Emmanuel Macron, Marine Le Pen’in onayını aldıktan sonra Michel Barnier’i Fransa’nın başbakanı olarak atadı. Le Pen’in onayına dayanan bir hükümetin kurulması, aşırı sağın iktidara doğru yürüyüşünde bir başka adımdır.
David Broder
Fransa’da 30 Haziran’da yapılan seçimlerin ilk tur sonuçları açıklandığında, Gaulle’cü deneyimli siyasetçi Michel Barnier alarm verdi. Partisi Les Républicains yüzde 7’nin altında oy alarak bir fiyaskoyla karşı karşıya kalmış görünüyordu. Seçim öncesinde, gürültücü bir azınlığın Marine Le Pen’in Rassemblement National (RN) partisi ile ittifak kurmasıyla parti zarar verici bir bölünme yaşadı. Barnier onların tutumuna karşı çıktı ama aynı şekilde Cumhuriyet’e yönelik sol tehlikeye karşı da uyarıda bulundu.
İkinci turda “hem LFI’ye [Jean-Luc Mélenchon’un sol kanadı France Insoumise] hem de RN’ye karşı bir baraj inşa etmek” gerektiğinde ısrar etti. Bu, demokratları aşırı sağa karşı birleştiren yerleşik “cumhuriyetçi cephe” fikrine aykırıydı. Yine de düzinelerce seçim bölgesinde, 7 Temmuz’daki ikinci turlar Fransa Boyun Eğmez ve Le Pen’in RN’si arasında düz bir yarış sundu. Bu yarışlarda, Les Républicains seçmenleri tahminen yüzde 38’e yüzde 26’lık bir oranla aşırı sağ seçenek lehine bölündü. Artık bir parya olarak görmedikleri bu partiyi, daha merkez sol Yeşiller ve Sosyalistlere karşı bile desteklediler.
Bu Les Républicains seçmenleri Le Pen’e çoğunluk sağlamak için çok yetersizdi. Solcuların çoğu (ve merkezcilerin yarısından biraz fazlası) taktiksel olarak Le Pen’in partisini engellemek için oy kullandı ve iktidara doğru ilerlediği yönündeki beklentileri şaşırttı. Nihayetinde, derin bir şekilde bölünmüş parlamentoda sol kanat Nouveau Front Populaire 192, Emmanuel Macron’un kampı 166 ve Le Pen’in müttefikleri sadece 142 sandalye kazandı. Ancak Cumhurbaşkanı kısa süre sonra aşırı sağa tekrar inisiyatif verdi ve bu ona -Barnier’in başbakan olarak atanmasıyla sonuçlanan- bir kral ünvanı kazandırdı.
Cumhurbaşkanı geçen hafta sol ittifakın liderliğindeki bir hükümeti dışlarken, Le Pen ile yaptığı istişareler aslında yeni bir geniş sağ hükümet kurulmadan önce Le Pen’in onayını almaya yönelikti. Le Pen, merkez solla ya da hatta Xavier Bertrand gibi partisinin nefret ettiği bir sağcıyla anlaşma yapabilecek potansiyel adayları “güvensizlik” oylarıyla tehdit etti. Ancak Macron’a, Barnier hükümetine hemen güvensizlik oyu vermeyeceğini, bunun yerine RN’nin gündemine ve on milyondan fazla seçmenine “saygı duymasını” talep edeceğini söyledi.
Macron, partisinin anketlerdeki kötü sonuçlarına rağmen Haziran ayında bu erken oylama çağrısını yaptığında, kendi başkanlığı döneminde bile aşırı sağı hükümet sorumluluğu altına sokmanın bir yolunu bulmuş gibi görünüyordu. Rassemblement National’in seçim öncesi anketlerde kolaylıkla üst sıralarda yer almasıyla, zaferi en olası sonuç olarak görünüyordu. Ancak 7 Temmuz’daki ikinci tur sonuçları bu öngörüleri altüst etmiş görünüyordu. Ancak nihayetinde başından beri haklıydılar. Fransa’nın dördüncü büyük siyasi bloğundan Barnier, hem Macroncuların müttefiki hem de Le Pen’in desteğine bağımlı olarak başbakan olacak.
Sol, Nouveau Front Populaire’in seçim başarısına ihanet edildiği suçlamasında bulunuyor. Mélenchon’a göre Cumhurbaşkanı “kendi çağrısını yaptığı seçimin sonucunu inkar ediyor.” France Insoumise’in Avrupa Parlamentosu’ndaki lideri Manon Aubry de aynı şekilde “sandıktan çıkan sonuçların silindiğini” söyledi ve “Barnier’nin aşırı sağın onayıyla başbakan olarak atandığından” bahsetti. Sosyalist Parti’nin en merkezci kanadından bazıları merkez sol ve merkez sağı kapsayan geniş bir hükümeti tercih etmiş olsa da, bu sol ittifakta yer alan partiler esas olarak 7 Temmuz sonuçlarının halkın sola dönüş talebini ifade ettiğini iddia etti.
