”Yaprak kımıldamıyor” deme, ölü toprağını ilk üzerinden silkeleyip atanlar, kurulmak istenen korku imparatorluklarının sonunun başlangıcını fitilleyenlerdir.
Tarihler, coğrafyalar… farklılık gösterse de, faşist rejimlerin belleklerde yarattığı dejavu bugünden geçmişe köprüler kurduruyor zihinlerde. Gezi’nin “dindar ve kindar” olmayı reddeden, sağcı-solcu-milliyetçi-antifaşist ‘çapulcu’larının gaz bulutları ardında el ele, farklı flamalarla görüntüleri…
Boğaziçi öğrencilerinin “tek adam rejiminin” dayattığı liyakatsız kayyum rektör Melih Bulu’yu “özgür ve özerk bilim yuvası” olmaktan uzaklaştıran iradesine karşı kendi iradelerini sokağa taşımaları… Neden faşist rejimler için gençlik “kafası ezilmesi” gereken ilk hedef kitle? Bunun cevabını bulmak için Nazi Almanya’sı tarihinden beyaz olan nadir bir sayfayı hatırlamak gerek.
Nazi Almanyasında 18 yaşında olmak…
Tarih 5 Eylül 1939. Henüz 18’indeki genç kız aşkla bağlı olduğu subay olmayı tercih eden sevgilisine, ”Ben artık anlamıyorum, her gün daha fazla insan diğer insanların hayatını nasıl tehlikeye atabiliyor. Bunu asla anlamayacağım ve korkunç buluyorum. Söyleme, anavatan için olduğunu söyleme” diyordu. Subay sevgilisi Fritz’i eleştiriyor ve ”Sadece politik olarak eğitimli” birinin eleştirisi olduğunu kabul etmesini istiyordu.
Başlangıçta ağabeyisi Hans ve ablası Inge gibi gençlere yapılan yoğun propaganda bombardımanı ve araçla özendirilen Nasyonel sosyalizm rüzgarına kapılmıştı. Hatta Ulmer Jungmädeln’e (Ulm’lü genç kızlar) grubuna katılır ve liderlik edebilecek duruma gelir. Ebeveynler çocuklarının Hitler faşizmine yönelmesinden hoşnutsuzdur. Politik duruşlarını sabırla çocuklarına anlatma ve anlamalarını sağlama becerisi gösterirler. Kısa sürede üç kardeş ”Kardeşlik faaliyeti” nedeniyle Nazi faşist kanunlarıyla çatışma yaşarlar ve Gestapo tarafından sorgulanırlar. Liberal olan fikirleri suçtur. Fakat faşizme yönelik iç sorgulamaları uzun sürmez. Artık Nazi faşizminin yok ediciliğini gören anti faşistlerdir.
9 Nisan 1940‘ta genç kız mektubunda, ”Bazen savaştan korkuyorum ve tüm umudumu kaybetmek istiyorum. Bu olmayacak düşünmüyorum bile ama yakında siyasetten başka bir şey olmayacak ve bu kadar kafası karışmış ve kızgın olunduğu sürece bu gerçekten uzaklaşmak korkakça” diyecektir.
Sophie Scholl kimdir?
9 Mayıs 1921 Württemberg doğumlu Sophie Scholl’dur bu genç kız. 1940 yılında liseden mezun olduktan sonra hayalindeki meslek olan anaokulu öğretmenliği okumak ister. Ancak Nazi Almanyasında meslek eğitimi yapmasına rağmen gençler için zorunlu tutulan İş Hizmeti’nden kaçmasına yeterli değildir. 1942 yılında biyoloji ve felsefe okumaya karar verir ve Münih’e yerleşir. Bir çok meziyeti vardır. Dans etmeye bayılır, piyano çalar ve iyi bir ressamdır. Abisi Hans Münih’te tıp öğrencisidir ve neşe kaynağı genç Sophie hızlıca arkadaş çevresine katılır.
Felsefe profesörü Karl Huber’in dersleri revaçtadır. Siyasi, dini, felsefi konular tartışılıyordur. Hans, Sophie ve bir grup üniversiteli genç Hitler’i ve rejimini reddetmektedir. Ama Hans Scholl ve tıp öğrencisi Alexander Schmorell’in başı çektiği bir grup faşizm karşıtı illegal broşürler basıp özellikle öğretim üyelerine, yazarlar, kitapçılara ve öğrencilere dağıtmaya çoktan başlamıştır. Dönemin tanıklarına göre Sophie 5. broşürün basımı ve dağıtımıyla dahil olur buna.
