DÜNYAManşet

Kapanmamış Tarihsel Yaralarımızdan Biri: Maraş katliamı*

Son 100 yıllık Cumhuriyet tarihinde Ermeni soykırımı, Mübadele, Kürt katliamları, Alevi katliamları yaşandı; bunlardan biri de 1978’deki Maraş Katliamıdır.

Öncesi bir yana son 100 yıllık tarihinde onlarca katliama sahne olmuş bir coğrafyada yaşıyoruz. Ermeni soykırımı, Mübadele, Kürt katliamları, Alevi katliamları… 1915, 1922, 1925, 1930,1938, 1955, 1978, 1992 ve bir bütün olarak 1990’lar…

Adeta düzenli aralıklarla birbirini takip eden bu simgesel tarihler -ve anamadıklarımız- bütün burjuva ulus devletler gibi Türk burjuva ulus devletinin mayasının da nasıl kanla karıldığını bize hatırlatır.

Türk burjuva ulus devleti, onlarca yıl süren acılı bir çürüme sürecinin sonunda çöküp darmadağın olan bir imparatorluğun kalıntısıdır. Bu yüzden korkular üzerine inşa edilmiştir. Onun korkularının başında komünizm korkusu, Kürt korkusu, yoksul köylü yığınlarının isyanından duyduğu korku gelir. Bu korkular nedeniyle her konuda dizginleri sıkı sıkıya elinde tutma ihtiyacı duyduğu tekçi zorba bir karakterde şekillenmiştir. Bu tekçi zorbalık aynı zamanda, her ulus inşa sürecinde olduğu gibi onun da yaratmak istediği ulus tahayyülünün zorunlu bir gereğidir. Türk burjuva ulus devletinin yaratmayı amaçladığı ulus, Türk ve Sünni Müslüman karakterde homojen bir topluluktur. Mustafa Kemal’in “İmtiyazsız-sınıfsız kaynaşmış bir kitleyiz” sözüyle kastedilen, gerçekte, henüz cılız ama bir an önce daha fazla büyüme hırsıyla yanıp tutuşan açgözlü bir burjuvaziyle onun kadar açgözlü ve gaddar toprak ağaları ve tefeci-bezirgan takımı tarafından iliğine kemiğine kadar sömürülen ‘Müslüman Türk’ bir toplum inşasıdır. Yukarda andığımız korkularla  ‘Türk’ ve ‘Sünni Müslüman’ olmayan bütün ‘ötekiler’e karşı Cumhuriyet tarihi boyunca da devam eden, bu anlamda süreklilik kazanmış kıyımlar sözünü ettiğimiz ulus inşa sürecinden kopuk ele alınamazlar.

Öte yandan işin bir boyutunu da Türk ulusu ve ulus devletinin inşasına yön veren bu tekçi zorba ruhun sadece sadece sömürücü egemen sınıflar ve onların hizmetindeki devletle sınırlı kalmayıp toplumun derinliklerine işlemiş olması oluşturur. Zalime, zulme ve sömürüye baş eğmeme ve  direniş bu topraklarda ne kadar derin köklere sahipse  ‘Türk’ ve ‘Sünni müslüman’ olmayana düşmanlık, şovenizm ve mezhepçi gericilik  de maalesef o denli derin ve yaygındır. Sömürücü egemen sınıflar ve onların devleti tarafından sistemli olarak körüklenip beslenen bu tarihsel gericilik birikimi, özellikle ekonomik, siyasal ve toplumsal kriz kesitlerinde özellikle kışkırtılıp devreye sokulur.

Bir zincirin halkası

1978 Aralık’ında Maraş’ta yaşanan katliam her şeyden önce böyle bir tarihsel arka plana sahiptir. Bu zemin üzerinde onun bir de dönemsel arka planı vardır.

