
Sosyalizmin nihai amacı, sınıflarla birlikte bütün sınıfsal eşitsizlikleri ortadan kaldırmaktır
Kapitalist sistem, sömürüye dayalı toplumsal düzenlerin tarihteki son biçimidir. İnsanlığın tarihsel evriminde kapitalizmi sosyalizm izler. Sosyalizm tarihsel bir zorunluluktur. Ancak bu zorunluluk, kapitalizmin kaçınılmaz olarak ya da doğal evrim yoluyla kendiliğinden sosyalizme dönüşeceği anlamına gelmez. Bu dönüşüm ancak proletarya önderliğinde şiddete dayanan devrim yoluyla gerçekleşebilir.
En genel tanımıyla sosyalizm, kapitalizmin şahsında her türlü sömürü, eşitsizlik ve ayrımcılık ilişkisinin yadsınmasıdır. Bu özelliğiyle o, insanlığın büyük rüyasını oluşturan eşitlik ve özgürlük dünyasına giden yolda atılması zorunlu ilk tarihsel adımdır. Bunun sosyalizm dışında bugüne dek ortaya konulmuş başka bir yolu yoktur. Hedef olduğu bütün gerici saldırılara, bu arada uğradığı bütün yıpranmalara karşın sosyalizm ideali ve düşüncesi bu yüzden günümüzde hala canlıdır.
Sosyalizmin maddi önkoşulları kapitalizmin bağrında olgunlaşır. Tarihte birbirini izleyen diğer sistem değişiklikleriyle sosyalizm arasında bu açıdan bir fark yoktur. Fakat diğerlerinden farklı olarak sosyalist devrim, siyasal iktidarın proletarya tarafından ele geçirilmesiyle tamamlanmış olmaz. Tam tersine, iktidarın ele geçirilmesiyle başlar. Bu anlamda sosyalizme geçilmez, sosyalizm kurulur. Sosyalist proletarya, proletarya diktatörlüğüne de asıl bu yüzden, yani sosyalizmi örgütlemenin aracı olarak ihtiyaç duyar.
Sosyalizmi sadece işçi sınıfı kurabilir. Kapitalist toplumda burjuvazi tarafından sömürülen ve ezilen sınıflar içinde sadece proletarya özel mülkiyet düzeniyle tam ve uzlaşmaz bir karşıtlık içindedir. Onun herhangi bir biçim altında korunup sürdürülmesinde hiçbir çıkarı yoktur. Tersine, toplumsallaşmış emeğin kurtuluşu, üretim araçlarını mülk edinmenin her türlü özel biçimini ortadan kaldırmakta sonuna kadar gitmeyi gerektirir. Sınıf olarak bu kararlılığı sadece proletarya gösterebilir. Onun dışında kalan diğer bütün emekçi sınıflar, emekçi yönlerinin yanında ya az çok mülk sahibidirler ya da mülk sahibi olmanın özlemiyle hareket ederler.
İşçi sınıfının kapitalizme ve burjuvaziye karşı savaşımı, kendisine toplumda özel ve ayrıcalıklı bir konum elde etme uğruna bir mücadele değildir. Proletaryanın tarihsel amacı, sınıfsal, ulusal ve cinsel her türlü eşitsizlik, baskı ve sömürüyle birlikte sınıfların ortadan kalkacağı komünizmin eşitlik ve kardeşlik dünyasını kurmaktır. Sömürülen sınıflar için şimdiye dek emeğinin ürünlerine dahi yabancılaştığı yoksulluk ve zulüm kaynakları olarak işgören üretim araçlarını tüm toplumun hizmetine vererek kardeşçe paylaşımın, evrensel bir mutluluğun, bireysel ve toplumsal olarak çok yönlü bir gelişmenin kaynakları haline getirmektir. Dolayısıyla işçi sınıfının kurtuluşu tüm insanlığın kurtuluşu anlamına gelir ve bu ikisi birbirlerinden ayrı düşünülemez.