“Beyaz Gül” broşürleri
Hans Scholl ve Alexander Schmorell ilk dört ”Beyaz Gül Broşürü”nü 27 Haziran-12 Temmuz 1942 tarihleri arasında yazıp dağıtmıştır. Beyaz Gül yaprağın kımıldamadığı faşizm Almanyasında muhafazakar ve orta halli ailelerden gelen, başlangıçta Nasyonal sosyalistlerin çoşkulu destekçileriyken faşizmin kirli politikalarını sorgulayan ve karşı çıkan, kurdukları sıkı dostlukla Alman faşizm tarihine isimleri gibi beyaz sayfa olarak geçen gençlerden oluşur. Christoph Probs, Willi Graf ve sonradan dahil olan Prof. Karl Huber’de bu küçük ama ses getiren tarihin parçasıdır. Aynı zamanda sanata, edebiyata, müziğe, felsefeye ve din eleştirisine ilgi duyuyorlardır.
İlk broşürde ”Biz senin vicdan azabınız!”, ”Nerede olursanız olun pasif direniş gösterin!” diye yazmışlardı. Pasif direnişin sonuç getirmeyeceğini anlamış, ikinci broşürde ”…bu kahverengi sürüyü yok etmenin tam zamanı” diyorlardı. Üçüncü broşürde, bu çağrıları kamusal ve siyasi hayatın her alanında sabotaj yoluyla hükümeti devirmek için somut talimatlara dönüşmüştü. Yahudi ve Polonyalıların toplu katliamları karşısında, adaletsizlikle savaşmak yerine sessizce katlanan tüm Almanların suç ortaklığını açıkça ortaya koydular. ”Sessiz değiliz, kötü vicdanınız biziz, Beyaz gül sizi rahat bırakmayacak!’‘ diyorlardı.
Nazilerin Sovyet Rusya’sını ele geçiremeceğine gelen haberlerle inanmışlardı. ”Hitler savaşı kazanamaz, sadece uzatır! İnsanlar şimdi kendilerini Nasyonel Sosyalizm’den kurtarmalıdır, çünkü aksi takdirde Almanlar yahudilerin başına gelen kaderin aynısını yaşarlar.”
Gündüzleri öğrenci, geceleri militan
Gündüzleri normal bir öğrenci hayatı yaşarken geceleri altı ila dokuz bin arası broşür ürettiler. Beşinci broşürü altı güney Almanya ve Avusturya kentlerine gönderdiler. Hedefleri sadece daha çok insana ulaşmak değil aynı zamanda büyük ve organize bir örgüt izlenimi vererek insanlarda kendilerine güven oluşmasını sağlamak ve Gestapo’nun dikkatini Münih’ten uzaklaştırmaktı. Willi Graf, organizasyondaki becerisiyle riskli olan dağıtımı sorunsuz halletti. Ama umut ettikleri tepki gerçekleşmedi.
Stalingrad Savunması haberi tüm engellemelere ve yalanlamalara rağmen Alman halkı arasında yayılmıştı. Bu yenilginin resmi raporu, halkın nihai zafere olan inancını sarstı. Artık sadece ergenler değil kendilerinden büyük tüfekleri taşımak zorunda kalan çocuklar da orduya alınıp savaş cephelerine gönderiliyordu.
Ayrıca 13 Ocak 1943’te Gauleiter (NSDAP’nin parti olarak her bölge ve şehirde sorumluluğunu taşıyan, sorumlu olduğu bölgede son kararı veren ve uygulatan yönetici) öğrencilere hakaret eden bir konuşma yaptığında Münih Üniversitesi’nde ilk kez protesto eylemleri oldu. Bu olayların ardından öğrencilerin ve uyananların harekete geçmeleri için 6. broşür yazıldı ve kitleler Hitler diktatörlüğüne karşı isyan etmeye çağrıldı. 1200’e yakın Beyaz Gül posta yoluyla gönderildi. 18 Şubat’ta evrak çantalarının içinde taşınan binlerce bildiri amfilerde dağıtılmaya başlamıştı. Sophie ikinci kattan aşağıya bir yığın kağıt attığında bir üniversite görevlisi gördü. Ağabeyinin cebinde 7. Beyaz Gül Broşürü’nün taslağı vardır.
