‘iyilik’ yapmaktan vazgeçebilirsiniz. Ben kendi adıma hayal kırıklığı yaşamadım. Bir işçiyi kapitalizme karşı mücadeleye çağıran yaşadığı maddi koşullardır. Bir aydını ise manevi üretimin koşulları. Bir yol işçisi çamura bulanmadan yol yapımı nasıl bitmezse, bir aydın da siyasi mücadeleden tertemiz çıkamaz. Üretim araçlarını kolektifleştirmek keşke sadece bir oyla mümkün olsaydı. Ama bunun için bütün hayatınızı ortaya koymanız gerekebiliyor.