MAKALELERManşetPOLEMİK

HDP resmen kafasına sıktı

Herhangi bir konuda yapılan telafisi mümkün ‘taktik’ bir hatanın çok ötesine geçen vahim bir stratejik hata, düpedüz siyasal bir intihar vak’ası var karşımızda

H. Selim Açan

HDP kurulurken ‘siyasette radikal bir değişim’ iddiasıyla yola çıktı. Kapitalist düzenden değilse de mevcut düzen partilerinden, onların siyaset anlayışı ve dilinden radikal bir kopuşu temsil iddiasındaydı. Sistem içinde bir konum, koltuk, çıkar peşinde koşmayacak, özgürlük, demokrasi ve barışı esas alan ilkelere dayalı net bir siyasi hat izleyecek, siyasetinin omurgasını da sistem tarafından ezilenlerin, ötekileştirilenlerin sorun ve talepleri oluşturacaktı. Bu ‘farklı siyaset’ iddiasının adını “üçüncü yol” olarak koydu.

HDP’nin kendisine biçtiği misyonun bir ayağını da Kürt özgürlük mücadelesi ile Türkiye’deki demokrasi mücadelesi arasında bir köprü kurmaktı. Halklar arasında ayrımcılık ve düşmanlığı körükleyen şovenizmin bütün biçimlerinin karşısına halkların kardeşliğini esas alan somut tutum ve politikalarla çıkmak, her bedeli göze alarak bu konuda net ve kararlı olmaktı.

HDP’nin 31 Mart seçimleri konusunda belirlediği politika ve attığı adımlar, bu iddialarla bağdaşıyor mu?..

Soruyu daha açık biçimde şöyle de sorabiliriz: HDP seçmeninin tayin edici bir ağırlığa sahip olduğu Türkiye’nin en büyük metropollerinde, neoliberalizm karşıtı net bir demokratik yerel yönetim modeli önerisiyle ortaya çıkmak yerine, kendisini sürekli dışlayıp aşağılayan CHP yönetimine ve Kemalist çevrelere şirin görünmek, yanına bile yaklaştırılmadığı CHP-İyi Parti blokuna yamanmak için çırpınan bir seçim stratejisini, ‘sistem karşıtı muhalif bir politika’ olarak tanımlama olanağı var mıdır?..

Daha da açık konuşalım: bizzat parti sözcüsü Saruhan Oluç’un sözleriyle “CHP merkezinin HDP’den uzak durma ve (onu) görmezden gelme tavrını dikkate almayıp, CHP adaylarının HDP’yi yok saymaları ve dışlamalarına da aldırmayarak biz gidip yine de CHP adaylarına oy vereceğiz” ısrarı, muhalif bir duruştan vazgeçtik kişilikli bağımsız bir duruş olarak görülebilir mi?..

HDP’nin bütün iddialarından vazgeçmesi anlamına gelen bu eğilip bükülmeyi parti yöneticileri, “Türkiye’de demokrasi mücadelesinin güçlenmesi için yapılan fedakarlık” olarak tanımlıyorlar. Omurgasını Kürtlerin oluşturduğu bir partinin temsilcileri, Kürt düşmanlığı konusunda Tayyip Erdoğan ve AKP-MHP koalisyonu ile yarışan ve çoğu kez onlardan daha katı milliyetçi refleksler sergileyen CHP ve CHP-İyi Parti koalisyonunun kuyruğuna yapışma gerekçesi olarak söylüyorlar bunu. Bu demagojinin ucuzluğu, bu denli omurgasızlaşma karşısında insan ne diyeceğini şaşırıyor.

Siz hangi CHP ile hangi demokrasi savaşımından söz ediyorsunuz? Hitler tarzı tek adam diktatörlüğünün önünü açma konusunda Alman sosyal Demokratlarının 1930’ların başında oynadıkları lanetli rolü bugün adeta kopya çekerek tekrarlayan CHP’den –ve onun kemik tabanından- bugüne dek ne gördünüz ki bundan sonrası için ne umuyorsunuz?

Alın işte o CHP bugün Siverek’te Mehmet Fatih Bucak gibi MHP ve AKP’nin dahi yan yana görünmek istemediği bir alçağı karşınıza aday olarak çıkardı. “Tek başına Siverek ölçü oluşturmaz” demagojisi yapmaya mı niyetlisiniz? O zaman CHP’nin örneğin Ankara ve İstanbul gibi tayin edici metropollerde çıkardığı adayların özellikle de Kürt sorununa yaklaşımlarının Bucak’tan öz olarak ne farkının olduğunu çıkın bize anlatın.