İşkenceli sorgular…
Hans ve Sophie Gestapo tarafından işkenceli sorguya alınır, iki kardeş sonunda Nazi karşıtı olduklarını ve bildirileri basıp dağıttıklarını kabul ederler. Arkadaşlarını korumak için bütün sorumluluğu üstlenirler. Tutuklanmalarından üç gün sonra üç saat süren Nazi mahkemesinin ardından aynı gün gözaltına alınan bir diğer Beyaz Gül üyesi Christoph Probs ile birlikte idam cezasına çarptırılırlar.
Üç arkadaş karar açıklandığında savundukları değerlerden ödün vermez. Sophie Nazi yargıca dönerek seslenir: ”Bir gün bizim durduğumuz yerde siz duracaksınız!” İdam sehpasına giderken annesiyle görüşmesine izin verilmişti tek bir cümle: “Üzülme, güneş yine doğacak.” İdamlarından birkaç ay sonra Beyaz Gül’ün son bildirileri “İtilaf Devletleri”ne ulaştı. Metnin milyonlarca kopyası “Münih Öğrencilerinin Manifestosu” başlığıyla Almanya semalarından halka ulaştı.
Beyaz Gül bir vicdan ayaklanmasından daha fazlasıydı. Politik olarak tüm olanaksızlıklara rağmen yüksek motivasyona sahiplerdi ve insanların artık faşizmi sessizce seyretmemesi, aksine bu suç sistemine karşı direnilmesi gerektiğine sonsuz inanmışlardı.
Benzerlikler, direnişler, “hayır” diyenlerin tarihsel haklılığı
“Yetmez ama EVET” diyenler, “Mazlum” edebiyatıyla gelenler”, “Yetmez ama Evet” diyenlerin 1930’ları aratmayan körlükleriyle, “mazlum” edebiyatıyla gelenlerin “demokrasi treninden” inişlerini seyrettiler. “Havuz ekonomileri” doldukça dizayn etmeye çalıştıkları toplumun ‘çapulcu’ gençleri liboşların aksine Gezi’yle tam tam sesleriyle gelen tek adam rejimine “kolay lokma değiliz” mesajı verdi. Kimselerin ne zaman ne yapacağını kestiremediği ünlü Z kuşağı sadece klavye başında değil gerekirse sokakta, kitaplarda okudukları “barikat savaşları”nı en alâsından uygulayabildiklerini gösterdi.
Dizayn edemedikleri gençlerin her karşıt duruşuna vahşice, gözdağı vererek boğmaya çalışmaları tesadüf değildir. Tıpkı Suruç’ta üniversiteli gençliğin dayanışma amaçlı organize ettikleri barışçıl açıklamalarına bombalarla karşılık vermeleri gibi.
Boğaziçi’ne biatçı, liyakatsiz Melih Bulu’nun tek adam rejimi tarafından rektör olarak atanması çalakalem bir tercih değildir. Bu tek adam rejiminin dizayn etmeyi başaramadığı üniversiteli gençliğe karşı yürüttüğü irade savaşının sadece bir parçasıdır. Üniversitelerin “özgür ve özerk yapısını” ele geçirmenin çok daha ötesidir amaç. Faşist diktaların ne pahasına olursa olsun irade savaşında geri adım atmayacaklarını tarihleri defalarca ispatlamıştır. Duvarları dahi kırılarak arananları “kırmızı bültenle” gözaltına alıyormuş gibi gece operasyonu yapmak faşizmin gövde gösterisidir. Gençliğin karşıt iradesini kırarak kitleleri demoralize etmenin kaynağını korkudan alan çabasıdır bu.
Alman Nazi faşizminin en despot olduğu dönemde bile Beyaz Gül açmışken faşizmin irade savaşı elbette nafiledir. Ölü toprağını ilk üzerinden silkeleyip atanlar, kurulmak istenen korku imparatorluklarının sonunun başlangıcını fitilleyenlerdir.