İşçi sınıfı, kendisiyle birlikte tüm insanlığın kurtuluşunu, ML teorinin ışığı yanında Leninist temellerde örgütlenmiş öncü partisinin yol göstericiliğinde gerçekleştirebilir. ML teorinin ve Leninist partinin kılavuzluğundan yoksun bir proleter devrim ve sosyalizmi inşa iddiası, devrimi ve sosyalizmi imkansız kılacak bir aldatmacadır. Ancak emeğin ve insanlığın kurtuluşu, işçi sınıfı ve emekçilerin kendilerinin eseri olacaktır. Onların yerine ya da onlar adına başka hiçbir güç (parti, örgüt, oluşum) bu misyonu üstlenemez; üstlenmeye kalkışacak olursa da, proletaryaya, proleter devrim ve sosyalizm davasına zarar vermekten başka bir sonuç elde edemez.
Kapitalizmden sosyalizme barışçıl bir geçiş olanaksızdır. Üretimin ve toplumsal yaşamın sosyalist temellerde örgütlenebilmesi için öncelikle üretimin toplumsal karakteriyle üretim araçlarının özel mülkiyeti arasındaki çelişkinin ortadan kaldırılması gerekir. Bunun yolu, üretim araçlarının toplumsallaştırılmasından geçer. Proletarya, burjuvaziyi mülksüzleştirebilmek için önce siyasal güç ve iktidarı onun elinden almak zorundadır. Ne var ki, kendisini sınıf olarak yok oluşa götürecek bu süreci burjuvazinin uysalca kabullenmesi düşünülemez. Bu gerçek sayısız tarihsel deneyimle de doğrulanmıştır. Proletarya öncülüğünde şiddete dayanan devrim bu yüzden zorunludur.
Devrim yoluyla burjuvaziyi iktidardan alaşağı eden proletarya, bir taraftan yenilmiş ama yok olmamış, direnmekten vazgeçmeyen, proletarya iktidarına ve sosyalizme karşı elinden gelen her yola başvurarak savaşmayı sürdüren iç ve dış burjuvazinin direniş ve saldırılarını boşa çıkarmak zorundadır. Bir taraftan da, toplumun temel ihtiyaçlarını karşılamakla da kalmayıp emekçi sınıfların yaşam kalitesini gitgide yükseltecek yeni bir ekonomik ve toplumsal düzeni örgütlemek yükümlülüğüyle karşı karşıyadır. İkisi de birbirinden zorlu, üstelik ikincisi birinciden çok daha karmaşık bu hayati görevlerin üstesinden proletarya ancak buna uygun bir araçla gelebilir. Bu araç proletarya diktatörlüğüdür.
Proletaryanın sınıf egemenliğinin temel biçimi olarak proletarya diktatörlüğü, yenilgiye uğratılmış ancak henüz ortadan kalkmamış olan sömürücü sınıflar ve sosyalizmin düşmanlarına karşı amansız bir diktatörlük anlamına gelirken, proletarya ve müttefiki emekçi sınıflar için gerçek bir demokrasi demektir. Tarihin tanık olduğu en ileri ve gerçek demokrasi modeli olarak proletarya diktatörlüğü sistemi, her şeyden önce tabanda, işçi ve emekçi kitlelerin özgür iradeleriyle seçtikleri temsilcilerinden oluşan sovyet tipi örgütlenmelere dayanır. Proletarya partisinin öncülüğü ve yol göstericiliği, partinin görüş ve önerilerinin sovyetlerin çoğunluğu tarafından benimsenmesi koşuluna bağlı olarak sovyetler aracılığıyla gerçekleşir.
Tarihsel deneyimlerden çıkarılan bir sonuç olarak 21. yüzyıl sosyalizmi, proletarya diktatörlüğü sisteminin işleyişinde, sovyetlerin iradesinin belirleyiciliğiyle de yetinmez. Proleter devlet yönetimine ilişkin tüm önemli kararların alınma süreçlerine işçilerin ve emekçilerin doğrudan katılımlarını sağlayacak biçimleri esas alır. Bu bir lütuf ya da tercih sorunu değildir. Komünist toplumun ayırdedici özelliklerinden birini oluşturan yönetenler-yönetilenler ayrımının ortadan kaldırılması yöneliminin zorunlu bir gereğidir. Sosyalizmle komünizm arasındaki ilişkinin kesintisizliği ve devrimin sürekliliği yanında devrimci öncü ile sınıf ve kitleler arasındaki ilişkinin doğru kuruluşu açısından da ilkesel bir işlev ve öneme sahiptir.