Ayrıca burada sorun, CHP adaylarının kişisel özellik ve sicilleri sorunu değil. Tartıştığımız konu açısından bu bir ölçüt oluşturmaz. Tartıştığımız konu, parti olarak HDP’nin, Türkiye’de siyasetin ve sosyal hayatın tayin edici merkezlerini oluşturan neredeyse bütün metropollerde “başkalarından farklı, bağımsız bir siyasi odak” olarak ortaya çıkmaktan vazgeçmesi. Kuruluşundan bu yana kendisine biçtiği misyondan vazgeçmesi. Kendisine vebalı muamelesi yapan CHP yönetiminin, CHP-İyi Parti blokunun peşinden koşmayı Batı’da seçim stratejisi olarak benimsemesi. Yani iddiasızlaşmasının yanı sıra kişiliksizleşmesi. Dolayısıyla herhangi bir konuda yapılan telafisi mümkün ‘taktik’ bir hatanın çok ötesine geçen vahim bir stratejik hata, düpedüz siyasal bir intihar vak’ası var karşımızda.

7 Haziran seçimlerinden bu yana HDP’nin nasıl ağır bir baskı ve kuşatma altına alındığı ortada. Bütün saldırılara ve tutuklanma tehditlerine rağmen partinin özellikle Kürt illerinde her yerde aday çıkarabilmesi bile önemli ve anlamlı. Kimi yerlerde bu adaylar parti tabanının dahi içine sinmemiş olabilir. Bu koşullarda belki bunları da fazla mesele etmemek gerekir. Fakat tekrar söyleyelim, meselenin özünü bunlar oluşturmuyor.

31 Mart seçimlerine yüklediği anlama bağlı olarak belirlediği seçim stratejisi ile HDP kendisini herhangi bir düzen partisi –hatta onların kuyruğu- konumuna düşürmekle kalmıyor, kendisini boğmaya yönelik faşist devlet terörünü ve şoven kuşatmayı yarmasını sağlayacak olgunlaşmış bir dinamikle ilişkilenme fırsatına da sırtını dönüyor; dünya çapında girdiği genel sistem krizinin sonuçlarını emekçilerin artık günlük yaşamlarında hissetmeye başladıkları neoliberalizme cepheden tavır alan net bir yerel yönetim modeli önerisiyle ortaya çıkıp o dinamiği arkasında mevzilendirecek bir strateji izlemeye yöneleceği yerde Tayyip Erdoğan’a olan desteği bile eritmeye başlayan o potansiyeli CHP’nin peşine takarak seçim sandıklarına yöneltmek için çırpınıyor. Bu yönüyle de akıl almaz bir siyasi körlük ve intihar vak’ası ile karşı karşıyayız.

HDP, seçim stratejisinin Kürdistan ayağında “kayyım zorbalığıyla gasbedilen belediyeleri fazlasıyla geri almak” hedefini güdüyor. Bu hedefin doğruluğu, haklılığı ve meşruluğu tartışılmaz. Amed başta olmak üzere Kürt özgürlük mücadelesinin sembol kentlerindeki belediyeleri bir saatliğine bile olsun geri almanın siyasal-moral anlam ve önemi ortada. Fakat belirlenen politikanın yetersizliği, boşluğu, zayıflığı tam da bu noktada kendisini gösteriyor. İktidardaki AP-MHP faşist bloku, bu sonucun önünü almak için şimdiden elinden geleni yapıyor. Buna rağmen önleyemeyecek olurlarsa anında yeniden kayyım atayacaklarını da dünya aleme ilan ettiler. HDP yönetiminin kuyruğuna yapışmak için çırpındığı CHP-İyi Parti blokunun da bu konuda gıkının çıkmayacağı da açık ve ortada. Peki HDP’nin kendisi buna dönük bir hazırlık yapıyor mu?

“Seçimleri kazandığımız belediyelere yine kayyım atanacak olursa, bu kez geçen seferki kadar ucuz kurtulamazsınız! O zaman hazırlıksız yakalandık, daha doğrusu parlamenter avanaklığa kendimizi fazla kaptırdığımız için göstere göstere geleni görmedik. Bu yüzden, tabii biraz da isteksizlik ve mecalsizliğimiz yüzünden o zaman göstermelik bir-iki cılız protesto denemesi, basın açıklaması, Avrupa’ya şikayetin ötesine geçemedik. Ama biz de sonuçlarını yaşayarak gördüğümüz hatalarımızdan ders aldık, Kürt halkının iradesini pervasızca çiğnemeye kalkışanı bu sefer yaptığına yapacağına pişman ederiz” şeklinde bir hazırlığın izini-belirtisini gören-duyan oldu mu? Sanmıyoruz. Çünkü böyle bir niyet ve hazırlık yok ortada.

