Avrupa ülkelerinden Almanya, Belçika, Hollanda, Avusturya’nın bazı bölgelerini sel baskınları vurmaya, insanların canını almaya devam ediyor. Hindistan ve Türkiye’de de aynı felaketler yaşanıyor.
Çiğdem Devran
Dünyada ve Türkiye’de süren mücadelelerin paralelinde yapılan araştırma ve açıklamalardan ekolojik ve iklimsel sorunların nedenlerini bilmeyenimiz artık kalmadı. Emperyalist metropoller ve gelişmiş kapitalist ülkelerin tümünde kapitalizmin doğayı yok eden, doğayı sömüren politikaları, sistem kriziyle içiçe geçmiş ekolojik yıkım ve toplumsal yıkımın derinleşerek sürdüğü noktasında azımsanmayacak bir bilinç de oluştu. Buna rağmen olguları bu bütünlükte tartışmak yerine yarattığı sonuçları, sistem içinde çözümleri tartışarak havanda su dövme önerileri daha ön plana çıkıyor.
Kapitalist sistemde büyüme, kalkınma, refah, ilerlemenin milyonlarca emekçi için olmadığını hayat her gün gözümüze sokuyor. Onca ilerleme, büyüme, teknolojik gelişme var var olmasına, buna rağmen insanlık utanılacak durumda ve yıkımının envai çeşidini yaşıyor.
Hindistan’da sel felaketi: 136 kişi hayatını kaybetti
Muson yağmurlarının etkisi altındaki Hindistan’ın Maharaştra eyaletinde, sel ve heyelanlarda hayatını kaybedenlerin sayısı 140’a çıktı. Maharaştra Yardım ve Rehabilitasyon Bakanı Vijay Wadettiwar, durumun kontrol altında olduğunu ve yağışlardan etkilenen bölgelere insani yardım malzemelerinin ulaştırılması için her türlü çabanın gösterildiğini ifade etti.
Belçika’da aşırı yağışlar yine sele neden oldu
Belçika’da geçtiğimiz günlerde meydana gelen sel felaketinin ardından ülkenin güneydoğusundaki bazı şehirlerde sağanak yine sele neden oldu.
Belçika’da 10 gün önce meydana gelen sel felaketinin ardından ülkenin güneydoğusundaki Namur ve Dinant gibi şehirler bir kez daha sele teslim oldu. Belçika’nın doğusunda 10 gün önce meydana gelen sellerde 37 kişi yaşamını yitirmiş, onlarca ev çökmüş, çok sayıda bina kullanılamaz hale gelmişti.
Türkiye’de sele teslim olan şehirler ortada.
Azımsanmayacak toplumsal bilinç
Evet ekolojik ve iklimsel sorunlar konusunda on yıllardır inatçı kavgalar sayesinde azımsanmayacak bir toplumsal bilinç oluştu. Avrupa’da yüzbinleri bulan, her kesimden insanın katıldığı en kitlesel gösteriler bu konuda yapılıyor. Enerji kaynaklarının yok edilmesi, enerji santralleri uğruna doğanın yok edilmesi, ormanların yok edilmesinden, deniz canlılarının tükenmesine, GDO’lu ürünlerin verdiği zarardan, toprağın çoraklaşıp verimsizleşmesine, içme suyu kaynaklarının yok edilmesinden çarpık şehirleşmenin etkilerine kadar…
Doğaya ve topluma ait ortak kullanım alanları olması gereken ne varsa ranta açılıyor. Ekolojik yıkım toplumsal yıkım ile paralel yürümektedir. Vahşi kapitalizmin neden olduğu sorunlar zinciri, doğanın kâr uğruna talan edilmesiyle yol alıyor. Kâr etmeyi ilk sıraya koyan kapitalist sistemin, insani sosyal ve ekolojik sorunlar asla derdi değil. Birkaç yılda bir bir araya gelerek aldıkları sahte kararlar dışında yaptıkları bir şey de yok.
Henüz metalaştırılmamış, bir kâr amacına dönüştürülmemiş ne varsa, hangi doğal zenginlik varsa el koyuyorlar. Canlı olan ne varsa ölü metalara dönüştüren, her şeyi metalaştırarak bir kâr aracına dönüştüren kapitalizmin sözcülerinden başka bir şey de beklenemez.
Ekolojik kriz, iklim krizi, doğal kaynaklar krizi, türlerin yok olması, küresel kirlenme berbat biçimde derinleşerek sürüyor. Biyolojik çeşitlilik ve canlı türleri yok oluyor, atmosfer ısınmaya devam ediyor, okyanuslar tuzlanıyor, doğal kaynaklar tükeniyor, yeraltı suları azalıyor, sayısız canlı türü dünyamızı terk ediyor.
Tüm bu yaşananlar hepimizin hiç de yabancısı olmadığı yıkımı gözler önüne seriyor. Tek tek ranta açılan alanlar için mücadele, rant politikalarının geriletilmesi elbette azımsanmayacak bedeller ödenerek elde ediliyor. Ve önemsiz de değil. Fakat sorgulanması gereken kapitalizm ve onun düzeltilemeyeceği. Bazı tedbirler alınırsa da işlerin düzelmeyeceği. Bir yerde geriletilirken başka yerde kendini var edeceği.
Üretimin insan ihtiyaçlarını karşılamak üzere yapılması gerekirken ilişkinin tersten kurulduğu bir sistemin doğanın kaynaklarını da hızla tüketmesi kaçınılmaz oluyor. İnsan doğa ilişkisinin bu çarpık kuruluşu, doğanın yağmalanması ve yıkımı olarak sürdürülüyor.
Sistem bu! Politika ile ilgisi sınırlı insanlar dahi biliyor ki sistemin yaşattıkları da bunlar. Öyleyse politikalara karşı yıkıma karşı mücadele ederken sistemin yok edilmesi, doğanın insanla barışık ilişkisinin yeniden kurulması ufkunu kaybedebilir miyiz?