Le Pen’in onayına dayanan bir hükümetin kurulması, bir zamanlar onunla savaşmaya söz veren elitler tarafından partisinin “ana akımlaştırılmasının” bir başka aşamasıdır. Ancak Macron’un seçiminin daha derin bir mantığı var. Barnier bütçeyi geçirmek için seçildi -sadece Fransa’nın parçalanmış parlamentosu değil, aynı zamanda AB’nin en büyük borcuna (mutlak anlamda) ve yüzde 5.5’lik bütçe açığına sahip bir ülke için Avrupa disiplin prosedürleri de gözönüne alındığında zor bir görev. Brüksel’in gözüne girmeyi başaran bir AB kurumu figürü olarak sicilinin ötesinde Barnier’in harcama planları için geçici bir çoğunluk oluşturma şansı, belki de kamu hesaplarında itidal vaat eden RN parlamenterlerinin çekimser kalmasına bağlı olarak, Sol’dan daha fazla.
Barnier’nin 2022 cumhurbaşkanlığı seçimleri öncesinde Les Républicains önseçiminde ortaya koyduğu sert sağ pozisyonlardan bazıları Le Pen kampıyla yakınlaşmaya müsait. Bu yarışta, AB’ye göç konusunda üç ila beş yıllık bir moratoryum, askerlik hizmetinin geri getirilmesi ve polisin kontrolü kaybettiği söylenen topluluklarda ordu devriyeleri fikrini ortaya attı. Le Pen’in yeğeni Marion Maréchal -genel olarak daha sert bir göç karşıtı radikal- yeni başbakanı geçmişteki bu vaatlerini yerine getirmeye çağırdı. Bu kampanyada Barnier de diğer Les Républicains adaylarının çoğu gibi emeklilik yaşının altmış beşe yükseltilmesini destekledi.
Le Pen, Barnier’e “güvensizlik” oyu vererek kurumsal sorumluluk gösterisinde bulunmayı amaçlıyor. Giorgia Meloni’nin 2021-2022’de eski merkez bankacısı Mario Draghi liderliğindeki İtalyan “ulusal birlik” hükümetine yönelik yaklaşımı ile sınırlı da olsa bir karşılaştırma yapılabilir; Meloni “parti-politik” bir yaklaşımdan ziyade “yapıcı” bir yaklaşım benimseyeceği konusunda ısrar etmiş ve genel olarak teknokrata yönelik sert eleştirilerden kaçınmıştır. Böyle bir retorik pozisyon, Meloni’nin Fratelli d’Italia’sının hükümetten memnun olmayan diğer partilerin seçmenlerini toplamasına (diğer ana sağ güçler Draghi’nin koalisyonuna katılmıştı) ve aynı zamanda ciddi ve yüksek göreve hazır bir duruş sergilemesine olanak sağladı.
Ancak farklılıklar da önemlidir. İtalya örneğinden farklı olarak, Fransız aşırı sağı, anti-sosyal ve bütçe kesintisi politikalarıyla suç ortaklığını vurgulayacağından emin olduğu hatırı sayılır bir sol muhalefetle mücadele etmek zorunda. Bu durum, özellikle bu hükümetin mali teşvik döneminde değil, AB yetkililerinin pandemi sonrası harcamaların musluklarını kapatmasıyla yaklaşan kemer sıkma döneminde gelmesi nedeniyle önemlidir. Son seçim kampanyasına bakılırsa, RN muhtemelen ikiyüzlü bir pozisyon benimseyerek bu durumu idare edecektir: AB’den bütçe iadesi talep etmek, emeklilik yaşının düşürülmesi gibi büyük harcama planlarının “şimdilik ertelenmesi” gerektiğini kabul etmek ve en çok şeytanlaştırdığı kategorileri hedef alan kesintiler için çağrıda bulunmak.
Her halûkarda, bu anlaşmanın raf ömrünün kısa olduğundan ve Le Pen’in 2027 başkanlık seçimlerine kadar olan tüm dönem boyunca kendisini bu pozisyona bağlamayacağından emin olabiliriz. Bu, Ulusal Meclis’te çoğunluğa sahip olmayan ve büyük olasılıkla on ay içinde yeni seçimlerle sona erecek bir geçici hükümettir. Le Pen kendini köşeye sıkıştırmış olabilir ve tabanının bir kısmı Barnier’e karşı daha uzlaşmaz bir muhalefet talep edebilir. Ancak büyük olasılıkla Ulusal Meclis’in Fransa hükümeti üzerindeki etkisi artacak ve daha önce kendisine karşı kurulan barajlar yıkılacak.
Kaynak:Jacobin gazetesi
https://jacobin.com/2024/09/barnier-premier-france-le-pen