Yasallık saplantısı ve ondan türeyen parlamenter budalalık, bugünün Türkiyesi’nde, devrimci teori ve siyaset bilimindeki bilinen anlamlarının da ötesine geçerek gerçeklik duygusunun tümden yitirilmesi anlamına geliyor artık. Çünkü bu saplantıyla hareket edenler, Türkiye’de faşist rejimin tepeden tırnağa yeniden yapılandırıldığının farkında değillermiş gibi hareket ediyorlar. İster genel ister yerel olsun hala seçimlere büyük anlamlar yüklüyor, hala bir parlamento varmış gibi hareket ediyor, bir-iki belediyeyi ele geçirirlerse orada sosyalist bir model örneği yaratabilecekleri rüyasını görüyor, kitleleri hala sandığa çağırıyor, Tayyip Erdoğan’ın hala seçimler yoluyla geriletilebileceği yanılsamasını körüklüyorlar. Zaten bu budalalığın sergilediği bütün zavallılıkların gerekçesini “Tayyip düşmanlığı” oluşturuyor. CHP’nin kemikleşmiş Kemalist tabanı başta olmak üzere İyi Partisi’nden Saadet’e kadar toplumda da bunun bir karşılığı var çünkü. Bu kör nefrete oynayarak puan toplamaya çıkıyor en oportünist olanlar bile. HDP de son seçim stratejisini buna dayandırıyor, bütün ayıplarının üstünü bu gerekçeyle örtmeye çalışıyor.

Halbuki görülemeyen gerçeklerden biri de şu: Türkiye’de bugün yürürlükteki boğucu rejim sorununu, kapitalist sistemden ve neoliberalizmin genel krizinden koparıp kişilere indirgeyen bütün sınırlılığına rağmen “Tayyip karşıtlığı”nın, 2010’daki Anayasa referandumu ile 2018 Haziran’ındaki başkanlık seçimleri arasındaki dönemde yani “başkanlık sistemi” olarak tanımlanan tek adam diktatörlüğünün inşa sürecinde ilerici bir tarafı vardı. Bu inşanın fiili ve yasal bütün yönlerden tamamlanıp kendini pekiştirme aşamasına geçildiği bir evrede, gözü hala “Tayyip düşmanlığı”ndan başka bir şey görmeyen bir siyaset tarzı ve çizgisinin ilericiliği şurada dursun, gerçek anlamda muhalif bir karakter taşıyıp taşımadığını sorgulamak gerekir artık.

Yasallık saplantısı ve parlamenter avanaklık, sandıktan çıkan sonuçlarının alenen ve cebren gasbedildiği 7 Haziran 2017 seçimlerinden sonra Türkiye’deki güdük parlamenter sistemin bütün aksam ve mekanizmalarıyla bizzat egemen burjuvazi tarafından tarihin çöplüğüne atıldığı, işlevsizleştiği, anlamsızlaştığı, dahası istenildiği gibi yoğrulan bir oyun hamuruna dönüştüğü gerçeğine gözlerini hala inatla kapatıyor. O günden bugüne yapılan her seçim ya da referandumda, Saray rejimi sonuçlarla gitgide daha pervasız biçimlerde daha çok oynarken, sözünü ettiğimiz avanaklık ise akıl almaz bir tutumla her seçime gitgide daha büyük misyonlar biçip daha fazla anlam yüklüyor. Teoriye ve tarihe boş verenler ve bunu bir marifet sayanlar bari yaşadıklarından bir şeyler öğrense diyorsunuz, onu da beceremiyorlar.

Bu ahmaklık, bugün kendisini de aşarak, CHP’nin kuyruğuna yapışma, CHP-İyi Parti ittifakının kenar süsü olma yarışına çıkmış durumda. Düne kadar mış gibi yaptıkları, öyleymiş gibi göründükleri bütün değer ve geleneklere sırtlarını dönerek kendilerini kimlere, nasıl beğendirmeye çalıştıklarına baktıkça insan onlar adına utanıyor.

Türkiye solunun 1970’li yıllarda çok kullandığı kalıplardan biri de “Ayrılar ayrı yerde, aynılar aynı yerde” kalıbıydı. 31 Mart yerel seçimleri en başta galiba bu işleviyle hatırlanacak ilerde. Bugün için moral bozucu bir tablonun sebebi olsa da, mış gibi yapmayan tutarlı bir devrimci sosyalist alternatife olan ihtiyacın aciliyeti ve yakıcılığını hissettirdiği ölçüde bunu tarihsel bir ilerleme ve kazanım olarak görmek gerekiyor.

Etiketler
Daha fazlası

İlgili

Close