Türkiye 1970’lerin ortalarından itibaren burjuvazi ve uşaklarına kabuslar yaşatan bir devrimci kabarışa tanık oluyordu. İşçi sınıfı ve devrimci kitle hareketi hamle üzerine hamle yapıyor, devrimci örgütlerin emekçi yığınlar üzerindeki siyasal, moral ve örgütsel etkisi katlanarak büyüyordu. Öte taraftan emperyalist kapitalist sistem dünya çapında yapısal krizlerinden birine girmişti. Dünya burjuvazisi krizi aşabilmek için yeni sömürü yöntemleri, yeni bir birikim modeli arayışındaydı. Denemesini Allende’yi deviren faşist darbe sonrası Şili’de yaptığı neoliberal sömürü ve yağma politikalarını dünya çapında yaygınlaştırıp hâkim hale getirme peşindeydi. Türkiye gibi bağımlı bir ülkenin burjuvazisi de bu geçişi yapmak, sömürüyü alabildiğine derinleştirecek yeni yöntemleri devreye sokmak zorundaydı. Fakat işçi sınıfı ve emekçi halk hareketindeki devrimci yükseliş bu geçişi yapmasının önünde engeldi. Bu engeli aşabilmek için Şili’de olduğu gibi devlet zorunu daha fazla ve daha pervasız kullanabilmeye ihtiyacı vardı. Yükselen toplumsal hareket ve devrimci etki karşısında yaşadığı acizlik bir askeri cunta için altyapı hazırlamayı zaruri hale getirmişti Bunun yolunu açabilmek içinse her daim cebinde taşıdığı gericilik birikiminin pimini çekmesi gerekiyordu. Bu noktada kontrgerilla ve onunla iç içe geçen sivil faşistler devreye sokuldu. Maraş Katliamı bu altyapıyı hazırlamak amacıyla planlanan kirli tezgâhlar zincirinin bir halkasıydı. 12 Eylül askeri faşist darbesine giden yolun dönemeç noktalarından biri olarak hemen ardından sıkıyönetim ilânının gerekçesi oldu.

Maraş Katliamı, o dönem MalatyaSivasErzincan ve Elazığ’dan başlayarak adım adım örülen mezhepçi kışkırtmaların doruk noktasıydı. Katliam provaları Maraş’tan önce bu illerde yapıldı. Bu  provokasyonlar dizisinin dayandığı temel motif, geleneksel Alevi-Kürt düşmanlığıydı. İşin içine yerel sosyo-ekonomik çelişkilerin de girdiği bir kent olarak Maraş, daha geniş çaplı bir kırım için en uygun yerdi.

Neden Maraş?

İnsanın anlatırken bile soluğunun kesildiği tüyler ürpertici vahşet örnekleri yaşanan Maraş Katliamı’nın toplumsal-psikolojik zeminini kentin ekonomik-toplumsal yapısında yaşanan değişim hazırladı. Kentin yaşamında ağırlığı giderek artan Alevi nüfusun önemli bir kesimini ilçelerden kent merkezine göç edenler oluşturuyordu. Bunların bir kısmı Pazarcık’ta pamuk üretimiyle zenginleşmiş bir kesimdi, Ellerindeki birikimle kentin ekonomik-ticari yaşamında da rolleri ve ağırlıkları zamanla arttı. Alevilerin yoğunluklu yaşadığı ilçelerden Maraş merkezine doğru yaşanan göç, kentin siyasal çehresi ve dengelerinde de bir değişimi beraberinde getirdi. Bu göç örgütlü devrimci mücadeleyi de sağın kalesi olan Maraş’a taşıyordu. Daha sonra ortaya çıkan belgelerden de anlıyoruz ki, Maraş’ta hazırlanan tezgah asıl olarak bu nesnel zemin üzerinden kışkırtıldı. ‘Aleviler zenginleşiyor, sizin konum ve statünüzü ellerinizden alacaklar, şehir komünist istila altında’ kışkırtmasının Sünni kökenli yerel eşraf ve tüccar arasında karşılık bulması uzun sürmedi. Aynı kışkırtma emekçi kesimler içinde ‘Aleviler işinizi elinizden alacak, camilerinize saldıracak’ biçimine bürünüyordu. İpleri devletin elinde olan sivil faşist hareketin kentte azımsanmayacak bir toplumsal etkiye sahip olması, Maraş’ı kanlı bir pogrom için elverişli hale getiren etkenlerden bir diğeriydi. Zaten sivil faşistler daha katliam öncesinde birbirlerini ajite etmek için ‘Maraş’tan niye ses gelmiyor’ diye uluyorlardı.