Proleter devrim, iktidarın ele geçirilmesi ve proletarya diktatörlüğü temelinde yeni bir siyasal rejimin kurulmasıyla yetinemez. Bu onu dar bir siyasal devrim sınırları içinde görmek ve onunla sınırlamak anlamına gelir. Halbuki sosyalist proletaryanın tarihsel amacı, sınıflarla birlikte her türlü sınıfsal egemenlik, baskı ve sömürü ilişkisini ortadan kaldırmaktır. Bunun tayin edici adımı ise üretim araçlarını özel mülkiyet konusu olmaktan çıkarmaktır. Bu yüzden proletarya, mülksüzleştirenleri mülksüzleştirerek işe başlamak zorundadır. Devrimci bir iktidar değişikliğini gerçekleştiren herhangi bir siyasal devrimden farklı olarak proleter sosyalist devrimin ayırdedici yönünü, özsel özelliğini bu oluşturur.
Sosyalizm, kendi başına bağımsız bir sistem değildir. Komünist toplumun ilk aşaması, onun başlangıç evresidir. Tarihsel olarak kapitalizmle komünizm arasındaki geçiş halkasını oluşturur. Bu özelliği nedeniyle, bir taraftan içinden çıktığı kapitalist topluma özgü lekeleri üzerinde taşır. Öte yandan bazıları görece daha gelişkin, bazıları henüz çekirdeksel olmak üzere komünizmin çizgi ve özelliklerine de sahiptir. İnsanlığın toplumsal üretici güç ve yeteneklerindeki gelişme ve zenginleşmenin ulaştığı boyutlar, üretimin dünya çapında toplumsallaşmasının düzeyi, bilim ve teknolojideki gelişmeler 21. yüzyılda girişilecek sosyalizmi inşa pratiklerinin, çok daha ileri bir noktadan, gelişkin komünist çizgi ve özelliklere sahip olarak ise başlayıp çok daha hızlı bir gelişme seyri izleme olanağını güçlendiren bir maddi zemin sunmaktadır.
İçinden çıkılan kapitalist topluma ait doğum lekeleri sosyalizmin kara delikleridir. Bölüşüm ilişkileri alanında ihtiyaçlara göre değil yapılan ise göre dağılım ilişkisinin ister istemez sürmesi, bütün sınırlamalara karşın küçük özel mülkiyetin ve meta dolaşımının, paranın ve işbölümü zorunluluğunun, kafa ve kol emeği, kentle kır, kadınla erkek, geçmişin ezilen uluslarıyla egemen ulusu arasındaki fiili eşitsizliklerin, proletarya diktatörlüğü biçiminde de olsa devletin bütünüyle ortadan kaldırılamamış olması bu lekelerin başlıcalarıdır. Burjuva fikir ve değer yargılarının emekçi yığınların zihinsel ve ruhsal dünyalarındaki etki ve kalıntılarının bütünüyle silinememiş olmasını da bunlara eklemek gerekir. Eski toplumdan miras bu lekeler, sosyalizmden geriye dönüşe yol açabilecek bir dizi tehlikenin de dölyatağıdır.
Komünizmin alt evresi olarak sosyalizmin nihai amacı, sınıflarla birlikte bütün sınıfsal eşitsizlikleri ortadan kaldırmaktır. Ancak komünizmin bu kardeşçe eşitlik dünyasına bir çırpıda ulaşılamayacağı açıktır. Bu nedenle sosyalizm ilk etapta, eşit bir biçimde bölüşülecek toplumsal zenginliğin büyütülmesini, emekçilerin maddi ve manevi refah düzeylerinin sistematik bir biçimde yükseltilmesini ve bireylerin kendilerine ayıracakları boş zamanların çoğaltılmasını hedefler. Ancak bu salt bir ekonomik kalkınma ve sanayileşme hamlesi değildir. Sosyalizmde esas olan, insanın ve insanlığın özgür gelişimi ve yücelmesidir. Onun için sosyalizmin temel amacı, insanın sadece maddi gereksinimlerden ibaret olmayan tüm insani gereksinimlerinin karşılanmasıyla da yetinmeyerek, onun kendisini istediği yönde özgürce geliştirebilmesinin koşullarını yaratmak şeklinde anlaşılmalıdır. İleri teknolojiye dayalı gelişkin bir sanayiye ve tarımsal yapıya sahip olmak her ne kadar bunun temelini ve önkoşullarından birini oluştursa da, sosyalizm sadece bir sanayileşme ve kalkınma hamlesine indirgenemez. İdeolojik, siyasi, sınai, teknik, tarımsal, sosyal ve kültürel gelişme bir bütündür ve bunlar içinde tayin edici halkayı, işçi sınıfının ve emekçi kitlelerin inisiyatifi ve yaratıcı yeteneklerinin önünün açık tutulması oluşturur.
