DÜNYAManşet

Mültecilik: Ölümden beter yaşamlar

Milyonlarca insan yurtlarını terk etmek zorunda kaldı. BM’nin açıkladığı verilere göre bu sayı 82 milyon 400 bin, bunların yüzde 42’si çocuk.

Çiçek Özgen

Savaşlar ve ekonomik krizlerin neden olduğu yıkımların bir sonucu olarak milyonlarca insan yurtlarını terk etmek zorunda kaldı. BM’nın açıkladığı verilere göre bu sayı 82 milyon 400 bin… ve bu insanların yüzde 42’si çocuk.

Her geçen yıl yerinden yurdundan edilen insan sayısı çığ gibi büyümekte. İnsanlar daha rahat, daha insanca yaşayabileceklerini ya da en azından ölmeyeceklerini düşündükleri yeni yurtlar bulmak üzere yollara düşüyor, zorla topraklarından koparılıyor. Sayı artıkça yaşanan dramın boyutları da katlanarak artıyor.

Zaman zaman televizyonda kıyıya vuran mülteci bedenlerinin görüntüleriyle gündemimize giren bu insanlık dışı vahşet, trajik boyutlara varmış durumda. Gittikleri -daha doğrusu sığındıkları- ülkelerde yoksulluğa, ırkçılığa, şiddete maruz kalan mültecilerden “şanslı” olanlar yerleşme fırsatı buldukları yerlerde ucundan da olsa yaşama tutunuyor. Ama onlar da onlarca kişinin bir evde, sağlıksız koşullarda kaldığı, çok düşük ücretlerle, ağır şartlarda çalıştırıldıkları, “modern” bile diyemeyeceğimiz bir köleliğin ortasına düşüyorlar. Daha az şanslı olanlar mülteci kamplarında, uyuşturucu, fuhuş çetelerinin kıskacında, sağlıksız koşullarda yaşamaya çalışıyor. Ama büyük çoğunluğu insan tacirlerinin insafında oradan oraya sürükleniyorlar. Ve bu sürükleniş çoğu kez onlarca bedenin kıyılara vurmasıyla son buluyor.

Bir yandan hastalık bir yandan açlık

Birçok ülke -aslında sebep oldukları- bu trajediye kulaklarını, gözlerini ve sınırlarını kapatmış durumda. Mülteciler ise bir yandan zor koşullarda yaşam savaşı verirken diğer yandan korona salgını gibi hastalıklarla mücadele etmeye çalışıyorlar. Korona tedbirleri kapsamında sınırların pek çok ülkede tamamen kapatılması, bu insanların yeni bir yurt bulmalarını da engellemiş durumda. Kendilerine yaşayacak yeni bir yer bulamayan bu yoksullar, açlıkla da mücadele etmek zorunda kalıyorlar. Özellikle Suriye, Güney Sudan ve Afrika’nın bazı bölgelerinde açlıktan kaynaklı ölümler yaşanıyor ve tedbirler alınmadığı sürece açlıktan toplu ölümlerin yaşanması kaçınılmaz görünüyor.

Sınırların kapatılması, ülkelerin mülteci kabulünü durdurmuş olması bir yandan da daha fazla mültecinin insan kaçakçılarının ağına düşmesine neden oluyor. İnsanlar son bir umutla kendilerini bu çetelerin insafına bırakıyorlar. Ve ne yazık ki birçok kaçak yolculuk ölümle noktalanıyor

Kamplarda kalanlar da kaderlerine terk edilmiş durumda. Örneğin bu salgın sürecinde mülteci kamlarında neler oluyor, hastalığa karşı hangi tedbirler alınıyor ya da alınıyor mu, aşılanma durumu nedir… bilinmiyor. Zaten temiz su ihtiyacının sürekli yaşandığı, hijyen koşullarının sağlanmadığı bu kamplarda, onlarca kişi bir çadırda dip dibe yaşarken salgından korunma tedbirlerinden bahsedilemez. Kimsenin bunu umursadığı da yok. Hiçbir ülke kendi sınırları içinde olan bu insanlar için bir salgın planı oluşturmuş değil. Mülteciler yok sayılıyor, görmezden geliniyor ve herbiri kendi kaderlerine terk edilmiş durumda. Ve bu da yakın bir süreçte çok daha vahim boyutlarda insanlık trajedilerinin kapımızı çalacağını gösteriyor.

Kurtuluşumuz bir…

Bu sistem, kendi insanlarına bile değer vermezken, örneğin bir salgın süreci bile trajikomik bir biçimde yönetilirken, onlarca insan hayatını her gün bu aymazlık nedeniyle kaybetmekteyken ve insanlar işsizlikle, açlıkla boğuşurken birileri kasalarını doldurmanın, gemiciklerini yürütmenin, kara paralarını aklamanın hesaplarını yaparken, kimse onlardan göçmenlerin derdine derman olmalarını beklemiyor elbette. Zaten bunlara sebep olan tam da kendileri, ancak bu sayede var olabiliyorlar.

Oysa onların kurtuluşu bizim kurtuluşumuzdan geçiyor. Her şey birbirine bağlı, ya birlikte ya kurtulacağız ya da bizim de sonumuz bir mülteci kampında, bir denizin soğuk sahilinde son bulacak.

Daha fazlası

İlgili

Close