Bu ortam ve çağrıların toplumsal bir kıyıma dönüşmesi uzun sürmedi. Maraş’ın Alevi mahalleleri hızla ölümün ve pogromun ürkütücü beyazlığına kesti. Tarihsel gericilik birikimi insanın kanını donduracak bir katliamla kendisini bir kez daha kustu. Katliamın fitili gerici bir filmin gösterildiği Çiçek sinemasına MHP’li faşist piyonlar tarafından bomba atılmasıyla ateşlendi. Gerisi hızla geldi. Bebelerin kaynar kazanlara atıldığı, insanların diri diri yakılıp kesildikleri, hamile kadınların kurşunlandıkları faşist azgınlık zincirlerinden boşanmıştı.

Vahşetin boyutları, devletin rolü

Alevi mahallelerinin ardı ardına saldırıya uğradığı katliam 19-26 Aralık arası tam 7 gün sürdü. Sonradan açıklanan resmi rakamlara göre 120 kişi öldürüldü (gerçekte en az 700), yüzlerce insan yaralandı. Alevilere ait 559 ev yakıldı, 300 civarında işyeri yağmalanıp tahrip edildi. İnsanın anlatırken bile soluğunun kesildiği tüyler ürpertici vahşet örnekleri yaşandı.

O dönem işbaşında olan Ecevit hükümeti bu vahşeti bir hafta boyunca resmen seyretti. Bu hareketsizlik bile işin içinde devletin de olduğunun göstergesiydi. Zaten daha sonra açığa çıkan belgeler, itiraflar ve tanıklıklar, devletin katliamdaki rolünün suç ortaklığıyla da sınırlı kalmadığını bütün çıplaklığıyla ortaya koydu. Devlet başından itibaren katliamın merkezindeydi, daha doğrusu Maraş Katliamı bizzat devlet tarafından örgütlenmişti.

Kürtlere, Alevilere, solculara yönelik katliam ve cinayetler konusunda devletin Cumhuriyet tarihi boyunca izlediği cezalandırmama hatta ödüllendirme politikası, Maraş Katliamı sırasında da karşımıza çıktı. Katliamda yer aldıkları saklanamaz ölçüde açık olan katillerden bir kısmı hakkında açılan dava tam 23 yıl sürdü, yani zamana yayılarak çürütüldü. Sonunda da topu topu 22 idam-7 müebbet kararı çıktı. Bu öylesine göstermelik bir yargılamaydı ki, o “idamlıklardan” biri, üstelik katliamın fitilini ateşleyen MHP’li faşist piyonlardan biri olan gelenlerinden Ökkeş Kenger adındaki katil yıllar sonra Refah partisi listesinden milletvekili olarak Meclise girdi.

Buna karşın katliamın sorumluluğunu solcuların üstüne yıkmak için devlet elinden geleni yaptı. Katliam sırasında işbaşında olan Bülent Ecevit Hükümeti’nin İçişleri Bakanı İrfan Özaydınlı,  Alevi mahallelerine saldırılar sürerken vahşetin önünü almak için uğraşacağına “Olayların sorumlusu solcu örgütlerdir” diyerek hedef saptırmaya soyundu. Arkasını 12 Eylül cellatları getirmeyi denedi. 12 Eylül döneminde Maraş’tan da sorumlu sıkıyönetim komutanı, “Kırbaçlı paşa” olarak tanınan tümgeneral Yusuf Haznedaroğlu’nun bizzat katıldığı işkenceli sorgularda devrimciler sahte itiraflara zorlandılar. Kollarından ve ayaklarından zincirli olarak tutuldukları için “Zincirliler” olarak anılan 14 devrimci aylar boyunca 24 saat kesintisiz süren işkenceye tabi tutuldular.

Aradan 44 yıl geçtiği halde Maraş Katliamı’na dair dava dosyası “devlet sırrı” olarak hâlâ Genelkurmay kasalarında gizli tutuluyor. Salt bu bile devletin o katliamda nasıl kirli bir rol sahibi olduğunu görmeye yeter.

[Bu yazı Birleşik Devrim Dergisi‘nin Aralık 2023 – Ocak 2024 tarihli 3. sayısından alınmıştır]
Daha fazlası

İlgili

Close