Sosyalizmde çalışmayan yemez. O, toplumun bütün bireylerinden yeteneklerine göre çalışmalarını talep eder. “Eşit ise eşit ücret” ilkesini derhal gerçekleştirir. Ancak çalışmanın karşılığı henüz “herkese ihtiyacı kadar” değildir. Bu temelde kardeşçe bir bölüşüm ancak komünizmin bolluk dünyasında mümkün olacaktır. Sosyalizm aşamasında “herkese emeği kadar” ilkesi temelinde bir bölüşüm ilişkisi hüküm sürer. Ki bu farklı emek türleri arasında belirli bir eşitsizliği de içinde taşır. Bu eşitsizliklerin süreklilik kazanıp büyümesi sınıf farklılıklarının hortlamasına yol açar, sosyalizmden geriye dönüş tehlikesini besleyip büyütür. Bu yüzden, ücretler arasındaki makasın açılmasına meydan vermemekle de yetinmeyip giderek kapanmasına özen göstermek, öte yandan özellikle de parti kadroları ve devlet görevlilerine hiçbir bürokratik ayrıcalık tanımamak yaşamsal önemdedir. Sosyalist toplum, kapitalizmden miras kalan eşitsizliklerden kaynaklı bu tür mecburiyetlerin üzerinden istese de atlayamaz. Fakat ücretler arasındaki makasın 1′e 5 gibi ‘kabul edilebilir‘ sınırları aşmasına da izin vermez. Hatta bununla da yetinmez; zor yöntemlerine başvurmamak kaydıyla bu oranı mümkün olan en büyük hızla aşağıya çekip ortadan kaldırmayı hedefler.
Komünist toplumun ikinci aşamasında çalışma artık bir zorunluluk olmaktan çıkar. Bilim ve teknolojideki gelişmelerin de yardımıyla çalışma süreleri alabildiğine kısalır, bireylerin kendi gelişimleri, zevk ve hobileri için diledikleri gibi kullanabilecekleri süreler uzar. Çalışma bir zorunluluk ve zorlama konusu olmaktan çıkıp doğal bir ihtiyaç ve tatmin konusu halini alır. İşbölümü mecburiyeti, kafa emeği ile kol emeği, kentle kır, kadınla erkek arasındaki fark gibi eşitsizlik ve ayrımlar ortadan kalkar. Bireylerin çok yönlü gelişimi başta olmak üzere üretici güçlerdeki olağanüstü gelişmeye bağlı olarak insanlığın kolektif zenginlik kaynakları muazzam ölçülerde büyür ve o zaman toplum, komünizmin kardeşçe paylaşım bayrağını göndere çeker: Herkesten yeteneğine göre, herkese ihtiyacı kadar!..
Sosyalizmde ekonomi, merkezi planlama temelinde örgütlenir. Planlı ekonomi, toplumun yaşamsal ihtiyaçlarını eksiksiz olarak karşılamanın yanında onun tüm üyelerinin çok yönlü özgür gelişiminin koşullarını yaratmayı amaç edinen sosyalizmin doğası ve misyonunun mantıki bir gereğidir. Toplumun ihtiyaçlarıyla eldeki olanaklar ve kaynaklar arasında sosyalizmin amaçlarına uygun mümkün olan en ideal dengenin kurulması sosyalist merkezi planlamaya yol gösteren temel ilkedir. Bireysel karı çoğaltma amacı üzerine kurulu kapitalist meta üretiminin anarşik yapısı ve işleyişinin neden olduğu yıkıcı sonuçların hiçbirine bu yüzden sosyalizmde yer yoktur. Ekonominin merkezi bir plan dahilinde örgütlenip yönetilmesi, teknik bir konu değil, her şeyden önce politik tercihlerde bulunulan karar sürecidir. Yapılacak tercihler ve alınacak kararlar, sosyalizmin geleceği yanında işçi sınıfı ve emekçi kitlelerin günlük yaşamlarını da dolaysızca etkileyecektir. Onun için merkezi planların hazırlanma, olgunlaşma ve kesinleşme süreçleri, işçi sınıfı ve emekçi yığınların doğrudan ve özgür katılımına dayalı demokratik tartışma süreçleri olarak örgütlenmek zorundadır.
Kapitalizmle komünizm arasındaki “geçiş toplumu” olarak sosyalizmde geriye dönüş tehlikesi süreklidir. Bu tehlike, ‘dıştan‘ emperyalizm ve dünya gericiliğinin saldırıları, baskı ve komplolarından; ‘içte‘ işe yenilmiş ama henüz yokolmamış olan burjuvazi ve diğer sömürücü sınıf kalıntılarının direniş ve sabotajları yanında sosyalizmin taşıdığı doğum lekeleri ve zayıflıklardan kaynaklanır. Bunlar arasında her zaman yakın bir işbirliği ve etkileşim vardır. Dünya burjuvazisi ve gericiliği, gerçekleşmesini önleyemediği devrimler ve sosyalizmi inşa yönelimlerini zamanla yoldan çıkarıp geriye döndürme konusunda küçümsenmemesi gereken tarihsel bir deneyim biriktirmiştir. Bu tecrübe hafife alınmamalı ancak korku ve yılgınlık nedeni de olmamalıdır.
“Dış” ve “iç” etkenlerden kaynaklanan geriye dönüş tehlikesine karşı savaşım konusunda sosyalist proletarya aslolarak iki temel silaha güvenmek zorundadır: Bunlardan birincisi, işçi kitleleri başta olmak üzere emekçi yığınların devrime ve sosyalizme olan bilinçli bağlılığı, onu savunmak ve güçlendirmek konusunda sergileyecekleri bilinçli cesaret, uyanıklık ve kararlılıktır. İkincisi ise, dünya proletaryasının desteği ve yardımı, dünya proleter devriminin örgütlenmesi ve gelişiminin hızlanmasıdır. Bu iki tayin edici güç dışında kalan diğer bütün güç ve dinamikler, en başta da proletarya diktatörlüğünün zoru, savunma gücü ve güvenlik kurumları bunları tamamlayan unsur ve mekanizmalar olarak görülmeli ve işlevleri de bu sınırlar içinde tutulmalıdır.
Geriye dönüş tehlikesini doğuran iç ve dış etken ve dinamiklere karşı proletarya iktidarının ve sosyalizmin kararlılıkla savunulması, tümüyle haklı ve sonuna kadar meşru bir devrimci tutumdur. Sosyalist dünya proletaryası ve onun bütün müfrezeleri açısından bu aynı zamanda tarihsel bir sorumluluktur. Fakat geriye dönüş tehlikesine karşı savaşım yükümlülüğü, salt bir ‘savunma‘ sorunu sınırları içinde ele alınamaz. Sorumluluğun öne çıkan aslı yönünü bu oluşturmakla birlikte, bu sorun, sosyalist proletaryanın tarihsel amaçlarına aykırı sonuçlar doğurmaya açık bir çelişkiyi de bağrında taşır.
Proletaryanın iktidarı ve sosyalizmin özellikle de emperyalist burjuvazi ve dünya gericiliğinden gelecek dış saldırı ve komplolara karşı savunulması sorumluluğu, proletarya diktatörlüğünü güçlü tutma zorunluluğunu da beraberinde getirir. Fakat sözcüğün gerçek anlamında bir devlet olmamakla birlikte proletarya diktatörlüğü de sonuç olarak bir devlet biçimidir ve sosyalist proletarya, sınıflarla birlikte her türlü iktidar biçimini ve devleti ortadan kaldırmak amacındadır. Bu hedefe komünizmde ulaşılacaktır. Ancak devletin sönümlenişi, komünizmin alt evresi olarak sosyalizm aşamasından itibaren adım adım gerçekleşmesi gereken bilinçli bir süreçtir. Sosyalist proletaryanın tercih ve iradesinin dışında karşısına çıkan bu çelişkinin çözüm yolu, sosyalizmin savunulması dahil devlet ve yönetim işlerinde işçi sınıfı ve emekçi kitlelerin aktif katılım ve inisiyatiflerine dayanmayı esas alan strateji ve politikaların izlenmesinden geçer.
Proletarya sosyalizminin ülkelere ya da dönemlere göre değişmeyen ilkesel bazı esasları vardır. Fakat her ülke için aynı ölçüde geçerli sabit bir sosyalizm modeli ve reçetesi yoktur. Dolayısıyla sosyalizm ne ihraç ne de ithal edilebilir. Fakat bu gerçeklik, her ülkenin kendine göre “milli bir sosyalizm” sahibi olabileceği anlamına da gelmez. İnsanlığın kurtuluşunu amaç edinen bir düşünce ve sistem olarak sosyalizmin millisi olmaz.
Her ülkenin somut durumu ve devrimini gerçekleştirdiği tarihsel koşullardaki farklılıklara bağlı olarak kendi yolunu izleyecek olan sosyalizmi inşa süreçleri sırasında sosyalist proletarya ve öncü partisinin önünde iki kılavuz vardır: Bunlardan birincisi, ML bilimsel sosyalizm öğretisidir, diğeri ise tarihte daha önce yaşanmış sosyalizm deneyimlerinden çıkarılan olumlu ve olumsuz dersler bütünlüğüdür.
21. yüzyıl sosyalizmi, 20. yüzyıl deneyimlerini ML’in temel ilkeleri ve devrimci proletaryanın tarihsel amaçları ışığında eleştirel bir süzgeçten geçirerek aşmak zorundadır. Özellikle de parti ile sınıf ve kitleler arasındaki ilişkinin kuruluşu sırasında kendisini sık sık sınıfın ve kitlelerin yerine koyan buyurgan bir ast-üst ilişkisi kesinlikle terkedilmelidir. Proletarya diktatörlüğü sisteminde diktatörlük-demokrasi ilişkisinin kuruluşunda demokratik yönün gelişip güçlenmesi esas alınmalı, sınıfın ve kitlelerin inisiyatif ve katılımının önü her konuda ve her zaman açık tutulmalıdır. İdeolojik konularda, temel ekonomik ve siyasi kararların alınma süreçlerinde sınıfın ya da partinin saflarında ortaya çıkabilecek görüş ayrılıklarını ve farklı eğilimleri şiddete başvurarak bastırmak ilke olarak reddedilmelidir. Sınıfın içinde ve toplumda ortaya çıkması doğal olan farklı görüş ve eğilimlerin sosyalist meşruiyet zemininde kalmak koşuluyla kendilerini özgürce ifade edebilmelerine olanak tanınmalıdır.
20. yüzyıl pratiklerinden çıkarılan başka bir ders olarak, belirli bir ülkede zafere ulaşmış olan proletarya iktidarı kendini amaçlaştırmaktan kesinlikle kaçınmalıdır. Proletaryanın tarihsel amaçlarına ve enternasyonalist karakterine yabancı tutum ve eğilimlerden kaçınma sorumluluğu kapsamında milli politikalar izlemekten uzak durmalıdır.
Proletaryanın iktidarda olduğu sosyalist bir devlet, kendisine yönelik saldırı ve sınır ihlallerine karşı meşru savunma hakkı dışında sınır davası gütmez. Geçmişte yapılan kimi tarihsel haksızlıklara dayalı bile olsa sınırların değişmesini gerektiren talepler ileri sürmez, buna dayalı politikalar oluşturmaz. Dünyadaki bütün sınırların ve sınıfların ortadan kaldırılmasını amaç edinen devrimci proletaryanın sosyalist iktidarıyla, kendine ait bir iç pazar ve hegemonya alanları peşinde koşan burjuvazi ve onun emperyal politikaları arasındaki ilkesel farkları silikleştiren bu tür yaklaşım ve politikalar, tarihi ya da konjonktürel, siyasi, askeri, etnik, ekonomik ya da kültürel hiçbir neden ve gerekçeyle savunulup meşrulaştırılamaz. Böylesi yaklaşımlar en başta sosyalizmin ve proletarya enternasyonalizminin ruhuna aykırıdır.
[TİKB programının ‘Sosyalizm’ bölümünün 34-37. sayfalarından alınmıştır]Alınteri.org